Kalben yazısı*
Kalben bütün o aşırı ışıltılı müzikti, prodüksyondu, hayrandı dünyasını bayağı bayağı elinin tersiyle itiyor aslında bu kadar kendisi olurken. Göbeğinden de bahsediyor, 19 yaşında annesinin kaybedip babasıyla büyüyen bir kız çocuğu olmanın ne demek olduğundan da, bir kadına aşık olduğundan da.
Göze Orhon
Başlığı bilerek böyle seçtim. Milyon tane Kalben yazısı yazılmıştır çünkü (1). Tutarlı hayranlardan, “n’oluyor bu Türkçe müzikte?” diye yazılmış görev yazılarına, müzisyenlerin oraya buraya düştüğü notlardan, önünde ceket ilikleyeceğimiz müzik yazarlarının söylediklerine. Zahmet edip de hiçbirine bakmadığımı, sadece 2016’da Kalben’in ilk albümü çıktığından beri, her bir şarkısının hayatımda ayrı ayrı yer ettiğini, döne dolaşa dinlediğimi, bütün “3. Yeni” bir yana (tuhaf isimli, pop-rock gruplarına bu ismi veriyor Spotify; ben de oradan öğrendim), Kalben’in bana genel bir “Türkçe müzikte neler var bu ara, ha?” merakından fazlasını vaat edegeldiğini söyleyeyim önce. Benim bu kişisel düşkünlüğüm bir yana, bizim blog’un da bir Kalben yazısı olmasın mı zaten?!
Bu 3. Yeniler’e (bu arada edebiyatçılar kızmasın ama nasıl güzel bir isim bu grupları içine almak için!) yeni daldığım zamanlarda bir arkadaşım bahsetmişti Kalben’den. Açıkçası ismi duyunca hemen genelleyeyazdım. Son Feci Bisiklet var, Yüzyüzeyken Konuşuruz var, niye Kalben de olmasın diye. Tuhaf isimli gruplardan biri, yine avangard, pop-rock, öyle gündelik hayatın dilinin şarkı sözlerine girdiği, “Çiçeğe su verdin mi?/Köprüyü yeni mi geçtin?” falan diye bir şeylerden söz eden birileri sandım açıkçası. Bu arada yanlış anlaşılmasın, 3. Yeniler de tadından yenmiyor ve favorim tabi ki Yüzyüzeyken Konuşuruz. 20 yaşındaki yeğenimin de favorisi onlar; pekala kendimden eminim yani. Neyse, bir iş çıkışı, korkunç sıkıcı bir personel servisinden inip korkunç sıkıcı semtimin sokağına doğru yürürken “Saçlar”ı dinledim. Ben Ezginin Günlüğü ile büyüdüm; öyle hemen duyduğum iyi şarkıya, az ironiye, bir tutam isyana heveslenecek biri değilim yani. Ama şarkıya düşünce sanırım, eve gidip başka ne varmış diye baktım. Açıkçası son yirmi senedir nadiren olan şeylerden biri oldu: Dinlediğim albümden bir tane “boş çıkmadı”. Nadir, çünkü pek olmaz, özellikle de pop-rock albümlerinde. Sürükleyecek bir, bilemediniz iki şarkının olduğu albümlere kandık hep. İstisnası yok değil; nadir dediğim o. Şebnem Ferah’ın “Cam Kırıkları” albümü mesela, Sezen Aksu’nın “Bahane”si bir de. Eminim, dahası vardır ama ilk aklıma gelenler bunlar. Dinlemeye başladım… Öyle çok şarkısını ezbere bilmediğim müzisyenlerin konserlerine pek gitmem; albümü dinlememle Kalben’in bir konserine gitmem arasında takribi bir hafta-on gün var. O aralıkta sadece Kalben dinlemişim demek ki.
“E, ne var bu kadar bu kadında?” diyeceksiniz. Anlatayım. Takdiri bu işi bilenlerde elbette ama çok iyi bir müzisyen ve çok iyi bir söz yazarı (belki şair hatta) olduğu gerçeğini bir yana bırakıyorum. Kalben bence dinleyiciyle müzik kadar kamusal bir şey üzerinden, olağanüstü kişisel ve mahrem bağlar kuran bir müzisyen. Buna da, “e, zaten müzik öyle bir şey tatlım” diyebilirsiniz. Anlatmaya devam edeyim. İlk albümde biraz daha gizemliydi, belki daha ketum, daha kapalı. Yine de o gizemli halde bile, lisedeki sıra arkadaşı samimiyeti bulmak mümkündü. Hani çok kafa dengin olmasa bile, günde sekiz-on saat yan yana oturmaktan doğan bir insani yakınlık, ne zaman sıkıldığını, nasıl pencereden dışarı dalıp gittiğini, neye heyecanlandığını bilen bir zorunlu tanıdık. Sonra bir şey oldu. “Tuttum adamı çenesinden/Vurdum tam sol memesinden” diyen o delikanlı, bana Perihan Mağden’in “İki Genç Kızın Romanı”ndaki iki genç kadını hatırlatan, asi, delişmen sıra arkadaşı gitti, yerine gelinlikli falan, “aşırı evli”, handiyse bir hanım kız geldi. Neyse ki, kısa bir süreliğine. Hatta bunun için, Kalben’i bana benzer bir sembol dünyasına koyan dinleyici açısından “dönüşü muhteşem oldu” bile denilebilir. En son bir Instagram post’unda maddi-manevi kendi ayakları üzerinde durması akabinde, “patatese dönüşen” eski sevgilileri olduğundan, bu yüzden kendini “patsoseksüel” olarak tanımladığından bahsediyordu! Üstelik bunu, sosyal etkileşimlerin masum görünümlü tacizkar sorularından biri olan “Eşcinsel misiniz?” sorusuna verdiği müthiş cesur cevabın sonunda söylüyordu.
Sanki ikinci albümden bir süre sonra başladı. Şu “gücünü samimiyetinden alan” (film, müzisyen, yazar vs.) lafına çok gıcık oluyorum ama yeridir, söyleyeceğim: Kalben bütün o aşırı ışıltılı müzikti, prodüksyondu, hayrandı dünyasını bayağı bayağı elinin tersiyle itiyor aslında bu kadar kendisi olurken. Göbeğinden de bahsediyor, 19 yaşında annesinin kaybedip babasıyla büyüyen bir kız çocuğu olmanın ne demek olduğundan da, bir kadına aşık olduğundan da. Üstelik bütün bunları da, bir kimlik ya da tanım dünyasının, belirgin bir ruh halinin içine yerleşmeden yapıyor. “Ben eşcinselim” demiyor söz gelimi, ya da “mağdurum” hiç demiyor. Genç bir kadın olarak, hem bu kimliğin hem de fena halde ünlü olmanın getirdiği kırılganlığı failliğe dönüştürmekle kalmıyor, o failliği elinde bayrak gibi sallıyor ve bizim memleketin pek de aşina olmadığı bir açıklıkla, şeffaflıkla konuşuyor. Aslında yaptığı şey, söylemlerin, ideolojilerin, tarafların, kampların ikiye böldüğü, hatta delik deşik ettiği bir memlekette, sade, gösterişsiz, sıradan, insani deneyimin ortaklaştırıcılığına çağırmak değdiği insanları. Basbayağı, hikaye anlatıyor aslında ve bu hikayeyle, ama orasından ama burasından, bir duygudaşlık evrenine çağırıyor dinleyicisini. Bu arada Joan Baez ya da Sezen Aksu ya da Meral Okay bilgeliğinden falan bahsetmiyoruz, bahsettiğimiz insan otuzlu yaşlarının başında!
Yeni dinlemeye başladıysanız ya da popüler müzik söz konusu olduğunda benim gibi septik ve yer yer sinik bir dinleyiciyseniz, çok hızlı biçimde iki şeye ikna oluyorsunuz. Bir: Kalben müziğinin popüler müziğin alamet-i farikası olan müzikal aşinalığın sınırlarını zorladığına. Elbette yer yer kulağınıza tanıdık girişler, “aa, şeye benziyor” diyeceğiniz geçişler falan takılıyor ama bütün olarak başka bir şey var. Birine benzetemiyorum mesela ki popüler müzikte bunu yapmak çok kolaydır. Teoman’a “Tom Waits’le Leonard Cohen karışımı bir şey” deyiverirsiniz söz gelimi (ki ben böyle formüllerden çok hoşlanır, bunu saatler süren bir oyuna dönüştürebilirim). Kalben öyle değil. İki: Kestirmeden söyleyeyim; sözler, şarkı sözleri. “Kelimelerle hemhal olmak” diye bir şey var. Bu kelimelerle hemhal olmuşların içine, şiir seven de girer bana kalırsa, etimoloji meraklıları da, gündelik bir konuşmada sarf edilen bir kelime üzerine oturup birkaç dakika düşünmüş birileri de. Yani, ister Edip Cansever koyuluğunda olun, ister “rayiha ne güzel kelime yahu!” demiş biri, Kalben şarkılarında onlara direnseniz bile sizi yakalayacak bir şey oluyor. “Kovdum seni hevesimden” deyiveriyor mesela. Ya da “Kalbimi durdurup kaybolan bir tuzak oluyor/ Her sokak” deyişinde (ve şimdi aklıma gelmeyen çok sayıda başka şarkının sözünde) “şarkı sözü”nden fazla bir şey var bana kalırsa. Üzerine düşünülmüş, titizlenilmiş mi desem, şiir bilgisi mi desem, bilemiyorum. Ama iyi müzikle bir arada çok iyi gittiği kesin. Bir de belki tam da bu nedenle, belirgin, sabit bir ruh hali yok Kalben müziğinin. Çok neşeli bir an’da Ahmet Kaya çalmaya davranırsınız da, yanınızdaki insan “Yapma n’olur, şu an kaldıramayacağım” falan der ya, Kalben şarkıları öyle değil işte. Kalben’le insan zor zamanlarını, neşeli zamanlarını, melankolik zamanlarını, kalender zamanlarını geçirebiliyor.
Sıradan bir dinleyici olarak birer yıl arayla çıkmış iki albüme bakınca, Kalben’in ikide ikiyle gittiğini söyleyebilirim. Bir de arada düetler var. Cem Adrian, Pinhani, Erol Evgin benim bildiklerim. Ama beni çok sarmadı bu düetler açıkçası, “saf Kalbenci”yim belki de. Bir de single’lar, EP’ler varsa da, albüm bütünlüğüne alışmış dinozor bir dinleyici olarak onların da bende “E, bu kadar mı, bitti mi?!” hissiyatı yarattığını söylemeliyim.
İngilizce’de “way to go!” diye bir ifade var. Hem beğeni ve takdiri hem de birinin aldığı, alacağı yolu imleyen; “yürü be!” gibi de bir şey. Kalben böyle beklentiyle, hareketli bir sevgiyle düşüyor aklıma, kalbime.
(1) Misal, ben bu yazıyı yazarken bile Beş Harfliler’de şöyle bir yazı yayınlandı.
Yazarına en kalbi hislerimi iletiyorum.
*Bu yazı ilk olarak Günlerin Köpüğü'nde yayınlanmıştır.