Kan kaybı

“Gerçek”ten mustarip ve mecruh hakikat arayışım beni Borges’ten uzaklaştırıp, Márquez’in dibine oturtuyor. Llosa gibi eylemci, Márquez gibi duygusal enerjisi yüksek, Borges gibi “şimdi artık raflarda eskimiş olan” büyülü gerçekçiyim.

Abone ol

DUVAR - Hiçbir şey film şeridi gibi geçmesin gözümün önünden. Ne okuduğum karakter bana benzesin ne yancıları tanıyayım. Yaşayan olayım, nefes alıp veren; ama nefesi kimden aldığımı da hep bileyim. Vermesem de olur. Kitapların ve sinemaların dünyasını istemiyorum. Bildiğimi isteyeyim istediğimi bileyim. Borges’in Kodama’yı istediği gibi? Ne alâka ya, demeyeyim. Adı Mercedes olmayaydı iyiydi; yoksa o da Márquez’le olurdu -hatta oldu da sonunda.

Gabriel Garcia Marquez, Gerald Martin, çev.Zeynep Alpar, 700 syf, İş Bankası Kültür Yayınları, 2012.

Hep istediği olmam hep isteğim olması, dileğim bu; bırak güzel filmi kitabı. Daha ne diyim... Yiyip içmeliyim, sevişmeliyim, dinlemeliyim ve dalıp gitmeliyim; o anlattıkça gözler süzülmeli. Gezmeli, koşmalı, oynamalı. Oturup kalkmalı yatıp yuvarlanmalı. Karda kan izlerini takip etmeli.

Bu son dediğim olmadı. Çünkü Perry Anderson’ı okuyordum: 'Spektrum'. Sağdan Sola Düşünce Hayatı, çev. Sami Oğuz – Savaş Kılıç, İletişim, 2017. Ondan olmadı. Gönlüm Borges ve Márquez’le olsa da aklım ve eylemim Llosa, “gerçekçilik denen şeye karşı yenilmez bir zayıflığım var.” Üstelik adamın nerede bir fotoğrafını görsem antipatik buluyorum -gerçeğin sevimsizliğini. Anderson, “Vargas Llosa başından beri bir siyasi hayvandı ve öyle olmaya devam etti" derken iğneli bir kahkaha atıyorum ama gerçeğe zaafıma bu da deva olmuyor.

Spektrum, Perry Anderson, çev.Sami Oğuz, Savaş Kılıç, 528 syf, İletişim Yayınları, 2017.

LLOSA GİBİ EYLEMCİ, MARQUEZ GİBİ DUYGUSAL

“Gerçek”ten mustarip ve mecruh hakikat arayışım beni Borges’ten uzaklaştırıp hop Márquez’in dibine oturtuyor. Llosa gibi eylemci, Márquez gibi duygusal enerjisi yüksek, Borges gibi “şimdi artık raflarda eskimiş olan” büyülü gerçekçiyim. Bir derdim var, okur olarak kendimi bu lükse sahip olduğuma ikna etmeye çalışıyorum.

Bütün bu duygulanımlar bende Anderson’ın Spektrum’da Márquez’le Llosa’yı “paralel hayatlar”ın (Plutark) çiftleşen-çatışan evreninde gözlemlediği 'Tropik Anımsama: Gabriel García Márquez'ini okurken vücut buluyor - yakaladığım kadarını yazıyorum. Çok da uzatmayayım.

'Karda Kan İzleri' benim tipimdeki bir okuru haddinden fazla etkiler: 'On İki Gezici Öykü', çev. İnci Kut, Can, 2015, içinde. Gerçeğin geçmeyecek acısı ya da her şeyin geçiciliği değil mesele, bunu Márquez’in anlatıyor oluşunda. Gerald Martin'in muhteşem monografisini okurken, Nabokov'un 'Lolita’sına nazire diye okuyup –bu da bir muzırlık- hayran olduğum Benim Hüzünlü Orospularım üzerine yazdıklarından fazla kan izlerinin “şifreli”, “naif” arka evrenine takılıp kalmıştım: Gabriel García Márquez, çev. Zeynep Alpar, İş Kültür, 2012. Mercedes’le Márquez’in arasına giren biri vardı ve o bundan rahatsız olmuştu. Gel de yine Borges’in 'Araya Giren' öyküsünü hatırlama!

Gerçi Mercedes yine idare etmeye çalışıyor, sorana da şöyle diyordu: "Biliyorsun Gabito kadınların ebedi hayranıdır, kitaplarında görebilirsin bunu. Her yerde, çok sevdiği kadın arkadaşları var. Gerçi çoğu yazar değil. Ne de olsa kadın yazarlar bazen sıkıcı oluyor, değil mi?" Naif okuru nasıl da yaralıyor bu soru, yaralamalı. Oysa o romantik/melankolik öyküyü okurken hiç aklıma gelir miydi! Birdenbire yıkıldı saf okur. Başı okşanması gereken kişi artık o tahripkâr soruyu sorandı, büyük bir aşkla kan kaybından ölen değil.

O izlerden gitsem de kan kaybından ölmek istemiyorum. Muhafazakârım galiba.