Çocuk, genç, yetişkin, yaşlı ayırt etmeksizin faaliyetlerini sürdürüyor Kadınları Katletme Komitesi. Yurdun dört bir yanında, aralıksız. Komite, doğrudan eylemlerinin yanı sıra siyasal, hukuksal cephede de etkin ve etkili. Kadına yönelik şiddeti, ayrımcılığı önlemeye yönelik İstanbul Sözleşmesi’nin iptali yönündeki girişimler bunun son örneği.
Kadınları Katletme Komitesi’yle Ölülerden Öç Alma Örgütü el ele, aynı zamanda amansız bir yarış içinde eylemlerini, infazlarını sürdürüyor.
Birbirinden hız alıyor, güç alıyorlar. Bu onları var eden, harekete geçiren, bir araya getiren öğrenilmiş kötülüğü katmerlendiriyor. İstisna halinden çıkarıp genelleştiriyor. Kanıksatıyor. Eylemleriyle katkıda bulundukları toplumsallığın imhasında yeni bir aşama gerçekleşiyor: Öğrenilmiş -ve kanıksanmış- kötülük, yeni toplumsallık halini alıyor.
Aksi halde şu yaşadıklarımız nasıl açıklanabilir?
2015’te bir genç kadın tecavüze direndiği için bıçaklanıyor, demir çubukla dövülerek katlediliyor. Elleri kesiliyor, cesedi el birliğiyle yakılıyor. Bir başka genç kadın onun ardından “Kadın karnına koca bir dünya sığdırdı, siz dünyanıza bir kadını sığdıramadınız,” diye yazıyor. 2018’de o kadın da patronunun tecavüzüne uğruyor, cesedi 20'nci kattan aşağı atılarak intihar süsü verilmeye çalışılıyor. Dahası, bu yönde de ciddi ciddi “hukuksal” savunmalar yapılıyor!..
Cesedi yakılarak el birliğiyle ortadan kaldırılmaya çabalanan kurbanın ardından “Bir türlü geçmiyor, sanki kız kardeşimin başına gelmişcesine canım acıyor, içim parçalanıyor. Nice Özgecanlar gitti, artık yeter!” cümlelerini yazan bir başka kadın da 2020’de eski sevgilisi tarafından boğularak öldürülüyor. Onun cesedi de yakılıyor, üzerine beton dökülerek gömülüyor… Kaybedilmeye çalışılıyor.
On iki yaşındaki kız çocuğunun şüpheli ölümüne ilişkin ailenin tüm soruşturma çabaları sonuçsuz kalıyor ve dosya kapatılıyor…
Çocuk, genç, yetişkin, yaşlı ayırt etmeksizin faaliyetlerini sürdürüyor Kadınları Katletme Komitesi. Yurdun dört bir yanında, aralıksız. Komite, doğrudan eylemlerinin yanı sıra siyasal, hukuksal cephede de etkin ve etkili. Kadına yönelik şiddeti, ayrımcılığı önlemeye yönelik İstanbul Sözleşmesi’nin iptali yönündeki girişimler bunun son örneği. Kadınları Katletme Komitesi, karşısında hiçbir engel, hiçbir sınır tanımıyor.
***
Ölümün bazılarına haz verdiğini, onları bir araya getirip coşkuyla harekete geçirdiğini biliyoruz.
Kadınları Katletme Komitesi, doğrudan-fiziksel eylem ve infazı, temelde cinsel güdüyle gerçekleştirir. Ölümserler ise daha çok sözlü ve yazılı eylemi tercih ederler. Onlarda baskın olan öç alma güdüsü, zihinsel ve ruhsal temeldedir.
VIVA LA MUERTE-YAŞASIN ÖLÜM
Ölülerden Öç Alma Örgütü’nün sloganı her yerde, her zaman aynıdır: Yaşasın ölüm, diye haykırırlar dünyanın her yerinde ve bütün zamanlarda.
Sloganı 20'nci yüzyılda meşhur eden İspanyol faşistleri, sıklıkla ölülerden öç alma eylemiyle de öne çıkan günümüzdeki izleyicilerinin, taklitçilerinin asli hedefini ortaya koymaktadır. Sloganın aslı şudur:
Muera la inteligencia! Viva la muerte!
Akla-entelektüelizme ölüm! Yaşasın ölüm!
1936 sonbaharında Salamanca Üniversitesi'ni basan Franco birliklerinin başındaki faşist general Jose Millan Astray, güç ve öfke şehvetiyle haykırmıştı akıl ve hayattan öç alma, ölümü kutsama sloganını.
Fiziksel, askeri, ideolojik, konjonktürel ve bilcümle “güç” karşısında “bağımsız düşünce”ye; akla savaş açılan İspanya, iç savaşı yaşıyordu. Salamanca Üniversitesi'nin o dönemdeki rektörü Miguel de Unamuno, aynı zamanda İspanyol edebiyatının en büyük isimlerindendir. Akla savaş ilan eden faşistlerin kurşuna dizdiği, İspanyolcanın en ünlü şairlerinden Lorca için Unamuno, 'İlk İspanyol'dur.
Yaşasın ölüm sloganı eşliğinde namlu ve dipçik zoruyla makamından kovulurken, "Kazanacaksınız" diyordu, "ama asla insanlığı geliştirme yolunda değil, yok etme yolunda kazanacaksınız."
***
Unamuno entelektüeldi ama güncel siyasa yönünden klasik anlamıyla “taraflı” değildi. Temel olarak insanın varoluş sorunsalıyla ilgiliydi. Aydınlanma çağında boy veren, romantizmle doruğa ulaşan akıl-duygu, inanç-mantık karşıtlığını, gerilimini tartışıyor, sorguluyordu yapıtlarında. “Yaşasın ölüm” sloganıyla yüz yüze gelen şair, yazar, düşünür Unamuno tam da tersini söylüyordu: Ölüme (ve elbette güce) övgü, aslında ÖLÜMSÜZLÜĞE AÇLIK'tan kaynaklanır.
İnsanın ve her türden gücün, güç sahiplerinin, odaklarının ölümsüzlüğe açlığını bastıran, denetim altına alansa AKIL'dır. Açlık ancak inançla doyurulur... Ölümsüzlük açlığı (duyu, içgüdü), akıl ve inanç arasındaki bu gerilim de ACI'yı getirir. Hayatın Trajik Duygusu, bu düşüncelerin ürünüdür.
Habil-Kabil hikâyesini konu alan romanı Tutkulu Bir Aşk Hikayesi de öyle.
Yine 1936 sonbaharında tüm bunlara tanıklık eden bir başka yazar var. “Savaşa karşı mısınız, taraftar mısınız” sorusunu "Ne taraftarım, ne de karşıyım. Tıpkı depreme ne taraftar, ne de karşı olmadığım gibi" diye yanıtlayan Nikos Kazancakis.
Kazancakis'in İspanya notları Yaşasın Ölüm adıyla Ahmet Angın tarafından Türkçeye de çevrildi. İç savaş için "Tarihin şeytani bir dönemeç noktasından geçmekteyiz" diyor Kazancakis, "Bir sürü isimleri vardır onun: Nefret, savaş, çabuk kurma yahut kaos. Ama, iyi görüp namuslu bir şekilde savaşabilsek, belki son kalacak isim (tarihte her zaman olduğu gibi kanayan) şu olur: Yeni Uygarlık."
KİMSE 'DEĞERLİ' OLAMAZ... HİÇ KİMSE VE HİÇBİR ŞEY!
Militerlerin, faşistlerin temsil ettiği akıl, entelektüel düşmanlığı günümüzde sıradan, yaygın, herkesin şevkle yürüttüğü eylem halini almıştır. Kazancakis’in işaret ettiği Yeni Uygarlık, toplumsalın ve onu oluşturan “değer”lerin, hayatın imhasıyla inşa edilmektedir.
Örnekse, her konuda söz alma, ekranlardan vaazda bulunma hakkını kendinde bulan bir jeolog akademisyen, dünyaca tanınmış bir bilim insanın; Edward Said’in “entelektüel” olmadığını söyleyebilmektedir fütursuzca. Aynı jeolog, hekimliği ve akademisyenliği toplumsal eylemlilikle bütünleştiren Türkan Saylan’ı “dişe değer tek bir fikir üretememek”le itham etmektedir.
Said’in de, Saylan’ın da varlıklarını ve düşüncelerini akademinin yanı sıra, toplumsal-siyasal düzlemde yeniden üretmeleri olabilir mi alleme jeoloğu ölülerden öç almaya yönelten?
Devletin yurttaşlarını cezalandırmak için dışkı yedirmesini “olağan” bulma gibi özgün-bilimsel görüş sahibidir jeoloğunuz. Darbeci generallerin tüm karar ve uygulamalarını tüm aklıyla, kalbiyle onayladığını göğsünü gere gere söyleyebilmektedir… Ölülerden öç alma yolunda bu tür ünlü “bilim insanı”yla ünlü gazeteciler yarış içindedir. Onlara bakarsanız, “Yaşar Kemal kendine yararı olmayacak hiçbir işe katılmamıştır.”
Görülüyor ki, ölülerden öç alma yarışındakilerin asli derdi, kimsenin kimse için “değer” taşımamasıdır.
Çünkü kendileri geçerli tek bir “değer” tanımaktadırlar: Ölüm.