2015'in Ağustos'unda Kürt kentlerinde başlayan sokağa çıkma yasakları, operasyonlar, çatışmalar birinci yılını doldurdu. Geriye; kan banyosunda yıkanan, kentleri yıkılmış, acılı insanları evsiz kalmış bir Türkiye kaldı. Şimdi bir yolculuğa çıkacağız sizinle. Sur'dan Nusaybin'e, Cizre'den Şırnak'a doğru. Yiten canlardan, yıkılan kentlerden arta kalan o acı tortunun, derin yaranın izlerini süreceğiz.
Bombalanan bir binanın bodrumundan telefonla HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp'e ulaşan Remziye Tosun içinde bulundukları koşulları ağlamaklı bir sesle anlatıyordu:
"Burada resmen cehennem hayatı yaşıyoruz. Burada iki kızımla başka bir komşumla evden çıktık. Savaş Mahallesi olduğunu tahmin ediyorum. Su yok, bodrum katındayız. Buradan asla çıkmaya cesaret edemem çünkü her tarafta keskin nişancı olduğunu biliyoruz. Bodrumun üstüne havanlar, bombalar atılıyor. Üstümüzde yangın var. Yani bina üstümüze düştü düşecek."
Remziye'nin 10 yaşındaki kızı Şevin alıyor telefonu:
Bu kez telefondan aynı bodrumda bir çocuğuyla birlikte mahsur kalan Amine Abiş sesleniyordu:
"Sanki ölüme terk edilmişiz. Kaldığım yeri bile bilmiyorum. Bombalardan böyle sokağa bile bakamıyorsun. Evler hep üstümüze yıkılıyor. Aşağıya geliyorlar. Yanıyor evler. Durumumuz gerçekten çok zor. Bize sahip çıkın yani, diyorlar ya yarın gece bir havan topu atılsa belki burada ölmüş oluruz, onu Allah bilir yani."
Aynı gün, Sur'da camı çerçevesi inmiş bir evden kısa bir görüntü düşüyordu sosyal medyaya. Yaşları iki ile 11 arasındaki altı çocuk ile bir kadın vardı görüntüde. Ekranlara düşen kısa çekimde ikisi yaralı çocuk görünüyordu. Birinin kolu sargılıydı. Diğerinin hem başında, hem omuzunda, hem de bileğinde bandaj vardı. Kadın sesini duyabilecek olanlara sesleniyordu:
"Biz bir halkız, siviliz, bizi bombalamayın, çocuklarımıza kıymayın..."
SİYASETLE DEĞİL 'SOPAYLA' ÇÖZÜM!
2015'in Ağustos'undan bugüne kadar kan gölüne dönen Kürt kentlerinde; Nusaybin'den Dargeçit'e, İdil'den Silopi'ye, Cizre'den Yüksekova'ya, Şırnak'tan Varto'ya, Sur'dan Silvan'a kadar uzanan geniş bir coğrafyada çok yaşandı bu ve benzeri acılar.
Oysa görünürde büyük bir barış umuduyla başlamıştı 2015 yılı. Yerel bazı çatışmalar dışında insan ölümleri sıfır noktasına gelmiş, silahlar susmuştu. Herkes 28 Şubat'ta AKP hükümeti ile HDP İmralı Heyeti'nin birlikte duyurduğu "Dolmabahçe Mutabakatı" ile daha bir umutlanmıştı.
Ama çok kısa bir süre sonra "çözüm masası" devrilmiş, yer yer "kontrollü çatışmalarla" 7 Haziran seçimlerine varılmıştı.
"Verin 400 milletvekili bu iş huzur içinde çözülsün" diyen AKP sözcülerinin "HDP barajı aşarsa çözüm süreci biter" tehditleri sonuç getirmemişti.
Türkiye, 7 Haziran seçimleri sonrası büyük bir kanlı kaosa koşar adım gidiyordu.
Bir yandan bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, diğer yandan özellikle Kürt kentlerinde mahalleler, sokaklar, evler basılıyor, insanlar döve döve gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu.
6-8 Ekim 2014'teki Kobane olaylarında bazı kentlerde kurulan barikatlar, hendekler 7 Haziran seçimlerine gelindiğinde neredeyse sıfır noktasına gelmişti. Ancak HDP'nin yüzde 10 barajını aştığı, AKP'nin tek başına iktidar olamadığı seçimler sonrası güvenlik güçlerinin yoğun baskınları ve gözaltısı sonucu yeniden uç vermeye başlamıştı hendekler ve barikatlar. Baskınlar ve gözaltılar arttıkça hendeler çoğalıyor, barikatlar yükseliyordu.
24 Temmuz 2015'te savaş uçaklarının Kandil'i bombalayarak başlattığı "sıcak çatışma" süreci ve buna karşılık Kandil'in yaptığı "özyönetim" ve "özsavunma" çağrısından sonra hızla artan hendekler daha derin, çoğalan barikatlar daha yüksekti.
Bir yandan Kandil bombalanırken, diğer yandan PKK bombalı sabotaj eylemlerine başlamıştı. Ülkede gerilim hızla tırmanıyordu. Barikatlı, hendekli kentlerde her an patlamaya hazır bir sessizlik hüküm sürüyordu.
AKP, yitirdiği iktidarı tekrar geri almak için 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımamış, 1 Kasım'da erken seçim kararı almıştı.
İşte bu seçimlere tam 2,5 ay kala, 2015 Ağustos'unun ortasında siyaseten çözülmesi gereken bir sorunu AKP askeri yöntemlerle, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulduğundan bu yana defalarca yaptığı gibi "sopayla" çözmeye karar verdi. Hendeklerin, barikatların olduğu kentlerde önce sokağa çıkma yasağı ilan edilecekti. Yerleşim birimleri asker ve polis zırhlılarıyla kuşatılacak, tanklarla, toplarla, havadan bombardımanlarla hendeklerin ve barikatların olduğu mahallelere, caddelere, sokaklara girilecekti.
9 İL, 35 İLÇEDE 111 YASAK
İlk uygulama 16 Ağustos 2015'te Varto'da başladı. Ardından kent merkezlerinde, ilçelerde, hatta sonunda köylerde bile sokağa çıkma yasakları ilan edilerek tanklı, toplu, helikopterli, uçaklı operasyonlar başladı.
O günden bu yana geçen bir yıllık süre içersinde dokuz il ve 35 ilçede, resmi olarak tesbit edilebilen en az 111 kez süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı gerçekleştirilmiş.
Bir yıllık sürecin bilançosunu çıkartan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi'nin yaptığı çalışmaya göre iller üzerinden yapılan sayısal değerlendirme de hayli çarpıcı; Diyarbakır'da 61, Mardin'de 18, Şırnak'ta 13, Hakkari'de 11, Muş ile Batman ve Bingöl ikişer, Elazığ da bir kez sokağa çıkma yasağı uygulanmış.
Şu anda sokağa çıkma yasağı bir tek Şırnak'ta kesintisiz sürüyor. Bazı ilçelerde hala yasaklı mahalleler var. Bazı ilçelerde de kısmen sokağa çıkma yasağı uygulaması sürüyor.
Sokağa çıkma yasakları kaldırıldıkça, yasaklı mahalleler açıldıkça geriye yanmış, yıkılmış, bombalanmış kentlerin kaldığı görüldü. 50 binden, 100 binden fazla insanın yaşadığı kentler artık İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin, iç savaş sonrası Beyrut, İsrail saldırısı sonrası Gazze, IŞİD saldırısı sonrası Kobane görüntüsündeydi.
Bu çatışmadan iki milyona yakın insan etkilenmişti. Yaşam hakkından barınma hakkına bütün insan hakları ihlal edilmişti. Yıkılan evlerin, barınmasız kalan ailelerin sayısı "onbinlerce" diye ifade ediliyordu. Bu bilançonun ne denli büyük olduğu önümüzdeki günlerde daha da anlaşılacak. Ama hepsinden vahimi, önümüz kış ve on binlerce aile bu kışı evsiz, barksız geçirecek. Gelmekte olan büyük felaket de bu.
Gelelim en "can" alıcı meseleye, yani insan kayıplarına.
Sokağa çıkma yasakları ilan edilen, operasyon yapılan, çatışma yaşanan, karadan ve havadan bombalanan; Nusaybin'den Dargeçit'e, İdil'den Silopi'ye, Cizre'den Yüksekova'ya, Şırnak'tan Varto'ya, Sur'a uzanan bir coğrafya kan gölüne dönmüştü.
Çatışmalar başladığında adı Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi olan, çatışmaların ortasında Sivil Savunma Birlikleri adı alan örgüte üye gençler öldürülüyordu evlerinin, mahallelerinin sokaklarında. Dışarıdan gelen az sayıda PKK gerillası vardı. Onlar da öldürülüyordu. Bölgenin her yerleşiminde yeşil, sarı, kırmızı renkli bayraklara sarılı tabutlar toprağa veriliyordu.
Jandarma Özel Harekat askerleri, Özel Harekat Timi polisleri ve korucular öldürülüyordu, ülkenin dört bir yanındaki yoksul evlerinde Türk bayrağına sarılı cenazeler veriliyordu toprağa...
En çok öldürülen de çoluğuyla, çocuğuyla, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla sivil Kürtlerdi. İçlerinde birkaç aylık olanı da vardı, yaşı 70'leri, 80'leri geçmiş olanı da. Öldürülenler arasında kendi halkıyla dayanışmaya gelmiş çoğu üniversite öğrencisi olan ve hayatlarında bir kez olsun eline silah almamış, silah eğitimi görmemiş, hiçbir silahlı çatışmaya girmemiş Kürt gençleri de vardı.
Kentlere yapılan bir yıllık operasyonlarda yaşamını yitiren asker, polis ve korucu sayısı 700 civarındaydı.
ÖLENLERİN SAYISI VE KİMLİĞİ HALA BELİRSİZ
En zor olanı da bu çatışmalarda ölen sivillerin sayısını belirlemekti.
Çeşitli sivil toplum örgütlerinin verilerine göre sokağa çıkma yasağı ilan edilen 35 ilçede 400 silahlı militan öldürülmüştü. Sivil ölümleri ise 600'e yakındı.
TİHV Dokümantasyon Merkezi ise operasyonlarda öldürülen 321 sivilin bilgisine ulaşmıştı. Bir yıllık bilançoya göre bu sivillerden 79'u çocuk, 71'i kadın ve 30'u da 60 yaşın üzerindeydi.
Bu çalışmaya göre bir de bu verilere dahil edilmeyen ölümler vardı:
"Şırnak'ın Silopi ilçesinde bir karnından ateşli silahla vurulma sonucu yedi aylık ölü doğum meydana gelmiş; en az 16 sivil sokağa çıkma yasağının sürdüğü ilçelerin yakınındaki mahallelerde resmi sokağa çıkma yasağı ilanı veya operasyon olmayan bölgelerdeki toplumsal gösteriler sırasında, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu vurularak veya göz yaşartıcı kimyasallar gibi. toplumsal olaylarda zor kullanım araçlarının yarattığı etki nedeniyle ve sokağa çıkma yasaklarının kaldırıldığı / gündüz saatlerinde uygulanmadığı bölgelerde çatışma atıklarının infilak etmesi sonucu yaşamını yitirmiştir."
Ancak 16 Ağustos 2015'ten 15 Ağustos 2016'ya kadar süren kanlı süreçte resmi kayıtlara, AKP iktidarına, İçişleri Bakanlığına, valiliklere, kaymakamlıklara göre hemen hemen hiç sivil kaybı yoktur. Bütün ölenler "bölücü terör örgütü mensubu"dur; birkaç aylık bebek de, 70'ini aşmış yaşlı da...
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve zaman zaman Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı açıklamalara göre öldürülen PKK'li sayısı binlerle ifade edilmektedir. Hatta bir ara, Kandil'e yapılan operasyonlar da dahil sekiz bine yakın PKK'linin öldürüldüğü iddia edilmiştir. Ancak bu verilen sayıyla arazideki gerçekler birbirine uymamaktadır.
Hatta devletin güvenlikle ilgili kritik noktalarında bulunmuş, Başbakan Yardımcılığı yapmış Bülent Arınç bile verilen bu sayıya itiraz etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu yılın Haziran ayında yaptığı "20 Temmuz'dan bugüne kadar 7 bin 600 terörist yurt içi ve yurt dışında etkisiz hale getirildi" açıklamasına "bu neyin nesi" diyerek karşı çıkmıştı.
"8 bin tane terörist etkisiz hale getirildi, diyoruz. PKK’nın içeride en fazla bin 500, Kandil’de de en fazla 2 bin; demek ki 3 bin 500 kişilik bir gücü var. Bu neyin nesi?”
Türkiye'nin son girdiği "kanlı tünel" tam birinci yılını doldurdu. Bu çatışmalarda yitirdiğimiz canların sayısını bile tam olarak bilmiyoruz. Gaziantep'ten Silopi'ye kadar kimsesizler mezarlığına gömülen onca kişinin de kimliklerini bilmiyoruz.
Son bir yılda işte böylesine yıkımlı, böylesine kanlı bir "tahrip gücü yüksek" süreç yaşadık.
Ama bildiğimiz birşey ver; aynen, yaşlı bir Diyarbakırlının, bu ülkenin başına gelen felaketi coğrafik boyutlarıyla tanımladığı gibi: