San Cristobal las Casas pazarıydı. Mayalar, Mısır insanlarıyla doluydu pazar. Tezgâhların arkasında satıcılar -çoğu kadın-, alışveriş yapanlar -çoğu kadın- gelip geçenler herkes Maya’ydı ya da melez tabii ki Maya melezi, Mestizo'ydular. Tezgâhlarda da çeşit çeşit mısır doluydu ve maskeli Zapatista bebekleri vardı sırtını mısıra dayamış. Sub Kumandan Marcos bebekleri daha çoktu. Kumandan Romano'yu Marcos’un sevgilisi diye satıyorlardı. Kumandan Tacho’nun çekik gözlüydü bebeği, biraz daha kısa boylu.
Zapatista bebeklerinin en benzer tarafı tahta tüfekleriydi çünkü isyan sırasında isyancıların bazılarının sahiden sadece tahta tüfekleri vardı. -Daha sonra komünde anlatmışlardı. Gençler Meksika ordusuna istedikleri zaman katılabiliyorlardı. Zapatistalar isyanı örgütlemeden bir yıl kadar önce orduya yazıldılar. İsyan patladığında, isyanı bastırmak için gönderilen Meksika ordusundaki Zapatistalar silahlarıyla birlikte isyana katıldılar. Etkili bir yöntemdi. Boşuna silah kaçakçılarına para ödemiyordun, bunun için banka filan soymuyordun ya da tornacı bir arkadaşa “sen yaparsın abi” diye gaz vermene gerek kalmıyordu.-
Hemen mısırcılar arkasında bir dükkâna girdik. Dağ için malzeme alacaktık. Battaniye, böcek ısırık ilacı, istersen bir hamak ince ipten ve hafif ve kara lastik çizme. -Sonra bu çizmeler moda oldu. Galiba sarıları daha fazla. Lağımcı çizmesi diye dalga geçiyorlardı ve yolun ortasında bir çukurun etrafında işçi ayaklarında görmeye alışmıştık hep ve bir de sarı çizmeli Mehmet ağa vardı bildiğimiz. Sonra birden lüks mağazaların vitrinlerinde yer aldı. Bu kapitalizmin illüzyon gücüne hayran olmamak mümkün değildi. Bu arada sıradan lastik çizmeler de alınamaz oldu artık o kadar kolay. Vitrinlerdeki gibi 300-400 değildi ama yoksullar yine de giyemez oldular. Zeytin, ekmeğin başına gelen gibi bir şeydi bu. Yoksulluğun mutfak tarifinde kullanılan zeytin, sağlıkçı diyetlerine girince elitleşti. Kepek ve çavdar filan ekmeği izledi ardından bunu. Mutfak sosyetesine girip yoksulların masasından çalındılar. Elenmiş beyaz una, elenmiş kepek karıştırılarak yapılan kepek ekmekleriyle, zeytinler sağlık-diyet endüstrisinin başköşesinde yer aldılar. Lastik çizme akıbetiydi bu. Geriye soğan-ekmek kaldı. Her an onun başına da gelebilir diye korkarak diyet yazılarının başlıklarını okuyorum. Şöyle bir başlık mesela ‘Kanser soğan kokusunu sevmiyor!’ -
Kara lastik çizmeler vardı dükkânda. Hamak almayı pek tercih etmiyordum. Her yerde uyuyabilirdim ve her eşya bir yüktü insana. Yastığı filan da bu yüzden bıraktım, şekeri ve bir şey yerken yanında bir şey içme alışkanlığını da. Böcek ilacı da almadık. Hem pek paramız yoktu hem de yağmur ormanlarının böcek ısırıkları üzerine, buranın böceği ısırmaz diye düşünüyorduk. “Pişman olmayın” dedi bizi buraya getiren arkadaş. Böcek ısırığı yara izlerimizi kaşıyarak ona cevap verdik. İnsan garip bir tat da alıyor bundan. Tek başına kaldığında böcek yarası kaşınarak zaman geçirilebiliyor. Cep telefonu gibi bir şey ve oldukça ucuz.
Komüne giderken polis, asker çevirmesi olmayan yollardan götürmeye çalışıyordu şoför. Onlar nereye gidiyorsunuz diye sorduğunda, aynı yerdeki ünlü bir Maya uygarlığından bir antik yer adı veriyorduk. Paramiliterler daha tehlikeliydiler. Kısmen de olsa pek uymak zorunda oldukları yasa yoktu. Geceydi ve dağın tepesinde durdurdular. O yerin adını verdik. İnanmaz inanmaz bize baktılar. Bagajdan lastik çizmeleri çıkardı biri. Birbirlerine gösterdiler. Soru sorduklarında “turist turist” diyorduk. İspanyolcayı unutmak yararlı bir şeydi. Sonra “hamak var mı?” diye sordu komutan. “Yok” dedi adam. “Böcek ilacı” diye sordu. Yok dedi adam. Elinin tersiyle gidin işareti yaptı.
Tatlı tatlı kaşınıyordu yara izleri…