Kapanmayan bir helalleşme yarası: ‘Yaşananları Unutma Paktı’
Her zorbanın sonu kötü bitmez. Yaptıkları da yanlarına kâr kalabilir. Yani diktatörlerin sonuna dair süslü laflarla, vurucu örneklerle kesin bir kehanet sunmanın bir manası yok. ‘Diktatörlerin sonu kötü biter’ değil de şu sözün daha geçerli olduğunu söyleyebiliriz: “Çocuklarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız?
Hep derler “Her diktatörün sonu kötü biter” diye. Sonra da devam ederler “Eh, bakın işte Hitler’in, Mussolini’nin sonuna, biri kafasına sıkmış diğeri de baş aşağı asılmış”. Örnekler sürer gider... Doğru, sonu kötü biten nice diktatör vardır. Ancak bunu bir kaide olarak görmek başta kaderci oluşu nedeniyle anlamsız, hatta gülünçtür. Bilhassa İspanya halkları için.
Ülkesini 36 yıl demir yumrukla yöneten General Francisco Franco, 1975’de öldüğünde İspanya hâlâ bir diktatörlükle yönetiliyordu. Ancak bundan daha ilginci ‘ya sonra?’ kısmı. Franco’nun ardından ‘demokrasiye geçiş sürecine’ giren İspanya, komşusu Portekiz’in aksine diktatörlük dönemiyle ‘hesaplaşma’ yerine ‘helalleşmeyi’ tercih eder: 1977’de Franco rejimiyle yapılan af anlaşması ‘Pacto del Olvido’ yani ‘Unutma Paktı’ olarak biliniyor.
Peki İspanya’da neden böyle bir adım atıldı? Anlaşmanın tarafları kimlerdi? Halı altına tam olarak ne süpürüldü? Ya da daha da önemlisi: Yara izleri bir pakt ile ‘unutulabilir’ mi?
Bu sorulara yanıt ararken kendimizi Franco’nun 1936 yılında düzenlediği darbeyle birlikte başlayan İspanya İç Savaşı’nda buluyoruz. 1939 yılında savaşta zafer kazanan Franco, böylece İkinci Cumhuriyet dönemini sona erdirmiş oldu. Öldüğünde ise arkasında sadece bir savaşın molozları yoktu. Başta çalışma ve toplama kamplarında olanlar olmak üzere toplamda Franco rejimince infaz edilenlerin sayısının 50 bin ile 100 bin arasında olduğu düşünülüyor. Bu rakamı kimileri 150 bine kadar çıkartıyor.
Franco son dönemlerinde tabandan gelen talebin farkında olacak ki 1969 yılında yaptığı meşhur konuşmasında kendinden sonra gelecek ismin ‘Don Juan Carlos olacağına karar verdiğini’ ve böylece ‘her şeyin kontrol altında olduğunu’ söyler. Kendi döneminde İspanya’da bulunmayan krallığın dönüşüyle birlikte ‘kontrol altına alınan’ bir nevi cumhuriyetçilerin talepleridir.
Tabii değişim dönemi zaman alır. 1977 Af Yasası kapsamında Franco karşıtı muhalefet, rejimin geçmiş suçlarını yaşanmamış kabul eder. Yani İspanya’nın çeşitli bölgelerine dağılmış toplu mezarların yerlerini bilseniz bile bu anlaşma gereğince açamayacaktınız, açsanız bile sorumlusunu aramanız resmen mümkün olmayacaktı.
Peki neden böyle bir taviz verildi? Her şeyden önce isminden de anlaşılacağı üzerine yasa çift taraflı bir ‘af’ sürecini kapsar. Dolayısıyla bu af Franco döneminde infazların ve kaybedilenlerin sorumluları gibi uzun yıllardır sürgünde olanları ya da siyasi tutsakları da içerir. Öte yandan İspanya Komünist Partisi, bu geçiş sürecinde yasallaşır. Oysa bu sancılı bir süreçtir: 1977 Atocha Katliamı’nda Franco yanlıları komünistlere karşı saldırıya geçer, 5 avukat eylemciler tarafından duvara dizilerek infaz edilir.
Sonuç olarak 1977 yılında iktidar da muhalefet de ülkenin ‘geçmişindense geleceğine odaklanmak gerekir’ noktasında uzlaşmış görünür. Bu da bazı demokratikleşme hamlelerini beraberinde getirir. (Bu demokratikleşme süreciyle birlikte gelen 1980’ler İspanya için oldukça ilginç bir dönemdir. Öyle ki onlarca yıllık baskının ardından ülke büyük bir kültürel patlama yaşar. İlk filmlerinin çekiliş tarihi Unutma Paktından hemen sonraya rastlayan Pedro Almodóvar bu patlamanın en ikonik isimlerindendir.)
Paktın adı ‘unutmakla’ anılsa da ‘diktatörlük hiç yaşanmamış gibi’ hayatın devam etmiş olacağını söylemek yanlış olacaktır. Franco döneminin fiziki sembolleri varlığıyla geçmişi hatırlatmaya devam eder. (Bunlar arasında en dikkat çekicisi Madrid’in dışarısında bulunan görkemli Valle de los Caídos anıt mezarıdır. Franco’nun mezarı 2019 yılına kadar burada bulunuyordu, daha sonra çıkartılıp ‘mütevazi’ bir kiliseye yerleştirildi.)
Franco rejiminin içinde çeşitli kademelerde yer almış pek çok kişi de ülkedeki siyasi hayatta etkin rol oynamayı sürdürdü. Örneğin Franco’nun bakanları tarafından kurulan Alianza Popular’ı sayabiliriz. AP, bugün İspanyol sağının gelenekselleşmiş adresi Partido Popular’ın ardıllarından biridir.
Bu noktada kendimize şunu sorabiliriz: “Eğer tabandan gerçekten de değişim talebi geliyorsa, herhangi bir taviz vermeksizin af da demokratikleşme de gerçekleşemez miydi?” İşte burası işlerin karıştığı nokta. ‘Unutma Paktı’nın yerinde bir anlaşma olduğunu söyleyen ‘muhalifler’, imzalandığı yıllarda İspanya’da darbe riskinin bulunduğunu gerekçe göstererek yaraları kaşımanın bu riski arttıracağını savunuyordu. Nitekim 23 Şubat 1981’de yaşanan darbe girişimi örnek gösteriliyor. Ya da o dönem yoğun faaliyet gösteren Bask bağımsızlıkçı silahlı örgüt ETA’nın bu yönde bir fitil olma olasılığı da öne sürülüyordu.
‘Başka türlü yaparsak onun bunun ekmeğine yağ süreriz’ tembihleriyle yıllar geçer, eski defterler bir süre daha yerinde kalır. Ancak helalleşmenin mührü zaman geçtikçe çatırdamaya başlar. Unutma Paktı’nı imzalayanların çocukları geçmişte olanları unutmaya bir önceki jenerasyon kadar hevesli değildir. 2000’li yıllarda sosyal demokrat José Luis Rodríguez Zapatero hükümeti, bu itici yüzleşme talebi doğrultusunda ‘geçmişle hesaplaşmaya’ dair bazı adımlar atar. Bazı toplu mezarlar açılır, hesaplaşma gündeme gelir. Ancak tam anlamıyla resmi bir yüzleşme yaşanamaz. Atılan adımlar devlet düzeyinde yapısal değil yüzeysel kalır. Yine de bu toplumsal talebin unutmaya yanaşmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Her zorbanın sonu kötü bitmez. Kimileri resim yaparken, kimileri baş aşağı asılarak ölür. Yaptıkları da yanlarına kâr kalabilir. Yani diktatörlerin sonuna dair süslü laflarla, vurucu örneklerle kesin bir kehanet sunmanın bir manası yok. İspanya örneği bu farklı ihtimali sunuyor. Ve bu ihtimal adaletin tecelli ettiği bir ihtimal değil. Ancak farklı jenerasyonların hesaplaşmayı devletten onay beklemeden talep ediyor oluşu, yaşananların er ya da geç unutulacağı beklentisini boşa çıkartıyor, paktın adında unutma olsa da olmasa da... Dolayısıyla ‘diktatörlerin sonu kötü biter’ değil de şu sözün daha geçerli olduğunu söyleyebiliriz: “Çocuklarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız?”