Türkiye'nin yakın coğrafyasındaki sanatsal üretimleri görünür kılmak amacıyla yola çıkan mezopArt inisiyatifi hakkında, kurucusu İlkay Bilgiç'le konuştuk.
Türkiyeli sanatçıları ve sanat izleyicisini yakın coğrafyasındaki sanat üretimleriyle buluşturmak için yola çıkan mezopArt inisiyatifi 2017 yılından bu yana çalışmalarına devam ediyor. Tiyatro, sinema, müzik, performans gibi farklı disiplinlerden sanatçıların üretimlerinin yer aldığı mezopArt, kültür ve sanatın, toplumlar arası birleştirici etkisini kuvvetlendirmeyi, Türkiye ve yakın coğrafyasındaki bölgenin sahip olduğu değerlerden ortaya çıkan sanatsal üretimlerin uluslararası görünürlüğünü attırmayı, birlikte üretimi ve dayanışmayı amaçlıyor. İnisiyatifin kurucusu İlkay Bilgiç hem bölgenin sanatını hem ülkeler arası ilişkileri bilen bir isim. MezopArt'ın ilk odak ülkesi de İran oldu. Bilgiç'le mezopArt'ın çalışmalarını konuştuk.
Daha önce ekonomi ve ticaret alanında kurumlarda çalışmışsınız. Sanata ilginiz nasıl başladı? mezopArt'a gelen süreç nasıl oldu?
Mardin doğumluyum, eğitim hayatımın bir kısmı Mardin’de, bir kısmı Gaziantep’te geçti. Üniversiteyi Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudum. Üniversitede henüz hazırlıktayken fakültenin SBFTT isimli tiyatro topluluğuna girdim. Son yılımda da Mülkiye Sahnesi’nde oyunlarda hem reji asistanı hem oyuncu olarak yer aldım. Bu ekiplerle farklı şehirlerde festivallere katıldık. Mezun olduktan sonra iş hayatı ve şehir değişiklikleri derken tiyatro yapmaya fırsat bulamadım. Bu süreçte kurumsal hayatın içerisinde paramı kazanırken, sinema, dans, oyunculuk ve müzikle ilişkimi sürdürdüm. Kısa filmlerde rol aldım, flamenko yaptım, şarkı söyledim, film üretim süreçlerinde bulundum. Yani gündüz beyaz yakalı akşam sanat aşığı olarak hayatıma devam ettim. Gerek bu alanlarda icracı oldum, gerekse (özellikle sinema alanında) üretim yöntemlerini öğrenmek için çeşitli atölyelere sürekli devam ettim. İş hayatı ve sanatla ilgili yeti ve bilgilerimi hangi alanda bir araya getirebilirim diye düşünürken, Bilgi Üniversitesi’nde Kültür Yönetimi bölümünde yüksek lisans yapmaya karar verdim. İstanbul’a 2012 yılında taşındım, bu tarihten önce Farsça öğrenmeye de başlamıştım. Bu bahsettiğim ilgi alanlarım, SBF’li olmak, kültür yöneticiliği, doğduğum şehir, Farsça’ya ve özelde İran, genelde Ortadoğu kültürüne ilgim mezopArt’a giden süreci şekillendirdi diyebilirim.
mezopArt nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? Türkiye sanat dünyası içinde nasıl bir arayışa cevap vermeyi amaçlıyorsunuz?
mezopArt, kişisel hikayem ile başlamış, sonra aynı şeyleri dert edinen insanlarla büyümüş bir topluluk. Bu yüzden nasıl bir ihtiyaçtan doğduğunu kişisel gözlemlerim ve dertlerim üzerinden anlatabilirim. Nedir bunlar? Birbirimizi pek tanımıyoruz, yanı başımızdaki kültürlerin sahip olduğu zenginlik ve değerlere karşı en iyi ihtimalle bir şaşkınlık ve belki merak duyuyor, yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Doğu'da olana karşı Batı'dan aldığımız girdilerle değerlendirmede bulunuyoruz daha çok. Özellikle İran için bu çok geçerli. Hollywood filmlerinden tanıyoruz kapı komşumuzu ve bu biraz komik. Bu, oradan Türkiye’ye olan bakış için de geçerli çoğu zaman. Yani ne yapıyoruz? Aslında kendimizi yok sayıyoruz. Bizim kendi hikayelerimiz var, içimizden gelen farklı estetik ifade yöntemleri var. Bunlara neden alan açmayalım? Kesinlikle Batı'yı yok saymak değil dediğim şey, bu çok değerli ve olması gereken bir temas. Dünyanın hiçbir köşesini ve kültürünü yok sayamayız. Ancak ben kimim ve ortak paydam olan komşularım kimler, oradaki sanatçılar ne yapıyor? Nereden besleniyorlar? Bu sorular ve bu sorulardan alacağımız cevaplar mühim. Birbirimizle yeniden tanışmak ve barışmak hoş olmaz mı?
"Türkiye’de sanat dünyasının arayışı şunlardır" demek benim için çok iddialı. Tüm sanat dünyasının adına bir değerlendirmede bulunamam. Akıldan değil, hislerden yola çıkarak yapıyorum bu işi. Ve hislerim diyor ki; sanatçılar kendilerini ifade ederken -mış gibi yapmaya değil, özüne dönmeye ihtiyaç duyuyor ve biraz da farklı kaynaklardan beslenmeye.
İlk partner ülkeniz İran oldu. İran sanatıyla nasıl bir bağınız var? Türkiye'deki ilk kamusal çalışmalarınız neler oldu? Nasıl geri dönüşler aldınız?
2017 senesinin yarısında İran’daydım, orada yaşadım. Başından beri niyetim kültür sanat ortamını gözlemlemek ve bir şekilde dahil olmaktı. Burada oyunculuk derslerine katıldım, izleyebildiğim kadar oyun izlemeye çalıştım. Müzeleri, galerileri ziyaret ettim, sanatçılarla tanıştım. Tam Türkiye’ye dönüyordum ki, profesyonel ve tanınmış bir tiyatro olan Shieveh ile çalışma fırsatı doğdu. Görüşmeler yapıldı.
Yönetmenliğini Afsaneh Mahian’nın yaptığı, İranlı underground bir müzik grubu olan "Yellow Dogs"un hikayesini ve maalesef 2013 yılındaki hazin sonunu anlatan "Az Zir Zamin ta Poshtebam" oyununda, oyuncu olarak rol aldım. Bu süreç tabii ki hayatımı değiştirdi, çünkü artık kurumsal hayatı bırakmış ve sonu belli olmayan, ancak tam da içimden gelen bir yola girmiştim. Hem Farsça ve İran hem de tiyatro ve oyunculuk... Bu tecrübeyle daha çok sanatçı ile tanış oldum ve orada doğrudan üretimin içinde yer aldım. Aslında bu İranlı sanatçılarla ilk çalışmam değildi. 2011 yılında Mardin’de Kalkınma Ajansı’nda çalışırken Bahman Ghobadi’nin çektiği kısa filmin -ki bu kısa filmi Emir Kusturica, Guillermo Arriaga gibi dünyanın çeşitli ülkelerinden yönetmenlerin çektiği kısalardan oluşan Words with Gods filminden bilirsiniz- yapımında çalışmıştım. Kısacası İran sanatıyla ilişkim kişisel merak ve ilginin ötesinde, doğrudan üretime dahil olmayla gelişti diyebilirim.
mezopArt olarak yeni bir yapılanmayız ve şimdiye kadar “mezopArt Söyleşileri” üst başlığıyla iki etkinlik düzenledik. Bunlardan ilki nisanda, İranlı tiyatro ve sinema yönetmeni Reza Gouran’ı ağırladığımız"İran’da Tiyatro" başlıklı Salt Galata’da yaptığımız söyleşiydi. İkincisi ise, haziran ayında, yine İranlı sanatçılar Esha Sadr ve Ramin Etemadi Bozorg’u, A Corner in the World X Bomontiada ev sahipliğinde ağırladığımız "İran’da Çağdaş Sanat: Performans Sanatı" başlıklı söyleşi oldu. Mayısta ise 4'üncü Mardin Bienali kapsamında, İran ve Türkiye’den sanatçılarla “Sekmeler” isimli bir performans gerçekleştirdik. Nasıl geri dönüşler aldığımıza gelirsem, söyleşilerimiz büyük ilgi gördü. Sonrasında seyircilerden bu buluşmaların ne kadar değerli ve içeriğin de tatmin edici olduğuna yönelik yorumlar aldık. Bizim için de katılımcıların ilgisi, konuya ilişkin merakları ve seyirci çeşitliliği çok tatmin ediciydi. Mardin’deki performanstan sonra da yaptığımız işe dair övgüler almak bizi cesaretlendirdi.
Mardin Bienali'ndeki Sekmeler performansını biraz daha açalım. Mardin Bienali'yle çalışmayı neden tercih ettiniz? Nasıl bir çalışma oldu?
Mardin Bienali çok cesur bir girişim ve bu yıla kadar önemli bir kararlılıkla ve hep daha iyisini yaparak devam ediyor. Mardin’de bienal yapma fikriyle yola çıkan Döne Otyam ve bienalde büyük emeği olan Ferhat Özgür’ü buradan anmamak olmaz. Mardin’de çok değerli bir sanat buluşması yarattı Mardin Bienali ve benim için her zaman içerisinde yaratıcı tarafımla yer almak istediğim bir üretim alanı oldu. Bu yıl mezopArt projelerini oluştururken hayal ettiğimiz şeylerden biri de Mardin’de bu bienalde olmaktı. Biz Mezopotamya’dan konuşuyoruz. Kültürleri buluşturduğumuz işlerden birini orada gerçekleştirmek ve bu şansı yakalamış olmak çok heyecan verici. Üstelik sanatın sadece büyük şehirlerde ulaşılabilir ve görünür olduğu bir ortamda tam da biraz yok sayılan ve belki görmezden gelinen kültürlerden bahsederken daha doğru bir icra alanı olamazdı sanırım. Mardin’in büyülü atmosferinden hiç bahsetmiyorum bile, nasılsa Mardin son dönemde pek popüler olmaya başladığı için bloggerlar benim yerime bunu sürekli zikrediyor.
Sekmeler performansı ile seksek oyununu bir yaşam döngüsü olarak ele alıyoruz. Oyunun başladığı yere geri dönen ve sürekli bir sonraki aşama için yeniden başlayan bitimsizliğini, Doğu felsefesindeki döngüsellikle buluşturmaya niyet ettik. Bu performansı İstanbul ve başka şehirlerde de gerçekleştirmek istiyoruz.
Ahlar Senfonisi isimli bir projeniz yolda. Nereden doğdu bu çalışma? Orta Doğu'da kadın olmaya dair neler söylüyor?
Ahlar Senfonisi ilhamını sadece Ortadoğu'daki kadın olma hallerinden değil, dünyada kadın olma hallerinden aldı diyebiliriz. Bu anlamda oyunda dört farklı kadın gibi görünen tek bir kadın hikayesi var. Oyun, Havva'dan Pandora'nın kutusuna, Şahmeran'dan Medusa'ya bugünkü kadın kimliğini oluşturan birçok mitin, 21'inci yüzyılda nasıl şekillendiğine dair bir deneme niteliğinde. İki kadın şair, Didem Madak ve Füruğ Ferruhzad şiirleri ve ruhlarıyla oyunda yer alıyor ancak biyografik bir oyun diyemeyiz. Aslında oyun, bu iki şairin de birer metafora dönüştüğü, en baştan genimize işlenmiş mitlerden başlayarak, bildiğimiz güçlü kadın karakterlerle yeni bir hikâye yaratma düşü olarak tasarlandı. Seyircide ezbere bildikleri kadın hikayelerine dair yeni bir görme biçimi yaratabilmeyi umuyoruz.
mezopArt olarak bundan sonra ne gibi çalışmalarınızı göreceğiz?
Amaç edindiğimiz gibi sanatçıların tanışması, bir arada üretimi ve dayanışmasını sağlayacak çeşitli projelerimiz var. Bunların içerisinde bahsini etmiş olduğumuz İran-Türkiye ortak yapımı Ahlar Senfonisi oyunu için çalışmaya devam ediyoruz. Bunun yanında çeşitli başlıklarda söyleşilerimize yeni dönemde devam etmek ve bazı atölyeler düzenlemek de var. Ayrıca İran’dan ve Türkiye’den çeşitli sanat kurumları ve tiyatrolarla görüşüyoruz. Çeşitli projelerde birlikte yol alacak, iş birliği yapacağız.
Kültigin Kağan Akbulut'un haftalık sanat e-bültenine abone olmak için: https://www.getrevue.co/profile/kultiginakbulut