Kapımızdaki yabancılar ya da 'tarih öncesi köpekler havlıyor'
Cemal Süreya’nın ve ailesinin Erzincan’dan Bilecik’e sürülen amcası ile birlikte gitmeleri ile ilgili kurduğu cümle çok fazla insan merkezli ve onun her zamanki gibi dünyaya bakışını bir daha belirten bir değerlendirme olsa da; özellikle çocukların sürgüne ve göçe bakışını olağanüstü bir şekilde yansıtıyor. “Tarih öncesi köpekler havlıyor!” Cemal Süreya Erzincan’dan Bilecik’e kadar devam eden ve kamyon üstünde yapılan yolculuktan çocukluğunu hatırladığından böyle bir sonuç çıkarsa da; tarih öncesi köpeklerin yerine, dünyanın insan başta olmak üzere her bir şeyi konulabilir...
Halim Şafak
DUVAR - Günümüz dünyasının gerçeklerinden belki de en önemlisi durması ve durdurulması asla mümkün olmayacak göçtür. Ortadoğu’da ya da hemen onun yanında bir coğrafya olarak hem göçe memleket olanlardan ve göç edenlerden biriyiz hem de onun Avrupa’ya doğru uzanan geçiş yolu üzerindeyiz. Göçün dünyanın yaşadığı ve daha da yaşayacağı insanlık dramlarından biri olduğunu bugün iddia etmemiz bile gerekmiyor ama bu göç yolunda deniz ya da karada az bir zamanda binlerce insanın öldüğünü ve daha fazlasının da öleceğini ve bunun büyük ölçüde seyircisi olacağımızı çaresizce ve acıyla biliyoruz, seyrediyoruz, beğeniyoruz tam bir pornografiyle paylaşıyoruz.
Cemal Süreya’nın ve ailesinin Erzincan’dan Bilecik’e sürülen amcası ile birlikte gitmeleri ile ilgili kurduğu cümle çok fazla insan merkezli ve onun her zamanki gibi dünyaya bakışını bir daha belirten bir değerlendirme olsa da özellikle çocukların sürgüne ve göçe bakışını olağanüstü bir şekilde yansıtıyor. “Tarih öncesi köpekler havlıyor!” Cemal Süreya Erzincan’dan Bilecik’e kadar devam eden ve kamyon üstünde yapılan yolculuktan çocukluğunu hatırladığından böyle bir sonuç çıkarsa da; tarih öncesi köpeklerin yerine, dünyanın insan başta olmak üzere her bir şeyi konulabilir.
Çünkü bugün insanlık Ortadoğu’dan ya da başka coğrafyalardan dünyaya doğru duydukları korkuyu umuda çevirmeye çalışarak, en ilkel ve ağır şartlarda başlattıkları uzun ve bitmesi mümkün olmayan, ancak kamplarda, şehirlerin en yoksul mahallerinde yaşamaya ve daha iyi dünyaya ulaşmaya çalışanların yolda başına gelenler ve denizlerde boğulan binlerce insan düşünüldüğünde insanlığın tekrar etmekten bıkmadığı, adına göç denilen bütün zamanların en ağır trajedilerinden/zulümlerinden birini yaşıyor. Dünyaya bakarak (Çünkü: göç karşısında dünyanın en geniş kesimi her geçen gün daha fazla ırkçılaşıyor, ötekini ve onunla birlikte yaşamayı sonuna kadar reddediyor. "Bütün teröristler göçmendir" anlayışı her geçen gün daha fazla kitleler üstünde etkili hale gelip Giorgio Agamben’in demesiyle gelenler "insandışılaştırılırken" devletler, “Kitlesel göçün ardında adı konmamış dış güçler var” propagandasını daha fazla yapıyor) insanlığın bunu tarihi boyunca yaşamasının mümkün olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.
Zygmunt Bauman’a göre "Savaşların ya da despotizmlerin canavarlığından veya açlık ve beklentisiz bir varoluş yüzünden kaçan mülteciler modern zamanların başlarından bu yana diğer halkların kapısını çalıyor." (Kapımızdaki Yabancılar, çeviri: Emre Borca, Ayrıntı, Mayıs 2018) Yine ona göre bu Ortadoğu bölgesinin derin ve görünüşe göre umutsuz istikrarsızlaşmasının sonuçlarından biridir. Zygmunt Bauman buna katlandığımızı belirtirken kitlesel göçün duraklamaya uğramasının zor olduğunu bu yöndeki girişimlerin hem azaldığını hem de ustalaştığını da özellikle belirtiyor.
Bu aynı zamanda uzun sürmesi ve kalıcılaşması mümkün bir insanlık krizidir ve bu krizden insanlığın dayanışmasından başka çıkış yolu yoktur. İnsanlığın tarihin en başında ve kırda bıraktığı birlikte dayanışma ve yardımlaşmaya ve böyle yaşamaya bunun şehri belirlemesine yani insanlığın tekrardan benimsediği ortak değer haline gelmesine/getirmesine ihtiyacı var. Dünyanın her hangi bir yerinde trenle sevk edilen göçmenlere gıda vermek için vagonların peşinden çaresizce koşan kadınların bize duyurmaya ve hatırlatmaya çalıştığı tek duygu ve değer de budur.
Bu noktada atlanmaması gereken tek bir şey var ki o da hepimizin dünyanın artık temel gerçek ve sorunlarından biri haline gelmiş kentleşme ve kentleşmiş toplumda "neresinde yaşarsak yaşayalım yabancılarla karşılaşacak" olduğumuzdur. Bu olgu karşısında ise yine Bauman’a göre başarısız toplumlar “sadık, militan ve hırçın şekilde milliyetçi birini ararlar” ve Bauman, “küreselleşen gezegene kendini kapatma, çok zaman önce menteşelerinden çıkmış (yahut menteşeleri bozulmuş) ve dolayısıyla işe yaramaz hale gelmiş kapıları kapatma sözü veren” biridir ve dünya onlarla doludur.
Bunun dünyaya kastetmeye hazır ya da kasteden büyük bir güç olduğunu ve daha da güçleneceğini söyleyebiliriz. Her geçen gün bu yanını daha da öne çıkartan, göçe ve ötekine karşı şiddete başvurmaya hazır hale gelen, hatta başvuran ve çoğu zaman devletlerin de kendini dahil ettiği bu güç karşısında, bizim ve ötekinin hayatta yaşaması “Hayatta kalma ve yok oluş arasında tercihe zorlayan bu durum barış içinde, dayanışma işbirliğiyle, bizimkilerine benzer kanaatler ve seçimler yapan ya da yapmayan yabancılarla ‘yan yana yaşama’ kabiliyetimize bağlı”dır. Bunun için ilk yapılması gerekense “düşmanlığın yerine konukseverliğin ikame edilmesidir.” Dünyanın bu göçe dâhil olanların hayatta tutulmaya çalışıldığı bir kamp ve barınak haline geldiği bir zamanda, insanlığın Giorgio Agamben’in sözünü ettiği insanlığını tekrar geri çağırması yani yeniden insan olması da buna bağlıdır ve bunun içinde önce konuşmak gerekir:
“Ortaya çıkan engeller ne olursa olsun, konuşma her zaman anlaşmaya, bu şekilde de bir arada yaşayabilmeye giden en doğru ve alternatifsiz bir yol” dur. Bu noktada Appiah’ın “Şartlara bağlı olarak, sınırlar arası konuşmalar muhteşem veya siniri bozucu olabilir; fakat kaçınılmaz oldukları kesindir” demesi kadar Gadamer’in 'bütün anlamaların ortak diyalog içerisinde oluşan bir dil barındırdığını' belirtmesini de hatırlamak ve unutmamak gerekiyor.
Kapımızda bekleyen ya da çoktan içeri girmiş ötekiyle buna dair tarihten bugüne gelen o kötü sicile ve tarihe rağmen birlikte yaşamanın yollarını arayıp bulmak ve acilen hayata geçirmek yani birlikte yaşamak Zygmunt Bauman’ın “Kapımızdaki Yabancılar”la bize bıraktığı arzularından biri olması büyük çoğunluğun “telefon, tablet veya laptop ekranlarının başında duran ve sadece ‘viral’ ötekilerle etkileşime insanlar ahlaklarını uykuya yatırıp normalde kontrol altında tuttukları duyguları serbest bıraktıkları” bir dünyada fazla önemli de bulunmayabilir deyip bitirelim.