Kapitalizmin fabrika öncesi ayarları: Hortlaklar, hayaletler, zombiler

Kapitalizm, Colombus’un bu sefer dijital kodlarla optimize edilmiş gemisiyle yeniden yelken açmış gibi. Dolayısıyla kapitalizm fabrika ayarlarına değil, fabrika öncesi yoksulların, işçi değil cadı ya da zombi olduğu zamanlara: Temellük, müsadere, yersizleştirme, zorla göç ettirme, göçmenlik, göçmen-köle emeği ve çitlemeye dayanan ilksel birikim zamanlarına dönmüş görünüyor.  

Osman Özarslan osmanozarslan@gmail.com

Büyük belalar var gelecek, memleketin başına…
Düşüncenin gözünü dürten bir çöp bu
Roma’nın en parlak, en şanlı günlerinde,
Koca Sezar yıkılmazdan önce,
Mezarlar boşalmış, Roma sokaklarında
Kefenli hortlaklar kaynaşır, bağrışır olmuş.

W.Shakespeare, Hamlet

Zombiler, vampirler, kurt adamlar kapitalizm öncesi ile Ortaçağ sonrasında kalan kolonici dünyanın mitolojisidir. Eski dünyanın canavarları, ifritleri, ölmeyen, ölemeyen ya da öldürülemeyenler olarak ama insansı formlarda ve bizzat dünyada meskûn bir şekilde, gündelik hikayelere ve halk folklorüne girerler. [1]

Örneğin şatolarda yaşayan vampirler ölmeyenlerdir, ilk defa Haiti’de ortaya çıkan ve sonsuza kadar çalışmaya mahkûm edilmiş olan zombiler ise ölemeyenler… Merry Sheley’in hayali karakteri Dr. Frankenstein’in ucube yaratığı ise edebi olarak, hem ölmeyen hem de öldürülemeyendir ve 18-19. yüzyılda idam edilen ya da mezarlıklardan çalınan kadavralar üzerinde yapılan ölümsüzlük deneylerinin Avrupa’nın (özellikle yoksullarının) ruhunda yarattığı infialin derin kesiklerinden taşan kanla yazılmıştır.

Merry Sheley, bir yandan tıbbın karanlık yanını sorgulayarak gotik bir metin ortaya koyarken, kitabın dikkatlerden kaçan lejant ismiyle (Dr. Frankenstein) Ya Da Modern Prometheus tarafında, laboratuvarda yaratılmış yaratık imgesiyle, Avrupa endüstrisinin kentlerinde yaratılmakta olan kanlı, canlı, kaslı ve güçlü işçi sınıfının, Avrupa egemenlerinin bakış açısıyla çizilmiş simetrisinin eskizlerini ortaya koymayı arzular.

Floransa’dan Antwerp’e tüccarlık ve kolonicilik ile serpilen, hümanizma ve Rönesans ile medeniyetinin büyük başlıklarını kalıba döken burjuva Avrupa’nın imgelemindeki işçiler, henüz bir işçi sınıfı olmamışken; cadılar, kurt adamlar, vahşiler, barbarlar, ucubelerden oluşan bir zombiler topluluğudur. Yalnızca kolonilerde değil, kentlerde de öldürülmelerinde, açlığa terk edilmelerinde, işkenceye ve tecavüze uğratılmalarında bir mahsur yoktur. Konuşmak yerine hırlayan, bar-bar gürültü yapan, kokuşmuş, ahlaktan nasipsiz, erkeklerin hergele kadınların fahişe olduğu, domuzlar gibi çiftleşen, lümpen, hastalıklı, hırpani bir güruh ve onların doğumla değil def-i hacet ile meydana gelmiş pelte gibi çocukları.

Dünyanın bütün kötülükleriyle pazarlık etmeye hazır, ya da zaten bizzat her türlü ruhani ve dünyevi kötülüğün vücut bulmuş hali olan bu güruh, engizisyonda yargılanacak, cadı olarak yakılacak, şeytanla işbirliği yaptığı için kent meydanlarında atlara parçalatılması seyirlik bir temaşaya dönüştürülecek, kulağına mil çekilecek, gözlerine kurşun eritilecek, kolonilerde ölene kadar çalıştırılacak ya da Avrupa’ya Amerika’ya satılmak üzere getirilecektir.

Hülasa, hümanizma dediysek, burçların içinde yaşayan, burgerlere kadar. Geri kalan insansılar, insan türünü lanetli kılan, varoluşları Avrupa’nın mübarek sınıflarını tahkir eden, mitolojik canavarların şeytanla pazarlığından doğan ucubeler. Bu yüzden şeytan azapta gerek ve bu yüzden morglarda kadavra, laboratuvarda denek, kolonide canavar olan bu beden(ler) elbette, modern Prometheus olacaktır. Başka türlü söylersek, işçi sınıfı işçi sınıfı olmazdan önce, Avrupa’nın ve kolonilerin yoksulları, insan kılığındaki zombiler, kurt adamlar, cadılar, şeytana ruhunu satmış ifritlerdir ve işkence görmelerinde, ölmelerinde, öldürülmelerinde bir sakınca da yoktur.

***

Oysa, Komünist Manifesto kolonici dünyadan 2 yüzyıl kadar sonra şöyle başlar “Avrupa’da bir hayalet kol geziyor…” Frankenştayn’ın öldürülemeyen ama güdük bırakılan ismi konulmamış ama yazar tarafından modern Prometheus denilen ucubesi artık, kendisini yaratan sınıfa ve kendi elleriyle yaratılan sisteme rahmet okutmaktadır.  “Avrupa’da bir hayalet kol geziyor… komünizm hayaleti…” Bu gotik imgeyi bir başka imge takip eder, “kapitalizmin mezar kazıcıları, işçi sınıfı…”

İşçi sınıfı işçi sınıfı olmazdan önce, Ludizm, Çartizm, Blankizm, anarşizm, sendikalizm, Marksizm, terör, teoloji, reformizm, kölecilik karşıtlığı gibi oldukça geniş bir repertuarla insanlığı fethetti. Böylelikle, yoksullar zombi olmaktan kurtulup, insan haline geldi. Erkekler hergelelikten, kadınlar cadılıktan, çocuklar piçlikten çıktı. Ontolojik olarak insan kategorisi yaygınlaştı.

Ne var ki, insan insanlaştığı ölçüde, kapitalizm ve egemenler için bir hayalete dönüştü.

Yaklaşık 250 yıl süren sınıf mücadelesi sonunda işçi sınıfı, bir zamanlar ona insan olma hakkını da bahşeden sınıf niteliğini neredeyse tümüyle yitirdi. Örgütsüz, fikirsiz, dayanışmasız, atomize, güvencesiz bir güruh haline geldi. Kapitalizm, Colombus’un bu sefer dijital kodlarla optimize edilmiş gemisiyle yeniden yelken açmış gibi. Dolayısıyla kapitalizm fabrika ayarlarına değil, fabrika öncesi yoksulların, işçi değil cadı ya da zombi olduğu zamanlara: Temellük, müsadere, yersizleştirme, zorla göç ettirme, göçmenlik, göçmen-köle emeği ve çitlemeye dayanan ilksel birikim zamanlarına dönmüş görünüyor.  

Bunu bu imgelerin, gündelik hayatta zengin ve yoksul ülkelerdeki dolaşıma girme biçimleri üzerinden de takip edebiliyoruz. Günümüz kapitalizmi ya da modernliği için, canavarlar, ifritler, vampirler, zombiler, kapitalizmin metropollerinde ya da kabaca G-8 ülkelerinde, dijital oyunların, film senaryolarının ya da gotik edebiyatın en jenerik konularında en fantastik öğelerden birisi. Oysa, Afrika, Ortadoğu, Sahra altı, Latin Amerika, Balkanlar ve hatta Türkiye’de zombiler, vampirler, ucubelere ait efsaneler, her geçen gün daha çok dolaşıma giriyor...

Dünyanın bir kısmı ütopya filmlerinin senaryolarını andırır şekilde, hiper zengin 3-5 şirketin bütün zenginliği tıpkı bir vampir gibi kendi menkul ve gayri-menkul yapılarına aktardığı kentlerde yaşarken, dünyanın kalan kısmı, bu ütopyanın paralelinde ilerleyen dis-ütopyada Kafka’nın böceği gibi, faraşla öldürüleceği ve süpürülüp atılacağı günü bekliyor. Ölmeyen sermayenin, ölemeyen insanları. Neo-liberal kapitalizmin, dijital çağ derken insanları koloni dünyasına, onun insafına, imgelemine ve mitolojisine terk etmesi.

Türkiye’de taşeron işletmenin kömür madencisi, Ukrayna’da taşıyıcı anne, Balkanlar’da böbrek tarlası, Çin’de kapsülde ebeveynsiz doğmuş bebek, Ortadoğu’da lejyoner, Hindistan’da patentli tohum, Afrika’dan Avrupa’ya kaçırılan çocuk, Avrupa’da sperm ve yumurta pazarı.

Tüm bunları entelektüel olarak destekleyen üniversiteler, fonlayan sivil toplum örgütleri, kuluçkalayan firmalar, hukuki olarak koruyan mahkemeler ve yasalar, meşrulaştıran medya dünyası… Kategorik insan ontolojisinden, et, doku, sperm, kan ve yumurtadan oluşan, harcanabilir çıplak hayata, koloni hukukuna büyük geri sıçrama. Yeniden vampirlerin, zombilerin, canavarların, cadıların dünyası…

***

Böyle bir dünyada, kader diye bir şey varsa, kader, ne kadar diplere bastırılırsa bastırılsın, ne kadar gizlenirse gizlensin, üzeri ne ile kapatılırsa kapatılsın, hiçbir suçun sonsuza kadar gizlenememesidir.

Bilhassa Türkiye’de sermaye vampire, yaşayanlar zombiye dönüşürken, adaletsizliğin ve zorbalığın değişik biçimleriyle yaşamını yitirmişlerin dosyaları o kadar bastırılıyor ki, onların hortlamadan kamuoyunun karşısına gelebilmesinin neredeyse imkânı yok.

Gizlenmiş Danıştay ve ÇED raporlarının grizu patlaması ya da sel baskınlarıyla birdenbire yurt sathına yayılması, gizlilik zırhıyla korunan dosyaların bir mafya babasının ifşalarıyla Netflix dizisine benzer seyirlik bir temaşaya dönmesi, asit kazanlarında eritilen, helikopterlerden atılan ya da toplu mezarlara gömülenlerin bir itirafçı aracılığıyla hortlayıp çıkmasıdır kader. Üstelik, en münasebetsiz zamanda, en olmayacak yerde.

Bu yüzden muktedirler mütemadiyen ellerini göğe kaldırıp “inna ileyhu raciun” diyorlar “ecmain” diyorlar “kader” diyorlar. Peki ya sair zamanda mezarlıkta ıslık çalarak cesaretini gösteren ‘seküler’ muhalefetin, Perseus’un kulaklara kadar indirildiğinde görünmezlik sağlayan külahını kullanması gibi, işler ciddiye bindiğinde, başörtüsünün, ya da bayrağın altında kendilerini görünmez yapmaya çalışmalarına ne demeli?

Sonuçta insanın bir kaderi vardır, insan olmak! Eğer bunu gerçekleştiremezse, geriye gerçeğin yalnızca hortlayabildiği, bir tane yazısı olan kaderin elinde oyuncak olmak kalır. Gerisi bir kaderden bir başka kadere…[2]

[1] Bu konuda daha ayrıntılı okuma yapmak için:

G.Agamben, Homo Sacer ve Çıplak Hayat

D.Macnally, Piyasanın Ucubeleri Zombiler Vampirler ve Küresel Kapitalizm

[2] Bkz. Zeynep Sayın, Ölüm Terbiyesi

Tüm yazılarını göster