Kapitalizmin karanlık yüzü: Hırsız

Fuminori Nakamura 'Hırsız’da, ataerkil sistemin içinde güç ve güçsüzlük, tanrı ve insan kavramlarını tartışmaya açarak, sistemin her şeye rağmen işlemeye devam ettiğini anlatıyor. 

Abone ol

Gaye Keskin

Fuminori Nakamura’nın Kenzaburo Oe Ödülü sahibi kitabı 'Hırsız', 2017 yılında Doğan Kitap’tan çıktı. Nakamura’nın İngilizceye çevrilen ilk kitabı olma unvanını taşıyan 'Hırsız, Türkçe’ye de Japonca aslından değil, İngilizce çevirisinin Mehmet Gürsel tarafından çevrilmesiyle kazandırıldı.

Nakamura 'Hırsız’da, bizi ana karakter Nişimura’yla, geçmişe açılan kısa bir pasajdan hemen sonra Tokyo sokaklarında ve daha çok tren garlarında yankesicilik yaparak geçen hayatının rutininde tanıştırıyor. Nişimura’nın yankesicilikte nitelik kazanan becerileri henüz ilk sahnede bizi temposu yüksek bir maceraya çağırıyor. Nişimura’nın geçmişine ve geleceğine dair gizem perdesini zaman zaman kaldıran Nakamura, aklımıza müphem imgeler yerleştirmeye ve gerilimi dinamik tutmaya özen gösteriyor.

Şair Bertolt Brecht’in "Bir banka soymak, bir banka açmaktan daha büyük bir suç değildir," sözüne ve kader mefhumuna yaslanan felsefesiyle, Nakamura 'Hırsız'da psikolojik bir bataklık yaratıyor.

TOKYO SOKAKLARI, KULE VE NİŞİMURA

Ana karakter Nişimura’nın adını kitap boyunca yalnızca bir kez kullanan Fuminori Nakamura, bizi yankesiciliğin başlayan, gelişen ve devam eden heyecan verici ayrıntılarında gezdirirken Nişimura’nın ailesine dair hiçbir kavrama yer vermiyor. Bu bağımsızlığın yarattığı menfi sonuçlar, kitabın bağlamında hikâyenin gövdesini oluşturarak Nişimura’nın yolunu karanlık dünyaya veya başka bir ifadeyle Kizaki’ye çıkarıyor.

Nişimura, Kizaki’yle yolu yeniden kesişmeden önce yankesicilik yaptığı ilk zamanları anlatırken, yaşadığı buhranı, kaygıyı ve bilinmezliği aşma yolu olarak karşısında beliren ve sivri ucu gökyüzüne uzanan kuleyi gördüğünden bahsediyor. Bu noktada Nişimura, Japonya’nın savaş sonrası büyük bir ekonomik güç olarak ayağa kalkışını simgeleyen Tokyo Kulesi’ni kendisine bir kurtarıcı veyahut farklı bir anlatı ile ebeveyn olarak içselleştiriyor.

Hırsızlık yaptıktan sonra parmaklarında oluşan hissizliği ve bu hissizlikten kurtulma çabasını, ahlâken yanlış davranmasına bağlayan Nişimura, parmaklarının yankesiciliğe elverişli duruma gelmesini de yaptığı işin modifikasyonu olarak düşünüyor.

Tüm bu bağlamların dışında, Nişimura hırsızlık yaptığı ilk anları hatırlarken, şu cümlelerle bize yaptığı şeyin gerçekten ahlâken yanlış olup olmadığını düşündürüyor: "Yine de yaptığım işte hiçbir kötülük görmez, kendimi suçlu hissetmezdim. Büyüyordum, vücudum daha çok gıdaya gereksinim duyuyordu; bir şeyi alıp yemenin nesi yanlış, bir türlü anlamıyordum. Diğer insanlar kuralları kendileri icat etmişlerdi."

Hırsız, Fuminori Nakamura, Çevirmen: Mehmet Gürsel, Doğan Kitap, 2017.

NİŞİMURA’NIN EMPRESYONİZMİ

Nişimura, kitabın ilk sahnesinde profesyonel bir yankesici olarak bize çevresindeki en zengin kişiyi nasıl saptadığını ve büyük becerisiyle onun cüzdanını çalmayı nasıl başardığını anlatıyor. İkinci bir soygunu da hemen ardından gerçekleştiren Nişimura, cüzdanların içinde ne olduğunu görmek için girdiği mağazada cebinden çıkan ve çaldığını hatırlamadığı başka bir cüzdanla karşılaşıyor. Fuminori Nakamura’nın aklımıza merak tohumlarını ektiği ve olacaklara dair sinyal verdiği bu bölüm, ilk anda Nişimura’nın unutkanlığını düşündürse de hikâyenin felsefesinde yatan kader manipülasyonuna güçlü bir gönderme barındırıyor. Kitabın daha ilerideki bir sahnesinde, Nişimura’nın köpekli kadına bakarken fısıldadığı şu cümleler de bu tekinsizliğin niteliğini arttırıyor: "Tombul köpeği telefon direğini hummalı bir şekilde koklarken, genç kadının gözü hâlâ üstümdeydi. Ben de ona dik dik bakınca köpeğine bir şeyler söyleyip uzaklaştı oradan. Etraf karanlıktı, belki de genç kadın bana değil, arkamdaki bir şeye bakıyordu."

Nişimura’nın geçmişinde kalan ve onun için büyük önem taşıyan İşikava ile Saeko, tetikleyici anlarda onun zihninde var oluyor ve Nişimura geçmişin kabuklarını yavaş yavaş soyarken, Saeko’ya karşı duyduğu aşk ve İşikava’nın mutlak kaderine giden yolculuğu gün yüzüne çıkıyor. Öyle ki yalnızca zenginleri soymayı amaç edinen Nişimura, Saeko’nun acısıyla başa çıkmak zorunda kaldığında zengin fakir ayırt etmeksizin yankesicilik yaptığı bir buhran anından bahsediyor. Nişimura için çalmanın nesnel anlamı bu kısımda daha açık şekilde ortaya çıkıyor.

İşikava ve Saeko’nun düşleriyle yaşayan Nişimura’nın yalnızlığı, bir market alışverişi sırasında sistemin çarkları içinde savrulan seks işçisi kadın ve onun küçük oğluyla bölünüyor. Nişimura’nın yankesicilik yapan küçük çocuğa duyduğu kaçamak ilgi, onun geleceğini kendisininkinden farklı yöne sürükleme çabası ve gösterdiği direnç hikâyenin alt metninde bağlılık imgesinin zayıflatıcılığına yaslanıyor.

Nişimura’nın çocuğa karşı gösterdiği tüm iyi niyet, yine de seks işçisi anneyle arasındaki alışverişin önüne geçemiyor. Bu noktada Fuminori Nakamura, çarkların dönmeye devam ettiğini ve herkesin buna katkı sunduğunu ustaca bize aktarıyor. Hikâyenin bu kısmında, üzerine tanrısal gömlek giyen Kizaki, Nişimura’nın hayatına uzun yıllar sonra yeniden dahil oluyor ve onun tüm iplerini eline alıyor. Kizaki’nin kurduğu şu cümlelerle yazar bizi toplumdaki etik değerleri sorgulamaya itiyor: "Bu senin kaderin… Kader, güçlü, zayıf arasındaki ilişki gibidir, sence de öyle değil mi? Dine bak mesela… Yehova’ya tapan İsrailliler… Ondan neden korkuyorlardı? Tanrılar güçlüydü de ondan, öyle değil mi? Tanrılara inanan herkes, bir yere kadar korkar onlardan. Tanrılar bu nedenle çok güçlüdürler."

Kizaki, yıllar önce bağımsızlığı sebebi ile tercih ettiği Nişimura’nın bu kez küçük çocukla gelişen bağımlığından faydalanıyor ve ondan üç şey talep ediyor. Ömrü boyunca belki de ilk kez başkalarını korumak mefhumuyla tanışan Nişimura, hayatını Kizaki’nin avuçlarına koyuyor ve ona ait şeyleri çalınmaya bırakıyor. Fuminori Nakamura, bu noktada asıl hırsızın kim olduğunu ve ne olursa olsun istediğini almaktan geri durmayacağını bize gösteriyor.

MANİPÜLASYONUN GÜCÜ

'Hırsız’da, ataerkil sistemin içinde güç ve güçsüzlük, tanrı ve insan kavramlarını tartışmaya açarak, sistemin her şeye rağmen işlemeye devam ettiğini, ona gösterilen direncin kontrol edilebilirliğin içinde sonuçsuz kaldığını, İşikava’dan Nişimura’ya ve ondan da küçük çocuğa miras kalacak mutlak kaderi anlatıyor Fuminori Nakamura. Arka planda süregelen Tokyo’nun keşmekeşini, alt ve üst arasındaki statü farklılıklarını, kadere direnen ve kendilerine başka bir yol arayan insanların çekinceli mücadelelerini gösteren Nakamura, manipülasyonun gücünü ve küçük insanların büyük insanların elinde neye dönüşebileceklerini gösteriyor.

Kitabın son cümlesi olan, "Kanlı para bir an güneş ışınlarını kesti, yolundan sapma umudu taşıyormuşçasına havada gizemli bir şekilde parıldadı" ile Nakamura, ana karakter Nişimura’nın sonunu meçhule bırakırken, onun hırsızlık yaparken yakalandığı ve aşağılandığı ilk anda söylediği şu cümlelere reverans veriyor ve bizi gördüklerimize başka bir pencereden bakmaya çağırıyor: "Işığın gözünü almasını engelleyemiyorsan, yapacak en iyi şey ters yönde gitmektir."