Şu sıralar iki ayrı ülkede, Türkiye’ye bağlanan, iki farklı kara
para soruşturması yürüyor. Bu dosyaları inceleyeceğiz. Ama
gırtlağımıza kadar battığımız suça dair yeni bilgiler vermek için
değil. Organize suçun Türkiye’nin toplumsal, siyasal ve iktisadi
değişimine uygun olarak geçirdiği evrimi biraz daha anlayabilmek
için…
Türkiye’nin bugünkü haline bakarken daima hatırlanması gereken
bir ekonomi politikçinin, artık pek de hatırlanmayan kitabından
alınmış şu cümleleri, organize suçu tartışırken baş köşeye asmalı:
“Örgütlü suç, ceza yasasının zincirlerinden kurtulmuş, medeni
hukuku ve ticaret hukukunu benimsemiş kapitalizmdir.” Bu sözler,
1995 yılında ölen Marksist kuramcı Ernest Mandel’in özel tutkusu
olan polisiye romanları incelediği “Hoş Cinayet” adlı
kitabından alındı. Organize suçu bir yozlaşma olarak görmez Mandel,
sermaye birikimiyle beraber tartışır.
Buraya döneceğiz. Şimdi örnek vakalara geçelim.
İSVİÇRE VE KOLOMBİYA ÖRNEĞİ
İsviçre’deki gazeteler geçen hafta KKTC Cumhurbaşkanı Ersin
Tatar’ın bir fotoğrafını yayınladı. Yanında ülkenin en tehlikeli
mafya gruplarından birisinin patronu duruyordu. Büyük bir bahis ve
kumar çetesi ortaya çıkarılmıştı. Milyonlarca İsviçre Frankı
düzenli olarak Türkiye’ye aktarılıyordu. Çete üyeleri sık sık
tatile geliyorlar, lüks harcamalar yapıyorlar, bol bol
eğleniyorlardı. Sosyal medya hesaplarından Tatar ziyaretini
paylaşacak kadar rahatlardı yani.
İsviçre’nin araştırma dosyalarıyla ünlü Reflekt’in
ülkenin baş gündemi haline gelen haberi, iktidar yanlısı gazete ve
televizyonlar hariç, Türkiye medyasına da düştü. Operasyon, 2019’da
makinelerle kumar oynanan bir merkeze yapılan baskınla başlamış,
AntePAY adlı ödeme sistemi üzerinden kara para aklandığı
belirlenmişti. Çete ağını KKTC’ye de yaymak niyetindeydi.
Olay burada bitmiyordu. Ucu bir süredir Türkiye’nin suç
listesinin baş sıralarında bulunan Daltonlar çetesinin lideri Barış
Boyun’a kadar uzanıyordu. Beyoğlu’nda torbacılık ve haraççılıkla
başlamış, motosikletli infaz timleriyle İstanbul’da nam salmış ve
kısa sürede Gürcistan’dan İspanya’ya uzanan bir coğrafyada ‘küresel
tetikçi’ olmuştu. Sırp mafya lideri Jovan Vukotiç’in, 9 Eylül
2022’de İstanbul’da öldürülmesinin şüphelisiydi. Türkiye’nin
kırmızı bültenle aradığı Boyun’un, Temmuz 2022’de, AntePAY ile para
aklayan çetenin restoranına yaptığı ziyaretin fotoğrafı da
soruşturma çerçevesinde ortaya çıktı.
Diğer vakamız ise Kolombiya’dan. Mart 2022’de Meksikalı ve
Kolombiyalı bir grup kartelin birleşmesinden oluşan ‘La Gran
Alianza’ adlı kokain konsorsiyumunun yöneticilerine operasyon
yapıldı. Yıllardır aranan baş patronlar yakalandı. ‘Martin Bala’
lakaplı baronun, ‘La Mona’ lakaplı kız kardeşinin uyuşturucu
parasını aklamak için paravan şirketler kurup yönettiği belirlendi.
Paranın çoğu Avrupa’nın yanında Çin, Türkiye ve Hong Kong’daki
şirketlerle nişasta bazlı tarım ürünleri, kahve vb. ticareti
yapılmış gibi gösterilerek aklanmıştı. Kolombiya-Türkiye hattıyla
alakalı son yıllarda öğrendiklerimiz düşünüldüğünde, şaşırtıcı
gelmiyor elbette.
Peki bunlar ve bugüne kadar ortaya çıkan onca irili ufaklı olay
bize ne anlatıyor?
‘MİLLİ’ MAFYANIN KÜRESELLEŞMESİ
Doğrudur; bizim topraklar elalemin baronunun, katilinin,
oligarkının ‘cennet vatanına’ dönüştü lakin, bizim suçlular da
basbayağı küreselleşti. Tetikçilikten para aklamaya, uyuşturucu
sevkiyatından finansal, bilişim, bürokratik vb. hizmetlere küresel
tedarik zincirinin parçası oldular. Bir ‘suç enternasyonalinin’
içinde iş görüyorlar, rekabet ediyorlar. İşte burası organize suçun
evrimine dair bir şeyler söylüyor.
Organize suç genelde, bürokratik/siyasi yozlaşmanın bir parçası,
hukuki normların belirsizleştiği dönemlerde devletin başvurduğu
rutin dışı aparatlar olarak değerlendirilir. Çetelerle malul
Türkiye tarihine bakınca doğru da görünür bunlar. Ancak Mandel’in
dikkat çektiği esaslı bir konu hep eksik kalır. O da sermaye
birikiminin yasalarından bağımsız bir organize suç faaliyeti
olamayacağıdır.
Nitekim İttihatçı Kara Kemal’in şiddetle, cinayetle kurduğu iaşe
sisteminin bir despota karşı girişilen siyasi mücadeledeki
belirleyiciliğinden, azınlık mallarına çökülmesine; silah kaçakçısı
Abuzer Uğurlu’nun 12 Mart generalleriyle, bakanlarla kurduğu rüşvet
ilişkilerinden, Özal’ın kaçakçılardan turizmci, tekstilci
devşirmesine; siyasi cinayetlerle uyuşturucunun el ele yürüdüğü,
bankalara, özelleştirmelere sıçrayan Susurluk pratiğinden bugüne…
Geçmişe şöyle bir bakınca bile neyin organize suç, kimin suçlu
olduğunun iyice karıştığı, istisnai değil, süreklilik arz eden bir
‘evrim şeması’ çıkar karşımıza.
Bu tarihsel dizilimi şöyle de okuyabiliriz: Milli burjuva
yaratma (Kara Kemal), ithal ikameciliğin döviz, iç pazarın kara
borsa malı ihtiyacı (Abuzer Uğurlu), ihracat için döviz talebi ve
yeni tüccar sınıfı (Özal’ın kaçakçılarla ilişkisi), finansal
serbestleşmeye geçiş, faiz-enflasyon-arbitraj gelirleriyle rantiye
sınıfının güçlenmesi, özelleştirmeyle kamu malı paylaşımı
(Susurluk).
İşte organize suçun bugünkü manzarasına da Cumhuriyet rejiminin
bir nebze dahi olsa halkın refahını, çıkarını gözeten anlayışının
yarım asırdır adım adım piyasanın, şirketlerin, gücü ve serveti
elinde tutanların çıkarına doğru evrilmesinin doğal bir sonucu,
hatta bunu sağlayan dinamiklerden birisi olarak bakmak lazım.
1970’lerle beraber uyuşturucunun, Siyasal İslam’ın, kontrgerillanın
ve Ülkücü cinayet aparatlarının eşzamanlı olarak, sermayenin
alkışladığı iki askeri darbenin demir yumruğu vasıtasıyla devletin
bünyesine enjekte edilmesinden sonraki siyasi, iktisadi değişim ve
toplumun anatomisinde sebep olunan deformasyon ortada.
Son 20 yıllık süreçte de bu eğilim kendini bir rejim olarak inşa
etti zaten. O rejim; Anayasa’da zeytin ağacını sökemezsin yazarken,
söküyor. Kıyıları satamazsın derken, satıyor. Jandarmayı, polisi
şirketlerin özel güvenlik gücü olarak kullanıyor. Kamu
kaynaklarını, kadrolarını keyfince dağıtıyor. Yolsuzluğu, rüşveti
teşvik ediyor. Tecavüzcüyü, trafik magandasını, katili affediyor.
Yani bütünüyle ceza hukukunun zincirlerinden azade oluyor. Böylece
devlet, siyaset, bürokrasi, şirketler, organize suçun hukuki
statüsünde eşitlenmiş oluyor. Hep beraber ekonomiyi büyütüp
paylaşmaya odaklı bir ortak yaşam kuruyorlar.
GÖKTEN YAĞAN KUDRET HELVASI
Türkiye ekonomisi ezelden beri ucuz maliyetli kaynakla çarkları
döndürüyor. Hele şimdiki iktidarın bekası da buna bağlıyken, bir
küresel ticaret olarak organize suç geliri, gökten yağan kudret
helvası gibidir.
Organize suç örgütleri eken, biçen, taşıyan, satan, koruyan,
kollayan, öldüren milyonlarca istihdam barındırıyor. Denizaşırı ve
kara yolu lojistiğini canlandırıyor. Uçaklar, arabalar,
mücevherler, villalar, arsalar satın alıyor. Lüks otellerde kalıp
eğlence hayatını, turizmi besliyor. Bankalara paralarını yatırıyor.
En iyi yazılımcıları, avukatları, muhasebecileri tutuyor. Şirketler
kuruyor, hisse senetleri ediniyor. Kısaca ceza yasasından
kurtulduğu anda bütünüyle ticaret yasalarına uyum sağlamış dört
dörtlük bir serbest piyasa işleyişi.
Yeter ki kirli para satın almaya başlasın, değerlenecek alanlar
bulsun. Tam orada suç gelirleri ‘kara para’ olmaktan çıkar;
siyaseti, ekonomiyi ve toplumsal yaşamı belirleyen tertemiz bir
kapitale dönüşür!
Dolayısıyla organize suçun izini sermayeye kadar sürmeyen her
tutuklama, her yargılama, her enseye basıp gözaltına alma, ancak
bir ‘piyasa regülasyonu’dur. Yeni bir nizam verilir; rekabete
aykırı davrananlar, devletin şiddet tekeline ortak olmaya
çalışanlar, sürekli ceza yasasının radarına takılanlar ayıklanır,
birikimin sıhhati ve güvenliği yeniden tesis edilir.