'Kara saçlarını kesen' Gülten Akın...
Gülten Akın’a daha ilk şiirlerinden itibaren İkinci Yeni içerisinde farklılık, önceki kuşakların birikimi ve deneyimi karşısında da özgünlük sağlayan önemli bir özelliği vardır. Şiirinin kaynaklarıdır bu…
DUVAR - Şiire katkısı olmayan şairin raf ömrü olsa da şiir ömrü yoktur. Gülten Akın yalnızca şiirleriyle yaşayan bir şair olalı (4 Kasım 2015) uzun zaman geçmedi. Ama çok daha uzun yıllar şiirleriyle yaşayacağını, yapıtlarının şiire olan katkısı açıkça kanıtlıyor. Şiire katkı, tümel olabileceği gibi tikel olarak da gerçekleşebiliyor. Kimi şairler, var olana kendi şiirsel anlayışlarıyla birlikte eklemlenir. Kimi şairler tüm düzeni yerle bir eder, yeni ve kendisine ait bir şiir kurar. Gülten Akın, İkinci Yeni dalgasının yükseldiği, eski şiirin ve düzeninin yıkılıp yerine yeni bir şiirin kurulduğu dönemde başlar şiire. 1953’te yazılmış “Bir Mevsim Bir Dal İki Serçe”de yeni şiire dair her şey vardır. Şiirin ikinci dörtlüğünü birlikte okuyalım:
Biz dalda iki garip serçeİki kişi birbirini anlıyordu
- Çiçeklere dokunmak yasak -
Bekçi yalan söylüyor biliyorduk
KARA SAÇLARINI KESER, ŞİİRİNİN DORUĞUNA ULAŞIR...
İkinci Yeni dalgası güçlüdür. Kimi nereye sürükleyeceği biraz da şairine bağlıdır. O, genç bir şair olarak nerdeyse hiç sürüklenmeden, yüzerek zaman içinde kendi şiirinin kıyısına varmayı başarır. Belki de daha başlangıçta İkinci Yeni dalgasıyla olsun, daha önceki şiir birikimiyle olsun, başa çıktığı takdirde var olacağını sezmiştir. Bu da kendi şiirini yaratması demektir. Genç şair, şiire giden yolları arayan kişidir. Amacını şiir olarak belirleyen ve yolunda yürümekte ısrar eden her genç şair, eninde sonunda menzil olarak belirlediği o eşiğe gelir. Gülten Akın’ın tez zamanda kendi şiirini kurduğunu görüyoruz. Öyle ki ikinci kitabı “Kestim Kara Saçlarımı” (1960) yayımlandığında, ulaştığı şiirin eşiğini çoktan aşmıştır.
Gülten Akın’a daha ilk şiirlerinden itibaren İkinci Yeni içerisinde farklılık, önceki kuşakların birikimi ve deneyimi karşısında da özgünlük sağlayan önemli bir özelliği vardır. Şiirinin kaynaklarıdır bu… Şiirinin kaynakları bir şairi nasıl özgün yapar sorusunun yanıtı merak edilebilir elbette. Gülten Akın’ın şiirleri, bu sorunun aslında hiç de çetrefilli olmayan yanıtını tüm açıklığıyla vermektedir.
HALKTAN HALKIN İÇİNDEN BİRİ...
Başlangıcında olduğu gibi sonraki dönemlerde de modern Türkçe şiirin Fransızca, İngilizce, Almanca gibi dillerin şairlerinin etkisinde kaldığı ve o etkiyle geliştiği görülür. Akın, İkinci Yeni dalgası içerisindeyken ve sonrasındaki süreçte de şiiriyle ilgili tüm kaynakları Türkçenin kapsama alanında bulmuş bir şair olmuştur. Bu, başlangıcından itibaren önemli ve ayırt edici bir özellik olarak dikkat çekicidir. Böyle bir ortamda Gülten Akın’ın Türkçenin kaynaklarıyla bağlantısı ve daha da önemlisi keşfi önemlidir. Keşfi evet; çünkü Gülten Akın aynı zamanda Türkçenin halk şiiri birikimini de keşfe çıkar. Ancak tavrı, kendisinden önce bu girişimi başlatmış olan folklorcu isimlerden farklıdır. Onun halk şiiriyle kurduğu ilişki ne Cahit Külebi’ye, ne Bedri Rahmi Eyüboğlu’na benzer. Her şeyden önce kaynağı karşısında elitist, hegemonik, hiyerarşik bir yaklaşımı yoktur. Halktan, halkın içinden biri olarak tutum alır. Kendisinde içkin olan dili ve birikimi geliştirir, dönüştürür, günceller ve şiire aktarır.
Özü itibarıyla Türkçe, hamurunda şiir olan bir dildir. Bunu söylerken niyetim Türkçeyi ne yüceltmek ne de üstün göstermek; yalnızca varlığını şiire borçlu bir dil olduğunun altını çizmek. Öyle ki Türkçenin en önemli kaynakları olarak Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın ve benzeri şairlerin, halk şairlerinin şiirleri ve halk edebiyatının diğer ürünleri gösterilir. Kısaca Türkçe dili halk şiiri ve edebiyatı denilen kaynağın ürünüdür. Şiirin Türkçe için ne derecede önemli olduğunu vurgulayan bu bilginin hatırda tutulmasının kültürel ve başka toplumsal sorunlar üzerine düşünürken de katkısı olacaktır. Gülten Akın bunu keşfetmiştir. Türkçenin hamurundaki şiiri görmüş, bilmiş, kendisini orayla sıkı sıkıya ilişkilendirmiştir… “Göl” başlıklı şiirindeki şu iki dizenin de bize söylediği gibi:
dilini denedimgömü diplerdeydi, yüzeyi açıkladı
Eğer Gülten Akın’la, onun şiiri ve yapıtlarıyla ilgili konuşuyorsak öncelikle kaynaklarını, dilinin kökensel bağını hatırlamamız gerekir. Çünkü o modern Türkçe şiirde ilk döneminden son anına kadar kaynaklarıyla teması sürekli ve sıcak tutarak sürdüren bir şair olmuştur… Bunu şu şiiriyle de örneklemek mümkün diye düşünüyorum:
Hallac kendim, Nesimiyim, öyle inandım kiTenimin dışına çıktım
Gülten Akın şiire bir başkaldırıyla girmiştir. İsyanının nedenini, niçinini, nasılını da daha ilk kitabında yer alan “Evdeki Kadının Şiiri”nde söyler bize:
saklayıp başını bağasınaölü gibi dursun istendi
öteki kadınlar bir yerlerden
şakıyıp gelirlerdi
bakışlar, bir erkek bir kadın
yoğun elektrik, havai sözler
o dışa düşendi
Aslında bunun gibi isyanın denizinde buluşan çok çay vardır Gülten Akın’ın şiirinde. İşte, onlardan biri olan “Gece Şiirleri”nden bir bölüm:
Geceyi ilkin kim gördüSirvatla agopla mariyle biz
bi tuhaf günlerdi, sınıf
hepimiz ilkokuldaydık
Yukarıdaki dizeleri yakın tarih bilgisi olanlar için yorumlamaya gerek yok elbette. Şairin dilinin coğrafyasında cinayetten, işkenceden, soykırıma kadar sayabileceğimiz yaşanmadık acı mı var? Bu şiirin de; zulmün, kıyımın, acının, yasın, kederin kısaca insanla ilgili hiçbir şeyin kişisel olmadığıyla ilişkilendiğini belirtelim. Gülten Akın’ın hayata, dünyaya yaklaşımının temelini oluşturur bu bakış açısı. Düşüncesinin, duyarlılığının ve şiirinin de yaslandığı düşüncedir bu. Açıkça dile getirir: Acı da, yas da, keder de bireysel olduğu kadar toplumsaldır. “Kent Bitti” başlıklı şiirinde de bunu söylediğini düşünüyorum. Şiirden bir bölüm aktarıyorum:
erkeklerkanına alkolden kıymıklar batıran
erkekler doğuyor çılgınlıklarından
kadınlarsa
kapatıp kendilerini rahimlerine
sırlarıyla oynuyorlar
Herkesin, her şeyin, dilin, şiirin, geçmişin, geleneğin, kültürün, iktidarın, muhalefetin, hatta kadının bile erkek olduğu bir dönemde ve ortamda Gülten Akın’ın şiir yazması, yayımlatması her şeyden önce bir cesaret örneğidir. Hem cesareti hem de kadın olarak söz alıp şiirde ben de varım demesi, üstelik bunu kadın sesinden, duygularından, duyarlılığından ödün vermeksizin gerçekleştirmesi çığır açıcı bir girişimdir. Aradan geçen zamanla birlikte oluşan deneyim ve birikim de bu gerçekliği tüm yalınlığıyla ispatlamaktadır. Tüm zorluklarına, engellerine karşın Gülten Akın modern Türkçe şiirde ilk kadın şair olmayı başarmış ve bu öncülüğün gereğini de yerine getirmiştir. Eğer Gülten Akın ve şiiri üzerine düşünüyor, yorum yapıyorsak bu gerçeğin altının mutlaka çizilmesi gerekir. Şairin ilk kitabının adı da olan “Rüzgâr Saati” (1956) başlıklı şiir kadın duyarlılığını ve tavrını yansıttığı tipik bir örnek oluşturur:
Adam senin böyle ilk gündüzdenSulayıp biçtiğin çayır çimen
Üç güne kalmaz tazelenir
Adam senin böyle kuşluk vakti
Ürküttüğün serçeler -iş olsun-
Akşama kalmaz unutur
Benim bir nokta kırılmışlığım
Gözlerimin ardında büyür durur
Gülten Akın’ın şiirinde sahneler vardır. Kederden boğulurken de, umudu savunurken de duygu ve düşünceler yaşam pratiğinin gerçekleştiği bir sahneye dönüştürülür. “Mise En Scene” başlıklı şiirinde olduğu gibi.
Güz kalsın esneyen kediler kalsınBalkon çünkü ikisi içindir.
Sahne balkon. Kadın adam
Hasret ikisi arasında
Esmer, görünmeyen bir fotoğraf
Duvarda havada sarmaşıklarda
Kırda yoksul, yoksulluktan kurtulmak umuduyla göçtüğü kentte yoksul, ama sadece yoksul değil, aynı zamanda yoksun da olan halkın yaşantısında ne varsa Gülten Akın’ın şiirinde de o vardır. Acı vardır, yas vardır, göç vardır, hasret vardır, ayrılık vardır, keder vardır. “Korkak Kadınlar” , kederli anneler vardır:
Onlar için pazarlar, erkeklersevda ile sıkıntı arasında
bir gider bir gelirler
Sözü uzatmaya gerek yok. Gülten Akın’ın şiirinde yaşamında, dahası yaşamda ne varsa o vardır. Gülten vardır, Gülten’in Gülten’e akını, o akındaki bakışı vardır. Aşağıdaki dizelerde dile getirildiği gibi:
Bende bir Gülten kaldıHangi bağa diksem yabancı
Modern Türkçe şiirde yaşı seksenleri aşıp doksanlara kadar ulaşan şair azdır. O azlarınsa son dönem şiirlerinde gittikçe gençleştiklerini, gençlerden daha genç şiirler yazdıkları görülür… Gülten Akın da yaşlandıkça İlhan Berk gibi, gençlik yaşını hep içindeki çocukla konuşarak koruyan Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi zamana karşı gençleşen şiirlerin şairi oldu. 1995’te yayımlanan ve kitaba adını veren şiirde şöyle diyordu:
Bir roman kadar uzun bir tümce-sonra işte yaşlandım
Bu “işte yaşlandım” dediği dizeleri yazdığında henüz 62 yaşındaydı. Oysa ondan sonraki şiirlerinde gittikçe gençleştiği görülecektir. “Güvercin Ağıdı” başlıklı şiirinden şu bölümün biçimsel özelliklerinin, bu görüşü destekleyecek nitelikte olduğunu düşünüyorum:
Her şey yerli yerindeyditek oydu eksilen.
İkimiz de güvercini sustuk
balkon soldu...
Seksen iki yıllık yaşantısını adeta bir şiir denizine dönüştüren Gülten Akın, yazma amacını ve serüvenini “Leke” başlıklı şiirinin ilk betiğindeki dizelerle özetlemiştir sanki:
Çağın en karmaşık yerinde durdukbiri bizi yazsın, kendimiz değilse
kim yazacak
sustukça köreldi
kaba günü yonttuğumuz ince bıçak
“İlkyaz” başlıklı şiirinde duyarlılıkların, inceliklerin, insanı insan yapan özelliklerin buharlaşmasına göz yumulmamasını, tepki gösterilmesini dile getiriyor ve şöyle diyordu:
Ah, kimselerin vakti yokDurup ince şeyleri anlamaya
Ancak bu dizeler onun şiir okurlarının vefasız olmayacağını bildiğinden emin olmamıza engel değil. Çünkü aynı şiirde demiştir ki:
Bir gün birileri öte geçelerdenIslık çalar yanıt veririz
Şiiri ölmeyen şair de ölümsüzleşir. Aşağıdaki dizelerde aslında şair tersini söylemiyor. Gerçekliğe olan bağlılığıyla konuşuyor:
İnadın anlamı yokÖlünüyor
Ben bilmezden geliyorum
Ölüm onu şiirin belleğinden, ne kadar zaman geçerse geçsin silip atamayacaksa, nedeni gerçeklikle kurduğu bu trajik ilişkidir. Bir başka neden de koşullar ne olursa olsun, umudu savunması ve bunu bıkmaz, usanmaz bir tutkuyla şiirine taşımasıdır. Ezilen halkın, halkların şairi olmayı seçerek ölümsüzleşen Gülten Akın’ı saygıyla selamlıyoruz.
YENİ ÇIKANLAR
Erkut Tokman’ın Yasak Meyve Yayınları'ndan ekim (2017) ayında çıkan kitabı “Şehirlerle Yanar Dünya” var elimde. Tokman, aynı zamanda bir çevirmen; çeşitli dillerden, özellikle Rumenceden yaptığı şiir çevirileriyle de biliniyor. Kitabı, beni düşünmeye yönlendiren adını yorumlayarak okumaya başladım. O üç kelimeden oluşan ad, bize şehirler dünyayı ışıtıyor ve ısıtıyor ama diyor sanki, farkında mısınız? Şehirler aynı zamanda da yakıyor dünyayı. Erkut Tokman’ın kitabındaki şiirlerin temel sorunsalı bu diye düşünüyorum… Şiirlerin bende bıraktığı bir başka izlenim de Tokman’ın duygu, düşünce ve duyarlılığında elektriğin tuttuğu yerin bir hayli geniş olması. Şiirlerin ağırlık noktasında elektrikle ilgili metaforların, imgelerin yer almasını buna bağladım. Kitapta buz çağı karanlığından, buz çağı ateşini büyütmekten, buz şehirlerden, ışıktan, hatta daha fazla ışıktan söz edilmesi boşuna değil diye düşünüyorum. Bir yandan elektriğin ışıtan ve yakan bir kaynak olarak hayatımızdaki etkisine dikkat çekiliyor. Bir yandan dünyadan şehirlere, şehirlerden hayata uzun uzun bakmaktan kaynaklanan korku ve titreme yansıtılıyor şiirlerde.
Erkut Tokman, kitapta yer verdiği şiirlerde görüyoruz ki boynunda elmas bir gerdanlık gibi duran müzelerin, parkların, tiyatroların, sinemaların ışıl ışıl aydınlığına karşın şehirleri ve hayatı “görkünç” buluyor. “Görkünç”, yani görkemli ve korkunç… Adeta bu nasıl dünya kardeşim görkemli ve korkunç diyerek dile getiriyor tepkisini. Öte yandan Erkut Tokman, Yahya Kemal’in şiirlerinden aldığı sesi hem güncelleştiriyor hem de yeniden düzenliyor… Tokman’ın Yahya Kemal’le ilişkilenmesi dikkat çekici. Acaba Yahya Kemal çöken bir imparatorluğun ağıtçısı olmuştu; Erkut Tokman da modernleşmenin getirdiği “görkünç” hayat nedeniyle felakete sürüklenen dünyanın ağıtçısı olmayı mı üstlenmek istemiş diye düşünüyorum… Şiirlerin hacmini de dikkate alarak, kitap şiir formunda değil de örneğin roman olsa nasıl olurdu gibi bir soru da geliyor aklıma…
“Katilimizi aradık ellerimiz kanlar içinde, / Kapılarda duvarlarda kalan parmak izleri boyunca” dizeleri gibi kitaptaki birçok dizenin altını çizdim. Şiirlerin ekolojik sorunlarla ilgili kaygıyı da önemseyen temalar içerdiğini de belirtelim. Şiir okurları sanmak ki “Şehirlerle Yanar Dünya”nın dikkatimizi çektiği görkemli olanla korkunç olanın çarpışmasıyla aydınlanan yere bakmayı ihmal etsin. Çünkü o çarpışmanın ışığı var üstümüzde…
ETKİNLİK.. SÖYLEŞİ…
İstanbul TÜYAP kitap fuarı başladı
İstanbul TÜYAP kitap fuarı okurlar ve kitapseverler için 36’ncı kez açtı kapılarını. 4 Kasım Cumartesi (bugün) günü başlayan fuar 12 Kasım Pazar gününe kadar sürecek. Fuar süresince çeşitli etkinlikler gerçekleştirilecek. Fuarda düzenlenen konusu ve içeriği şiir olan etkinliklerin programı şöyle:
Metis Yayınları’nın düzenlediği ve Şeyhmus Diken’in konuşmacı olarak katıldığı söyleşi Kınalıada Salonu’nda gerçekleştirilecek. Söyleşi bugün saat 16.00’da başlayacak.
Ataol Behramoğlu’nun katıldığı ve Kınalıada Salonu’nda yapılacak şiir dinletisi yarın saat 13.30’da başlayacak.
Türkiye Yazarlar Sendikası ile Manos Kitap’ın ortak düzenlediği “Yaşadıklarımıza Dair Sennur Sezer Şiirleri” konulu etkinlik yarın saat 17.00’de başlayacak. Mustafa Köz’ün yöneteceği ve Kalamış Salonu’nda gerçekleştirilecek etkinliğe şu isimler katılacak: Adnan Özyalçıner, Arife Kalender, Suna Aras, Orhan Alkaya, Betül Dünder, Gülce Başer, Nilay Özer, Nalan Çelik ve C. Hakkı Zariç.
“Şiir ile Öykünün İlişkisi” konulu söyleşi 7 Ekim 2017 Salı günü saat 17.00’de Marmara Salonu’nda yapılacak. Arife Kalender’in yöneteceği söyleşiye Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Nursel Duruel, Adil İzci konuşmacı olarak katılacak.
“Yitik Ülke Şairleri Şiir Okuyor” başlıklı şiir dinletisi 8 Ekim 2017 Çarşamba günü saat 16.30’da Karadeniz Salonu’nda gerçekleştirilecek. Etkinliğe katılacak şairler şunlar: Haluk Şahin, Betül Dünder, Yaprak Öz, Yeşim Ağaoğlu, Enver Topaloğlu, Devrim Dirlikyapan, Gökçenur Ç., Şeref Bilsel, Efe Duyan, Serkan Türk, Ömer Turan, Gökhan Arslan, Ayşen Gacan Gülbağ, Bülent Karslıoğlu, Ömür Kurt, Mutlucan Güvendir, Hakan İşcen, Kadir Aydemir, Mahir Karayazı ve Nihat Ateş.
“Cemal Süreya’yı Anıyoruz” konulu söyleşi 9 Ekim 2017 günü saat 14.30 Büyükada Salonu’nda yapılacak. Aydan Ay’ın yöneteceği söyleşiye konuşmacı olarak şu isimler katılacak: Zühal Tekkanat, İbrahim Hacıbektaşoğlu ve Tamer Tezin.
“Şairler Ruhi Su'nun Ses İzinde” başlıklı şiir dinletisine Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Sezai Sarıoğlu, Asuman Susam ve Şeref Bilsel katılacak. 10 Ekim 2017 Cuma günü saat 13.15’te Büyükada Salonu’nda düzenlenecek etkinliği Mehmet Gözen yönetecek.
Edebiytçılar Derneği’nin düzenlediği “Şiir Dinletisi” Heybeliada Salonu’nda gerçekleştirilecek. Şaban Akbaba’nın yöneteceği ve saat 16.00’da başlayacak dinletiye Gökhan Cengizhan, Kevser Atay, Ahmet Çelik, Muhsine Arda, Nisa Leyla, Hakan Sürsal, Aydan Ay, Mehmet Öztürk, Melahat Babalık, Nesime Açılmış, Aynur Mete ve Bedran Cebiroğlu katılacak.
“Bir Cümle Olmaya Geldim” konulu söyleşiye konuşmacı olarak Ahmet Telli ve Ferruh Tunç katılıyor. Etkinlik 10 Ekim 2017 Cuma günü saat 16.30’da Karadeniz Salonu’nda yapılacak.
“Turgut Uyar 90 Yaşında” konulu söyleşi Marmara Salonu’nda 11 Ekim 2017 Cumartesi günü saat 15.45’te düzenlenecek. Özge Şahin’in yöneteceği söyleşiye Murat Belge, Orhan Kahyaoğlu, Yalçın Armağan katılacak.
Ahmet Telli’nin katılacağı şiir dinletisi 11 Ekim Cumartesi günü 18.15’te Marmara Salonu’nda gerçekleştirilecek.