Karaburun'un yüzde 89'u RES projelerine tahsis edildi

RES projeleri ile gündeme gelen Karaburun Yarımadası'nın 10 yıllık hukuki mücadelesi raporlaştırıldı. Avukat Cem Altıparmak'ın raporuna göre yarımadanın yüzde 89'u RES projelerine tahsis edildi.

Abone ol

Cihan Başakçıoğlu

İZMİR - İzmir’in Karaburun Yarımadası, 2010 yılından itibaren inşa edilmeye başlanan Rüzgâr Enerji Santralleri (RES) ve bu projelere karşı bölge halkınca yürütülen hukuk mücadeleleri ile gündeme geldi. Bölge halkının avukatlarından Cem Altıparmak, 10 yıldır RES'lere karşı yürütülen mücadeleyi raporlaştırdı. Haklar ve Araştırmalar Derneği tarafından yayınlanan “İklim değişikliği ile mücadelede bir uyumsuzluk deneyimi; Karaburun Yarımadası Rüzgâr Enerji Santralleri” başlıklı 76 sayfalık raporda, 2010-2020 yılları arasında projelerin yol açtığı hak ihlallerine değinildi.

15 DAVA AÇILDI, ÜÇ KEZ ANAYASA MAHKEMESİ'NE BAŞVURULDU

Rapor kapsamında öncelikle iklim krizinin dünü, bugünü ve Türkiye’nin iklim krizine yönelik pozisyonu kısaca değerlendirildi. Ayrıca raporda iklim krizi ile mücadelede uyumsuzluk politikalarının mağduru olarak Karaburun Yarımadası’nın özellikleri, insan ve doğa hakları ihlaline yol açan idari kararlar ve dava süreçleri de ayrı başlıklarda incelenerek detaylandırıldı.

Raporda bugüne kadar toplam 15 dava açıldığı ve 3 kez Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapıldığı belirtildi. Türkiye’nin yenilenebilir enerji politikalarının, iklim krizi ile mücadelede bütüncül bir perspektif üzerinden yürütülmediği ifade edilen raporda, bu politikaların sermaye için yeni teşvik, kredi ve istisnalarla güçlendirilmiş yeni bir “kalkınma” ve “ekonomik büyüme” imkânı üzerinden yürütüldüğü belirtildi. Bu sorunlu yaklaşımın ise ciddi insan ve doğa hakkı ihlallerine yol açtığı vurgulanan raporda, bu politikaların iklim krizini derinleştirici etkilere yol açtığı da kaydedildi.

YARIMADANIN YÜZDE 89'LUK BÖLÜMÜ RES PROJELERİNE TAHSİS EDİLDİ

Söz konusu hatalı uygulamaların bir sonucu olarak ise toplam yüzölçümü 484 kilometrekare olan Karaburun’un yüzde 89’luk bölümünün RES projelerine tahsis edildiğine dikkat çekilen raporda şöyle denildi:

“RES’lere yer açmak için acele kamulaştırma davaları ve idari kararlarla mülksüzleştirme ve yerinden etme politikaları uygulandı. Kıl keçisi yetiştiriciliğinde İzmir’de ilk sırada olan Karaburun’un mera ve çayırlıkları RES projelerine tahsis edildi. Yaklaşma (setback) mesafesi için hala yasal düzenleme yapılmayan RES türbinleri, Karaburun’daki yerleşim yerlerine sadece birkaç yüz metre uzaklıkta kuruldu. Karaburun’un özel çevre koruma bölgesi ilan edilmesi dahi Karaburun’u bu yıkımdan koruyamadı. Bu ekolojik yıkıma karşı çıkan Karaburunluların adil yargılanma haklarının ise İdare mahkemeleri ve Danıştay tarafından ihlal edildiği, Anayasa Mahkemesi kararı ile tescil edildi”

'KAMU İDARELERİ VE YARGI SİSTEMİ, YAPISAL SORUNLAR İÇİNDE...'

İncelenen dava süreçlerinde hem kamu idarelerinin hem de yargı sisteminin çok ciddi yapısal sorunlar içinde olduğu belirtilen raporun sonuç bölümünde ise şu ifadelere yer verildi;

“Çevre mevzuatının sürekli olarak doğa koruma politikalarının aleyhinde değişmesinin yanında, mevcut mevzuatı dahi var olduğu şekliyle uygulamama yönündeki ısrar, yasal zorunlulukları göz ardı etme, mevzuata aykırı karar ve uygulamalar, mahkeme kararlarına uymamaktaki ısrar, üzerinde durulması gereken ciddi sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır. Kamu idarelerinin, davaların açılmasına sebep olan izin/karar süreçlerindeki planlama, denetim ve kontrol sorumluluğunu yerine getirmediği, adeta bu sorumluluğu yargıya havale ettiği görülmektedir. Ne var ki gerek yasal düzenleme eksikliği ve gerekse mahkemelerin iklim krizine, nedenlerine ve sonuçlarına dair bütünlüklü bir bakış açısından yoksun oluşu, yurttaşların yargısal yollarla hak elde etme çabalarını büyük ölçüde sonuçsuz bırakmaktadır”

ÖNERİLER ÜÇ ANA BAŞLIK ALTINDA SIRALANDI

Raporda yaşanan yargı süreçlerinin, tek başına kamu politikalarının iklim krizi ile uyumlu politikalar haline dönüşmesine yetmediği ifade edilerek, idarenin hukuka aykırı tutumuna da son vermediği belirtildi. Yenilenebilir enerjiye yönelik uygulamaların iklim kriziyle mücadelede bir yöntem olduğu, bu uygulamaların mevcut krizleri derinleştirmemesi ve bütüncül bir politikanın parçası olması gerektiği vurgulanan raporda, üç ana başlık altında şu önerilere yer verildi;

 Kamu politikalarının belirlenmesi ve uygulanması yönünden öneriler:

-Yenilenebilir enerji uygulamaları, iklim değişikliği ile mücadele politikası ile uyumlu olmalıdır. Enerji üretim modelinin “yenilenebilir” olarak tanımlanması, tek başına iklim krizi ile mücadele için yeterli değildir.

-Doğa merkezli (ekosantrik) çözümlerden, gıda ve su güvenliğinin sağlanmasına, sosyal ve ekonomik olarak kırılgan gruplar, kırsal topluluklar için yerel kalkınma, adalet, eşitlik, toplumsal cinsiyet ilişkileri gibi temel prensiplerin yeniden tanımlanmasına yönelik dönüşümsel uyum politikalarının üretilmesi gerekmektedir.

-Yerelin ihtiyaçlarını, yerel kalkınma ekonomilerini ve doğasını yok sayan yenilenebilir enerji uygulamalarının, insan ve doğa hakları ihlallerine yol açtığının farkına varılmalıdır.

-İklim değişikliğinin insan haklarına etkileri her aşamada analiz edilmeli ve buna uygun politikalar üretilmelidir. İnsan Hakları Eylem Planı’ndaki (İHEP) hedefler hayata geçirilmelidir. 78 İHEP’te 8.AMAÇ ana başlığı, “Kırılgan Kesimlerin Korunması ve Toplumsal Refahın Güçlendirilmesi” olarak tanımlanmıştır. Bu kapsamda, Hedef 8.7’de “Sağlıklı ve Yaşanabilir Çevrenin Korunması” bir alt hedef olarak belirlenmiş ve bu hedefin ilk faaliyeti olarak “İklim değişikliğinin temel insan haklarına etkileri analiz edilecek ve sonuçlar kamu politikaları oluşturulurken dikkate alınacaktır.” denilmiştir. (Faaliyet 8.7.a.) Bu faaliyetten sorumlu kurumun, bu alanda en büyük hak ihlali üreten kurum olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak belirlenmiş olması, dikkat çekicidir. Yine de iklim değişikliği meselesinin, İnsan Hakları Eylem Planı’nda hak ihlali doğuran bir mesele olarak doğrudan ele alınmış olması önemlidir.

Yasal düzenlemeler yönünden öneriler:

-RES türbinlerinin en yakın yerleşim yerine olan yaklaşma (setback) mesafelerine dair yasal düzenlemeler gecikmeksizin yapılmalıdır.

-İklim değişikliği ile mücadelede korunması gereken en önemli alanlardan olan karbon yutak alanları (orman alanları, çayır ve mera alanları, tarım alanları ve sulak alanlar) üzerinde, yenilenebilir dahi olsa enerji üretim santrallerine izin verilmemelidir. Bu sebeple, yasal mevzuatta bu olumsuzluğa yol açan istisnalar kaldırılmalı, iklim değişikliği ile mücadeleye uygun yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

-Karaburun RES dava süreçlerinde davacılar, bugüne kadar sadece dava harçları, posta giderleri, keşif ve bilirkişi ücretleri karşılığında 38.000.-TL’ye yakın dava masrafı yapmak zorunda kalmışlardır. Hukuk Usulü Kanunu md. 325 hükmü gereğince, “Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir.” düzenlemesi yer alsa da bu düzenlemenin, yüksek dava masrafları nedeniyle adalete erişimin engellenmesi sorununda tam bir koruma sağlamadığı açıktır. Bu sebeple, çevre/iklim davaları olarak tanımlanacak dava tiplerinin dava harç ve masraflarından tamamen muaf olması yolunda yasal düzenleme yapılmalıdır.

-Kamu idarelerinin mahkeme kararları ile iptal edilen projelerine tekrar tekrar ÇED izinleri vermesine dayanak sağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2009/7 sayılı genelgesi iptal edilmelidir. 2009/7 sayılı genelgeyle, normlar hiyerarşisinde ondan daha üst konumda bulunan ÇED Yönetmeliği’nin ve Çevre Kanunu’nun tanıdığı yetkiler aşılmakta ve kesinleşmiş mahkeme kararları devre dışı bırakılmaktadır.

-İstisnai bir yol olan acele kamulaştırma yolunun özellikle enerji yatırımları için sıradan bir uygulama haline gelmesine yol açan muğlak düzenlemeler yasal metinlerden çıkarılmalı ve bu yöntemin gerçekten de istisnai bir yol olarak yeniden tanımlanıp uygulanması sağlanmalıdır.

-T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından yapılan bir açıklamayla çalışmalarına başlanıldığı bildirilen İklim Kanunu, sivil toplumun ve meslek odalarının eşit, şeffaf ve demokratik katılımıyla hazırlanmalı ve vakit geçirilmeksizin kabul edilmelidir.

-Yeni anayasa çalışmalarında, iklim değişikliği ile mücadeleye ve doğa haklarına yönelik düzenlemeler mutlaka ayrı bir başlıkta yer almalıdır. Doğa’nın bir hak süjesi olarak anayasal ve yasal metinlerde yer almasının hukuki araç ve imkanları oluşturulmalıdır.

Adalete erişim ve yargısal süreçler yönünden öneriler:

-Yargı kurumunun iklim krizi ile mücadele bakış açısına sahip olması sağlanmalıdır. Adalet Bakanlığı tarafından 30 Mayıs 2019’da kamuoyuna açıklanan Yargı Reformu Stratejisi’nde, “FAALİYET 4.3.b” başlığı altında, 2022’ye kadar, ihtisas gerektiren çevre, imar ve enerji gibi alanlarda özel mahkemeler kurulacağı ifade edilmiştir. 81 Kurulacak bu özel ihtisas mahkemelerinde görev yapacak üyelere, ekosantrik bir bakış açısı, iklim krizi ile mücadele politikaları ve ülkemizin üstlendiği yükümlülükler konularında bir alt yapı kazandırılması şarttır. Aksi halde bu özel yetkili mahkemelerin, doğanın Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne dönüşmeleri ve kararlarıyla ekolojik yok oluşa giden yolun taşlarını döşemeleri işten bile değildir.

RAPORUN TAMAMI