173 yıl önce ABD’de imzalanan ilk örgütlü kadın hakları bildirgesiyle, İstanbul Sözleşmesi’nin kapsadığı haklara selam veren ‘Duygular Bildirisi’ tasarım sergisi, İstanbul Karaköy’deki tarihi Kurşunlu Han’da. Dünya çapında 20 kadının yaratıcılığı ve ifade özgürlüğünü derleyen ve söylem ile yapıtların yeni sahipleri için görücüye sunulan etkinlik, ArtHan’da.
Türkiye’nin resmî makamlar nezdinde, vaktiyle alkışlarla imzalayıp, onayladığı ve daha sonra geri çekilse bile ismini üzerinde unuttuğu (!) İstanbul Sözleşmesi, yıl sonuna değin yine İstanbul’un tarihi zanaat ve ticaret odaklarından Karaköy’deki Arap Camii Mahallesi'nde yer alan tarihi Kurşunlu Han’da açılan, zamanlamasıyla ve anlamıyla güncel bir sergiye zemin yarattı.
Kimi sanatçı ve inisiyatiflerin de kişisel atölye ve sergi mekânlarıyla komşuluk ettiği, vaktiyle İstanbul Bienali güzergâhına girmiş ve dünyanın ilgisini çeken, samimi, mütevazı, cebe de hürmetkâr esnaf, kebap veya balıkçı lokantalarıyla cazip muhitteki bu hanın birinci katındaki Arthan Galeri’de açılan ‘Duygular Bildirisi’ sergisi, buluşturduğu 20 uluslararası kadın yaratıcı-emekçiyle, estetik bir eylem zemini de yaratıyor.
Galerinin iki katına serpilen çalışmalarıyla sergiye, Co+Lab isimli küratöryel dayanışmaları (ve yapıtları) ile, Nevin Arığ, Burcu Sülek ve Sinem Yıldırım’ın yanı sıra, Erica Bello, Klara Brynge, Jessica Calderwood, Melissa Cameron, Cata Gibert, Gesine Hackenberg, Yajie Hu, Mari Ishikawa, Helena Lehtinen, Anna Lewis, Eija Mustonen, Sofja Bjorkman, Sondra Sherman, Niki Stylianou, Fatma Tocornal, Tarja Tuupanen ve Eva Van Kempen katılıyor.
Karaköy demişken, bir refleksin de hakkını teslim etmek gerek. Duygular Bildirisi sergisi, kavramsal refleksi bağlamında 11-15 Aralık arasında yine İstanbul’da (Karaköy Postane, Beyoğlu Aynalıgeçit ve Tophane Tütündeposu) ve Diyarbakır’da 11’ncisi yapılan ‘Hangi İnsan Hakları’ film festivalinin ardından düzenlenmiş olmasıyla da duygusal sempatisini katlıyor.
‘Duygular Bildirisi’ isimli bu enternasyonal vicdan zirvesi, kültür-sanatın, sivil toplumun ifade ve yaratı özgürlüğünü, hukuksal ehliyetini vurgulaması uğrunda nasıl bir nezaket, tenkit, tahlil ve tedbir zemini oluşturabileceği adına, umut verici bir girişim olarak ziyaret edilmeyi bekliyor. Etkinlik, dahası sergilenen yapıtları edinerek, her bireyin birer insan hakları savunucusuna dönüşmesini de önceliyor.
Sergiye emek veren sanatçılardan Nevin Arığ, bu bağlamda hepimizin gözünü gramına kadar ekonomik kaygılarla diktiği ‘ziynet’ meselesini serginin üst katındaki çalışmalarında gündeme taşıyor. Çalışmaları ve yaşamına yurt dışında da devam eden sanatçı ve tasarımcı, değerli madenler üzerine yazılı geleneksel ifadeler ve Türkiye kadınlarının kuyumculuk ürünleriyle aralarında ataerkil bir çıkar doğrultusunda kurulan ‘kapital’ist dayatmacı ilişkiyi eleştirerek, soruyor: “Bizler, kadınlar olarak altın mücevherleri, elmasları ve gelinlikleri reddedebiliyor muyuz?”
Az önce de andığımız şekilde, serginin ortaya çıkmasında geçen Co+Lab küratöryel inisiyatifi üyesi Sinem Yıldırım’ın sergideki yapıt seçkisi ise, ‘Günlük İtaat Rutinleri’ni gözle görünür kılmış. Sanatçı, bize verdiği bilgide bu çalışmaları vesilesiyle sistemin kadını nasıl otoriteye itaat eden, toplumsal cinsiyet rollerini kabul eden bir insana dönüştürdüğünü sorguladığını aktarıyor. Sanatçı ve tasarımcı bu meyanda, bilhassa devletin küresel bağlamda biteviye tektipleştirmek suretiyle yarattığı temel insan fabrikalarından sayılabilen ‘okul’ bağlamında, otoritenin, bir ‘kız çocuğunun’ hareketlerinden fiziksel görünümüne kadar hayatının her alanını nasıl düzenlediğini, şablonlar içinde yaşamaya zorlanan çocukların, nasıl kadınlara dönüştürüldüğünü irdelediğini belirtiyor. Yıldırım, tasarımlarının yarattığı mekanik duyusal algı ritmi hakkında da bize, Eğitim-öğretim dönemindeki rutin eylemleri tekrarlayarak ve hafızasındaki nesneleri yeniden yorumlayarak "Günlük İtaat Rutinleri" serisini oluştururken, kullandığı lenticular lensler ile sürekli tekrarlayan bir hareket ve görüntü akışı sağlıyor.
Erica Bello’nun ABD çıkışlı yapıtlarıyla ‘kudret’ ve ‘kıymet’i yalın, gölgeye hürmetkâr tasarımlarında vücuda getirerek tartıştığı sergide, İsveçli Klara Brynge’nin de hareket halinde iken gözlemlediği doğal manzaralar, ‘Birer boş kâğıt misali deneyimliyorum,’ dediği boş metal levhaların cisminde Karaköy’e misafir ediliyor. Yine ABD’den sergiye katılan Jessica Calderwood ise eserleriyle ‘melez’liği eleştirel bir yaklaşımla ArtHan’a getiriyor. Güzel ile saçma, hakikat ve örtbas gibi unsurları hemzeminde, mistik bir plastik lehçe ile uyuşturucu bir büyüleyicilik içinde çatıştıran sanatçı aynı zamanda, duvar işleri, tuvalleriyle tanınan bir imza.
Yüksek öğrenimine Birleşik Krallık’ta devam eden Çinli mücevher tasarımcısı, sanatçı Yajie Hu’nun ‘Duygular Bildirisi’ne kattığı çalışmaları ise galeri girişinde izleyiciyi karşılamakta. Korona virüsünü adeta sosyal mesafeden bir akraba gibi yadırgayageldiğimiz şu biyo-hakikatte, dokunulabilir, edinilebilir birer ‘varlık ve hiçlik’ hücresi olarak ilginç bir sempati kaynağı haline gelen tasarımlar, materyallerindeki gündeliklik kadar doğaya göndermede bulunan kavisli biçimleriyle de duyulara ve akla ilişiyor.
Yine serginin küresel yaratıcılarından biri olan, Japonya temelli, Almanya’da ikâmet edip üreten Mari Ishikawa’nın serginin ikinci katında izlenen ve tüm işler gibi satın alınabilen işlerinde de, Hu’ya yakın bir duyusal ve duygusal farkındalık, yaratıcılıkla evriliyor. Sanatçının işleri, birey, kadın olmanın taşıdığı evrensel farkındalıktan kaynaklanan koşulsuz özgürlük iklimini, bu sempatik, güncel insanlık ‘muska’larıyla netleştiriyor.
Buna mukabil, görece daha kavramsal yapıtlarıyla, ‘Hibernate’ oluşumunun da kurucu üyesi Finlandiyalı Helena Lehtinen ise sergide ‘bireysel’liği objeler nezdinde bir köşede bırakıp aynı objeler vesilesiyle belli bir ‘hemzemin’in, bir aile hissinin nasıl tecrübe edilebileceğini, ebat ve materyalin sınırlarını sınadığı işleriyle İstanbul’a getiriyor.
Öte yandan bu gizli tasarım bahçesinde dikkat çeken bir başka çalışma grubu da, Anna Lewis’in imzasını taşımakta. Sanatçı, ‘Duygular Bildirisi’nin üç ana unsurunun yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinde olma halimiz olduğunu belirtirken, kurumun ikinci katında izlediğimiz Burcu Sülek imzalı radikal tasarım ve yerleştirme örnekleri, gelenek ve gelecek arasında, yazgı derdine düşmüş kadınların dert ortaklığı için üretilmiş çok önemli bir üç boyutlu deklarasyon misali izleniyor. Boyunduruk, sabır, kör talih gibi mefhumları, ataerkil muhafazakâr toplumlara dair hükümran nice yükü de kendinde cisimleştiren bu yapıların yanında, Yunanistan’dan Niki Stylianou’nun 2017 tarihli çalışmaları da izlenebiliyor. Sanatçının, Sülek ve birçok meslektaşıyla ruhdaş bu isyankâr işleriyle ilgili kavramsal beyanatı ise, İngilizceden ödünç tabiriyle, en az eserleri kadar dobra, yalın ve kayda değer duruyor: “İçerideki dışarısı, Dışarıdaki içeri. Baş aşağı. Beraberinde çengelli, ilişik. Bir ize doğru yuvarlanan. Kaçak, büyümeye dair çarpıcı fikirleri, kendilerinde fiziksel nesneler olarak beyan etmeye kalkışmış, espas, yokluk ve hafızalar…”
Netice yerine, İspanyol sanatçı, tasarımcı Fatima Tocornal Garcia’nın da, yine ifade ve yaratı özgürlüğünü harmanladığı duyarlı biçimleriyle, bildirinin tamamlandığı etkinlik, yıl sonu itibariyle Türkiye ve dünyada kadının yerini, yine kadınların sahip çıktığı umutlu bir teşhir yuvasına büründürüyor.
Son olarak, bu sayfalarda daha önce de okuduğunuz üzere, pazar hariç 12:00-18:00 arası yer bulan sergi ismini Elizabeth Cady Stanton öncülüğünde 1848’de New York’ta iki günlüğüne toplanan Seneca Falls Kongresi’nde yayınlanan ilk örgütlü kadın hakları bildirgesi olan Declaration of Sentiments'tan alıyor.