Sadece Fransa değil Avrupa sinemasının en önemli aktörlerinden biri olan Michel Piccoli henüz birkaç hafta önce aramızdan ayrılmışken, bir başka çok önemli oyuncu, Ian Holm da bu ayın on dokuzunda, hayata gözlerini yumdu. Ardında 130 yapımı aşan etkileyici bir filmografi, kendisini her zaman özel bir yere koyacak bir aktörlük yeteneği ve tarzı, eklektik olsa da belli bir seviyenin asla altına inmeyen bir kariyer ve ‘Sir’ lakabını sonuna kadar hak ettiren ‘asil’ bir duruş ve karakterle bizce sinema dünyasına derin bir iz bıraktı.
Her ne kadar onu, genç jenerasyon asıl olarak ‘Lord Of The Rings’ üçlemesinin küçük, hırslı, ara sıra bencil ama son tahlilde iyi kalpli Bilbo Baggins (üçlemenin devamlarında tabii yaşlı, ‘old’ Bilbo oldu!) karakteri ile tanımış olsa da, Ian Holm öncesinde birçok önemli bağımsız yapımda, ayrıksı yönetmenlerle çalışmış ve bazıları ‘kült’ mertebesine ulaşmış filmlerde yer almış, çok zengin bir kariyere sahip bir aktördü. Aktörün bu dünya çapında, ‘Lord of The Rings üçlemesinde’ yer almasının sebebi (maddi kazanç yanında), bizce oyuncunun ara sıra ‘dönüş’ yaptığı büyük bütçeli ama kaliteli filmlere, başka bir deyişle ‘ruhu olan’ blockbusterlar’da da bulunup hem sadece belli bir yaş grubundan seyirciye ve film türüne saplanıp kalmamak kaygısından hem de bu filmlerin yarattıkları masalsı, epik dünyaların bir parçası olmaktan zevk almasından kaynaklanıyordu.
1931 doğumlu Ian Holm, öncesinde birçok televizyon dizisi, filmi ve bağımsız, ufak çapta sinema filmlerinde rol almış olsa da, kuşkusuz dünya çapında asıl ününü, yönetmen Ridley Scott’ın 1979 yılında çektiği başyapıtındaki ‘Alien’de, ‘Ash’ rolüyle buldu. Sinema türünün en ürkütücü yaratıklarından birisiyle bir uzay mürettebatının mücadelesini anlatan bu filmde, Ash (Ian Holm) başta uzay ekibinin doktoru, normal bir insan gibi görünürken sonrasında bir android olduğu ortaya çıkıyor ve adeta bir kısa devre yapıp kontrolden çıkıp zarar vermeye başlıyordu. Filmin büyük bölümünde biraz geride durup, soğuk, mantıklı düşünmeye çalışan bir bilim adamı gibi davranan bu karakter, iyice kontrolden çıkıp, imha edilmeden önce son bir defa çalıştırıldığında bile aynı tutumu sürdürüyordu.
Ian Holm’un iyice tanınma yaşının 48 olduğunu düşünürsek, aktör daha sonrasında birçok defa belli bir yaşın üzerinde, bilge bir havası olan, bir cemaatin, grubun veya ailenin başı veya önemli bir üyesi gibi ‘babacan’ karakterleri oynaması anlaşılabilir... Ancak bu rolleri asla ‘otomatiğe’ bağlamış bir şekilde canlandırmadı, her birine bir insani boyut kattı, çoğu zaman karakterlerinin içinde bir hüzün, bir ‘huzursuzluk’ vardı.
Ian Holm’un ‘Alien’dan sonra ikinci en büyük rolü, ‘Chariots of Fire’(1981)’deki Sam Mussabini rolüydü ve bu, oyuncunun ikinci defa, dünya ölçeğinde, Oscar’larda ismi geçen bir yapımda yer almasını sağlıyordu. Aktörün sonraki rolleri değişik derecede başarılı birçok filmle geldi ancak bizce Holm, asıl 90’lı yılların başıyla yükselişe geçip, zaten kanıtlamış olduğu büyük yeteneğini sağlam filmlerle iyice sarsılmaz temellere oturtmuş oldu. Geçmişindeki tiyatro kökenlerini ‘5. Henry’ (1989) ve ‘Hamlet’ (1990) oyunlarının film uyarlamalarında rol alarak hatırlatan aktör ardından Steven Soderbergh’in ‘Kafka’ (1991) ve David Cronenberg’in ‘Naked Lunch’ (1991) filmlerinde yardımcı ama önemli roller üstlendi. Özellikle Cronenberg’in en ayrıksı ve sert filmlerinden biri olan ‘Naked Lunch’ta çizmiş olduğu esrarengiz yazar Tom Frost karakteri, gerçekten derinliği olan, filmin ve senaryonun damarları içinde yeri önemli bir karakterdi.
Bu arada Ian Holm’un çok nadiren başrolü oynadığını, ancak ne zaman senaryoyu güçlendirecek ve filmin asıl yıldızına sağlam bir destek sağlayacak bir karakter gerekse, yönetmenlerin sık sık onun yeteneğine başvurduğunu da belirtelim. Bu, kuşkusuz oyuncunun yaşı, çizdiği karakterlerin çizgisi, aktörün seçimleri gibi birçok nedenle açıklanabilir…
Ian Holm yine 90’lı yıllarda dikkat çeken rollerinden ikisini, 1994 yılında çekilen Kenneth Branagh’ın klasik bir öyküye değişik bir bakış getirdiği ‘Mary Shelley’s Frankenstein’ ve bir kralın delirmesini ironik bir şekilde anlatan ‘The Madness of King George’ filmlerinde buluyordu.
Bu filmlerdeki performansları bir şeyi kesin olarak kanıtlıyordu: Ian Holm, önemli bir filmde, önemli bir yardımcı rol bulunca bunun hakkını fazlasıyla veriyor, hatta çoğu zaman filmin asıl yıldızı kadar etkileyen bir oyunculuk sergiliyordu. Fakat sanki çizdiği ‘bilge karakter’ rolleri gerçek hayattaki karakteriymiş gibi, hiçbir zaman filmde ‘rol çalmıyor’, aksine filmin ana karakterlerinin daha da iyi olmasını sağlayan, neredeyse diğer oyuncuları besleyen, güçlendiren, ekiple tam bir uyum içinde akan performanslar sergiliyordu.
90’lı yılların sonlarına doğru Ian Holm önemli filmlerde yer almaya devam etti. Bunlardan bazıları başta da değindiğimiz gibi ‘The Fifth Element’(1997) gibi kaliteli ‘blockbuster’lar (diğer örnekler olarak çok sonra rol aldığı ‘The Day After Tomorrow’ ve ‘The Lord of The Rings’i sayabiliriz), bazıları ise belki başyapıt olmayan (bizce biraz hakkı yenmiş olan) ama Sidney Lumet’in sağlam politik gerilimi ‘Night Falls on Manhattan’ (1996) veya Danny Boyle’un zayıf filmlerinden sayılan ancak bizce yine de ilgi çekici olan ‘A Life Less Ordinary’ (1997) gibi dikkat çeken filmlerdi. Bu iki filmden özellikle ‘Night Falls…’da, Holm’un çizdiği ‘baba’ polis Liam Casey karakteri gerçekten izlemeye değerdi!
Aynı senelerde aktör, ender başrollerinden birini Atom Egoyan’ın büyük filmi ‘Sweet Hereafter’da yine acılı bir avukat ‘baba’yı oynayarak, adeta ‘dozunda oyunculuk’ açısından bir ‘ders ’veriyordu. Cronenberg ile ikinci işbirliği ‘eXistenZ’ (1999) da zamanında çok ses getirmese de bizce iki sanatçı açısından da önemli bir filmdi.
Ardından Ian Holm, belli bir yaşta olmasına rağmen oldukça aktif bir şekilde, yılda birkaç filmde rol alarak kariyerini devam etti. Bu sırada daha sonra sık sık yapacağı ve bizce doruk noktasını ‘Ratatouille’ adlı yapımda gördüğümüz seslendirmeleri yapmaktan da geri durmadı. Kariyerini hem ‘From Hell’ ve ‘Aviator’ gibi iddialı ve önemli yönetmenlerin, hem de ‘Garden State’ veya ‘Lord of War’ (yönetmen Andrew Niccol’un üçüncü uzun metrajıydı!) gibi genç yönetmenlerin filmlerinde bulunarak, yine eklektik sayılabilecek bir yönde sürdürdü. Ve tabii ki 2001’de başladığı ‘Yüzük Kardeşliği’ 2014'teki son filme kadar devam etti…
Aramızdan seksen sekiz gibi oldukça ileri bir yaşta ayrılmış olmasına rağmen bizce hala bazı filmlerde, önemli yan rolleri gördükçe ‘Ah, keşke bu rolü Ian Holm oynasaydı!’ demekten kendimizi alıkoyamayacağız…