Sinsi, Dalkavuk, Köylü, Koltukçu, Arsız, Palavracı, Beleşçi, Pinti, Edepsiz, Münasebetsiz, Güvensiz, İğrenç, Görgüsüz, Özentili, Hasis, Gösteriş Budalası, Kibirli, Korkak, Oligarşi Yanlısı, Fesat, Namussuzun Yardakçısı, Fırsatçı…
Onları görmemek, tanımamak mümkün mü!
Tarihsel ve toplumsal kriz dönemlerinin damgasını “zamanın ruhu”nu hayat kılavuzu olarak benimser, içselleştirirler. Her egemene, güçlü görünene aşık olur, onların gönüllü muhafızı, sadık bendesi, hizmetlisi tayin ederler kendilerini.
Karaktersizlikleri, daha doğrusu eksi ve aksi karakterleriyle dikkat çeker, öne çıkarlar. Karakter arızalarıyla ayırt edilirler. Adları sıfatlarından sonra söylenir oldukça arızalarını kalıcı hale getirirler. Derken yere yurda sığmaz olurlar. Eksi ve aksi yüzlerini memlekete, dünyaya, tüm insanlara karşı silaha çevirir, ezikliklerini egemenliğe çevirmeye çabalarlar.
Tarihin bilinen ilk karakterler albümü -ve analizi- günümüzden yaklaşık 2340 yıl kadar önce kaleme alınmış. Theophrastos’un M. Ö. 319’da kaleme aldığı Karakterler’in Yunan edebiyatında kendisinden önce bir eşi – benzeri olmadığı kaydedilir.
Girişte andığım karakter numuneleri o kitaptan.
Yazarın asıl adı Tyrtamos, Aristoteles’in en gözde öğrencisi. Hocası önce Euphrastos (güzel konuşan) adını veriyor ona. Yetmiyor, Theophrastos (tanrı gibi konuşan) diyor. Onun karakteri de bu, demek ki. Aristo, vatana ihanetten suçlandığında, Sokrates gibi yargılanıp ölüm cezasına çarptırılacağını fark edip Atina’dan kaçarken kitaplarını ve kurduğu okulu; bugünkü lisenin ilk örneği Lykeion’u ona bırakır.
35 yıl okulun başında kalan Theophrastos’un yüzü aşkın eser verdiği, kimine göre 85, kimine göre 99, hatta 107 yaşında son nefesini vermek üzereyken hayatın kısalığından yakındığı rivayet edilir. Zengin bir ilgi ve bilgi alanına sahip. Karakterler’de son derece yetkin gözlemciliğin yanında keskin eleştirel bakışı ortaya koyuyor.
Karakterler, antik çağın kültürel, düşünsel, sanatsal doruğu olarak anılan Atina’nın yıkıma koştuğu son demlerinden derlenmiştir. Demokrasi kavramının ve kurumunun icat edildiği, “Yunan mucizesi”nin beşiği Atina, egemenlerin Sokrates’i düzen bozucu olarak yargılanıp ısmarlama yargıç eliyle ölüme mahkûm etmesi (M. Ö. 399) eşliğinde büyük yozlaşmayı yaşayacak, önlenemez çöküş sürecine girecek, sonunda bağımsızlığını yitirecektir.
Theophrastos’un Karakterler’i bu dönemin belirgin portrelerle analizi, tarihsel yıkım tipolojileri olarak da okunabilir. Ebedi lanetlileri 30 karakterde toplayan yazarın tüm zamanlara damga vuran portrelerinden birkaçına bakalım.
ARSIZ
Utanç verici biçimde davranma ve konuşma cüretidir. Ayaküstü yemin eder, her an sövmeye hazırdır. Onda her yol vardır. Para toplamakta üstüne yoktur. Yüz kızartıcı hiçbir işi geri çevirmez, ispiyonculuk yapar, zar oynar. … Arsızlığını sergilemek için ulusal şenlik günlerini seçer. Sokak serserilerine önayak olur.
BELEŞÇİ
Çirkin çıkarlar sağlamak amacıyla onurunu ayaklar altına alır. Borcunu ödemeden borç istemek için adamın kapısına gelir. Kurban kesmişken başkasına yemeğe gider, kurban etlerini de tuzlayıp kaldırır. Tiyatroda para ödemeden oyunu izler. Biri kârlı bir alışveriş yapmışsa kendisine pay ister. Avantasını alırsa sorun yok. Başkalarının evine gidip ödünç arpa, bazen de saman ister ve evine kadar taşıtır.
FESAT
Kendini sözlerde gösteren kötü bir ruh tutumudur. Başkaları dedikodu yaparken onlara katılır: “Benim bu adama karşı nefretim çok, çünkü suratından melanet akıyor.” Birlikte oturduğu kimselerden biri kalkıp gidince arkasından konuşur. Kendi dostları ve ailesi, ölüp gitmişler hakkında da kötü konuşur. Dedikodunun konuşma özgürlüğü, demokrasi ve serbestlik olduğunu söyler; yaşamda en çok zevk aldığı şey budur.
NAMUSSUZUN YARDAKÇISI
Kötülük arzusudur. Halk mahkemesinde suçlu bulunup yurttaşlık haklarını yitirenlerin arasına karışır, bunlarla yakınlık kurduğu takdirde toplumda korku uyandıran bir insan olacağını düşünür. Hiç kimsenin doğuştan dürüst olmadığını, herkesin birbirine benzediğini söyler, insanlarla dürüstler diye alay eder. Mahkemelerde kötü eylemleri savunur ve karar verirken tarafların söylediklerini kötü yanından alır.
OLİGARŞİ YANDAŞI
Güç ve kazanca dayalı bir üstünlük duygusu olarak düşünülebilir. Homeros’un destanlarından yalnız şu dizeyi aklında tutar, ötekileri hatırlamaz: “Çok başlı olmak iyi değil, bir tek önder olsun.” Şu sözleri dilinden düşürmez: “Biz bize toplanıp bu konuları görüşmeliyiz”, “Halk kitlesinden ve çarşıdan uzak durmalı”, “Bu kentte ya onlar yaşamalı ya biz.” Sırtında harmanisi, saçı sakalı orta uzunlukta ve bakımlı tırnaklarla öğleüstü çıkar evden, dramatik bir hava içinde şöyle sözler söyleyerek kurumla yürür: “Muhbirler yüzünden kent yaşanmaz hale geldi”, “Halk nankördür: dağıtılandan ya da verenden yanadır.”
***
Gerisini kitaptan okursunuz.
Roma’dan Vatikan’a tarih boyunca Batı’da elden ele geçen Karakterler, 1680’lerde Fransız şair, yazar, hukukçu, düşünür La Bruyére’ye de esin kaynağı olacaktır. Theophrastos’un yapıtını Fransızcaya çeviren La Bruyére kendi saptadığı karakter arızalarını da Zamanımızın Karakterleri ya da Töreleri başlığı altında ikinci bölüm olarak kaleme alır. Modern edebiyatın kurucu metinlerinden, aydınlanma düşüncesinin, toplumsal eleştirinin öncüllerinden sayılan Karakterler’i 1687’de imzasız olarak yayınlar.
GÜNEŞ KRAL ZAMANINDA KARAKTER REKORU
Tarihsel kılavuz eşliğinde Fransız krallığı ve aristokrasinin son yüzyılından karakter düşkünlüklerini 420 simayla sergileyen La Bruyére, 72 yıl tahtta kalan, “devlet benim” sözüyle meşhur Güneş Kral XIV. Louis döneminin röntgenini çekmiştir. Sonraki baskıları kendi imzasıyla yayınlayacak, her baskıda zamanın karakterlerine yenilerini ekleyecek, 1696’da ölümü öncesinde son halini verdiği sekizinci basımda portre sayısı 1.120’ye ulaşacaktır!
Balzac, 19. Yüzyılın Başkenti Paris’ten türettiği toplam 90 cildi bulan İnsanlık Komedyası’nda Karakterler’den hayli yararlanmıştır.
Toplumu bir laboratuvar olarak incelemeye çalışan Emile Zola için de aynı durum geçerli. Sözü ona bırakalım: “La Bruyère sarayın törelerini inceleyip, son derece cüretkar ve keskin bir ironiyle hicvetti. Uzak bir diyarı anlatır gibi anlattığı bu sarayın en küçük kusurları arasında –barbarlık değilse bile– ayyaşlık, sefahat, açıktan yaltakçılık ve sahte takva sayılabilir… La Bruyère insanı rahatsız etmeden, inanca yahut şüpheciliğe dair vaazlar vermeden alaya alır.”
***
Çağımıza ve bizden karakter numunelerine ayrıca bakarız.