“Tanrım benden günün ayrıntılarını esirgeme.”
Haldun Taner’in 1976 yılında kaleme aldığı “Yaşayanlar ve
Yaşadığını Sananlar” adlı yazısında karşılaştım meşhur Sis
romanının yazarı Miguel de Unamuno’nun duasıyla. Sis’i
üniversite birinci sınıfta okumuştum. Ancak romanla ilgili
ayrıntıları geri çağırdığımda sisler ardındaydı her şey. O
günlerde, gözlerimi satırlarda sadece gezdirdiğimle yüzleşmek
zorunda kaldım.
Yüzleşmenin peşi sıra pek de hoş olmayan bir ayrıntı belirdi.
“Tanrım benden günün ayrıntılarını esirgeme” cümlesini tekrar eder
etmez hem de, pes! Çirkinlikte korna sesiyle yarışabilecek tuhaf
bir gürültü. Sanki bir teneke parçasını duvara sürtüp duruyorlar.
Tam da bu yazıyı yazmam gereken gün. Hayatımda ilk kez kabul olan
duam için Unamuno’ya içten ve de sitemli bir selam yolladım.
Payıma düşen günün ayrıntısı buydu madem, çekilecekti bu çirkin
sesli çile. Unamuno’nun cümlesinin devamını okudum: “O benim günlük
ekmeğimdir. Onu bana ver. Biz insanlar büyük acılardan ve
sevinçlerden aklımızı kaçırmıyorsak, bunları küçük olayların, küçük
oyalantıların sisi içinde yaşadığımız içindir. Yaşam işte budur, bu
sistir.”
Şimdi biraz sakinlemiştim. Çünkü haklıydı İspanyol yazar.
Dışarıdaki, Türkiye’deki adaletsizliklerle, yolsuzluklarla
boğulmamak için belki de bu sese sarılmalıydım. Ama malum, böyle
çirkin bir gürültüyü kim gözleri kapalı dinleyip oyalanmak ister! O
yüzden Haldun Taner’in düzyazılarına göz atmaya devam etmeye karar
verdim. Ancak satırlar boş vagonlar gibi akıp geçiyordu gözümün
önünden. Sonunda “İyi de neyin sesi bu be kardeşim!” diyerek
isyan edip sesin merkezini keşif için pencereye çıktım.
Kulaklarımı, gözlerimi iyice açtım. Günlük ekmeğimin peşindeydim.
Daha az zahmetli olamazdı zaten şu ekmek. Camları açık pencerelerde
gezdirdim bakışlarımı. Kim bilir kim içeride saçma sapan bir şey
yapıyor da sokağa taşıyor sesi? Kuş olsa benim kadar oyalanmazdı o
pencerelerle. Hepsinin ardı sessizdi. Günahlarını aldım
evlerdekilerin. Çatılara diktim gözümü. Asayiş berkemal. Sorunu
uzaklarda arama demişler. Şu karşı apartmana bir bakayım diye
düşünürken... Bingo! O tuhaf gürültü taht kurmuş karşımda oturuyor.
Tam göz hizamda. Klima ünitesinin içindeki pervane döndükçe bir
yerlere sürtüyor. Komşunun perdesi açık. İçeride bir adam sağa sola
yürüyerek telefonla konuşuyor. Ellerimi sallayarak dikkatini
çekmeye çalışıyorum. Yok, hiç oralı değil. Israrcı bir vale gibiyim
bu kez. İki kolumla daire çizerek kendimi göstermeye çalışıyorum.
Adamın değil ama kedisinin dikkatini çekmeyi başarıyorum. Pencereye
sıçrıyor, bakışıyoruz. Camın ardından birkaç toz, sinek yakalamaya
çalışıyor. Maharetli patileri şu klimanın kumandasına bir dokunsa,
diye geçiriyorum içimden. Onunla tanıştığıma memnun, adama sesimi
duyuramamaktan üzgün, giriyorum içeriye.
Haldun Taner okumaya devam. Sıradaki yazı manidar. Taner,
Profesör Zeki Zeren’in kurduğu Saygısızlıkla Savaş Derneği’nden
bahsediyor. Bu kadar olur! Bir kurtuluş reçetesi bulur muyum diye
dört göz atılıyorum satırlara. Derken acı gerçekler... “Büyük bir
inançla giriştikleri bu savaştan, ne yazık ki, bir müddet sonra pes
edip beyaz bayrakla çıkmak zorunda kaldılar.”
Ayrıntıları merak edip derneği
araştırmaya başlıyorum. 1945’te kurulmuş. Amacı “İstanbul şehrinde
ileri, medeni bir şehir topluluğu yaşayışının gerektirdiği
karşılıklı saygı adabını kökleştirmek ve yaymak için çalışmak”mış.
Afişini efsanevi grafik sanatçımız İhap Hulusi yapmış. Dernek
kendini 1952’de feshetmiş.
Tüm bunları bilgisayar ekranından okurken, günümün ayrıntısı,
“günlük ekmeğim”, çirkin ses devam ediyor fonda. Göz ucuyla dışarı
bakıyorum, komşu adam telefonla konuşmaya devam ediyor. Kedisi
pencerede değil.
Amma dağıldım, okuyup bitiremedim şu denemeyi! Taner’in
satırlarına cumburlop yeniden. Yok artık! İşte memleketin reçetesi
karşımda. Gel gör ki uygulamam imkânsız. Haldun Taner, Çilingir
Rıza’dan bahsediyor. Mevzu bahis kişinin saygısızlıkla mücadelesi
derneğinkine benzemiyor. Bizimki gibi ülkelerde her zaman işleyen
bir usulü var Çilingir Rıza’nın. Evet, tahmin ettiniz; sopa usulü.
Karşısındakine çatan kazanır!
Zaten tüm kıstırılmışlığımız, geçmez can sıkıntımız Çilingir
Rızaların çoğaldığı bir yerde yaşamaktan değil mi! Kendi kanununu
koyanların, kanun bilmezlerin, saygısızların kulaklarını
çınlatıyorum. Köşedeki çiçekçiyi arayıp klimasever komşuma da bir
demet karanfil gönderiyorum. Edip Cansever’in hatırına. Elbette
“yerçekimli karanfil”.
Ufak bir notla:
Klima üniteniz sizlere ömür. Çıkardığı sesleri duymayıp onu
ölüme terk ettiniz. Son görevinizi yapıp karanfilleri üzerine
bırakın lütfen. “Derken karanfil elden ele.” Kedinize
sevgiler.
Komşunuz
NOTLAR
Haldun Taner’in düzyazılarının derlemeleri Yapı Kredi Yayınları
tarafından yayımlanıyor. Tuncay Birkan’ın derlediği Tek İnsanın
Değeri o kitaplardan biri. Yazıda bahsi geçen “Yaşayanlar ve
Yaşadığını Sananlar” ve “İçerdekiler, Dışarıdakiler” adlı
denemeler bu kitapta yer alıyor.
Miguel de Unamuno’nun Sis romanının Behçet Necatigil
çevirisiyle Can Yayınları’ndan, Yıldız Ersoy Canpolat çevirisiyle
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan, Gökhan Aksay çevirisiyle
Oldivo Kitap tarafından yayımlandığını hatırlatayım.
Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil’ini okumak için
sebebe gerek var mı! Kitabı Yapı Kredi Yayınları basıyor.