Geçmişte o kadar çok kaset güzellemesi yapmışım ki, şimdiden bakınca biraz utanıyorum. Bu da, şu anda yaptığım bu şey de, o utancı perdelemeye çalışan bir üslup oyunu gibi geliyor bana. Bu “gibi” de başka bir zırh. İç içe geçmiş daha fazla hükümsüz cümle kurmadan, bu paragraftan aşağıya atlayayım. Giriş katında oturanlar aşağıya atlayamaz ve sokaklarda yerlere bakarak yürürler.
CD’ler kasetlerin yerini uzun zamandır almıştı, bağımsızlığını mağrur ilan etmişti ama çevremdeki kimi arkadaşlar, en azından otomobilde kaset dinlemeye devam ediyordu. CD’lerin o mağrur ilanı çok kısa sürdü gerçi, bahsi diğer şu an o. Ama bir gün CD denen şeyin başına neler geldiğine birileri yakından bakmalı – sanki.
Defterin sonunu kullanayım evvela. Bilind İbrahîm’i her mecrada (arabalar hariç değil) dinlediğimiz günlerden birinde, bir arkadaşımızın Kürtçe bilmeyen eşi “Aa kör müymüş adam?” demişti. Hiç aklımıza gelmeyen öteki dil çağrışımı: “Blind”ı İngilizce düşünmek hiçbirimizin aklına gelmemişti. Biz de uzunca, acaba İbrahîm’in ailesi Beşiri’den mi göçtü yahut Duhok civarında aynı isimde köy mü var diye düşünmüştük. Kürtçede “yüksek” manasına gelen “bilind” kelimesiyle ismi İbrahîm’in. 1977 Duhok doğumlu bu adamın bir kaseti çok uzun yıllar meşgul etti beni. Bizi: Ali Abi, Nusret Abi, Ferat, Zeyni, Süleyman.
Daha önce iki adet “ortam kaydı” çok meşgul etmişti bizi. Biri, Mihemed Şêxo’nun bir ortamda kaydedilmiş ve bir şekilde elimize ulaşmış bir kaydıydı. O da kasetti, yanılmıyorsam 60’lık bir kasetti. Şarkılar bir aile meclisinde yahut bir köy evinde kaydedilmişti. Arkada öksürükler, arada dayanamayıp “Her bijî” diyenler, daha da dayanamayıp alkışlayanlar. Belli ki kaydeden kişi ortamdakileri uyarmış, “Bunu kaydedeceğiz bakın, biraz sessiz durmaya çalışın,” demiş; dayanan dayanmış ama söyleyen Mihemed Şêxo olunca, neye ne kadar dayanabilirsin? İkinci kayıt da, Ciwan Haco’nun “Emîna” kaydı. Sonradan albüm olarak basıldı sanırım, çok takip etmedim bile isteye. O ilk hali, ilk dinlediğim şekliyle kalsın diye. Onun bir dost meclisi olduğu çok belliydi. Ciwan’ın sesi gencecikti, belli ki bağlamayı kendisi çalıyordu, henüz Rojava’daydı. O kaset elimize geçtiğinde, hepimiz birer pırlanta sahibi olduğumuzu düşünmüştük. Üstüne özenle, “Ciwan Haco – Emîna” yazmıştık. Kim, nasıl unutsun?
Bu iki kasetten yıllar sonra Bilind İbrahîm’in o kasetine ulaştık. Ali Abi, çok seveceğimizi bildiği şeylerde öyle yapar. Önce hazırlar herkesi, hafif gerginlik yaratır, merak unsurunu çok yükseklere çıkarır ve sonunda hepimiz ikna oluruz. “Bu defa da çok güzel bir şey dinledik.” O günleri, kaseti dinlediğimiz günleri anlatmak için aklıma tek bir kelime geliyor: “Çok”. Her şeyin çok olduğu zamanlar sanki. Çok uykusuzluk, çok içmek, çok uzun konuşmaklar, çok dinlemekler, çok heyecanlanmaklar. Qoser Halı Saha hariç değil.
Sonradan gördük, İbrahîm’in o kaydı “Dil Venebû” diye dağılmış internetlerde. Hatta Spotify’a bile konuldu yıllar sonra. Hepsini ayrı ayrı övebilirim, bütün icraları. İşin doğrusu, Bilind İbrahîm’in sonradan neler yaptığını da merak etmiyorum pek fazla. Bu icralarla o kadar uzun meşgul oldum ki. Olduk ki. Biz; söylemiştim kim olduğumuzu.
Araba yolculukları, akşamları kapanan ama bekçisinden rica ederek açtırdığımız pasajlardaki arkadaş ofisleri, evler, odalar. Her yerde dinledik İbrahîm’in bu müstesna kaydını. Kimileyin dayanamayıp biz de ortamdakiler gibi alkışladık. Kimi zaman daha da dayanamayıp “Her bijî” dedik şarkı bittikten sonra biz de. Ama en çok “Gêj bûm gêj bûm/ Ketim erda gelo derman” kısmında durduk. Nasıl tercüme edilebilir? Deneyeyim.
Defterler almışsın, kalemler almışsın. O kalemlerle o defterlere bir şeyler yazmışsın. Tasnif etmişsin, bir yerlerde korumuşsun, dönüp okumuşsun, bir daha yazmışsın, yanında şehirler şehirler boyunca dolaştırmışsın, en olmadık yerde çıkarıp yazmışsın, ihmal etmemeye çalışmışsın. Türlü kalemle yazmışsın. Not düşmüşsün, unutmamak istemişsin, kendine hatırlatıp durmuşsun. Sonra biri o defterleri ve o kalemleri çalmış. Sen bir sokağın ortasında kalakalmışsın. Sanki hiç rüya görmemişsin hayatında, sanki kalp çarpıntısıyla hiç uyanmamışsın. Artık o defterler de yok, o kalemler de. Başın dönmüş, “gêj” olmuşsun, bir adam o sıra ud çalmaya devam etmiş kulağının dibinde, “Düştüm yere, el aman derman” demişsin sen de. Ud çalmaya devam etmiş. Bilind İbrahîm söylemeye devam etmiş.
Sonra gitmişsin Nâzım Hikmet’e. “Bir akşam üstü/ oturup hapisane kapısında/ rubailer okuduk Gazalîden” deyişine. Bilind İbrahîm hep çalmaya devam etmiş. Birkaçımız kör kalmışız. Olur öyle. Bazen olunmaz. Kalınır.