‘90’lı yılların ikinci yarısında, Ankara’da 88.4 frekansından yayın yapan Radyo Arkadaş, radyoculuğa başladığım yer. Radyo, çocukluğumdan bu yana hayatımda. Bir dönemin en önemli iletişim aracı. Dinlemeye başladığımda televizyon yayınları tek kanallı TRT aracılığıyla yapılıyordu ve (bugün tuhaf gelecek belki ama) yayın belli saatler arasındaydı. Akşamüstü başlar, gece yarısında biterdi. İstiklal Marşı’yla açılan, yine onunla kapanan bir televizyon yayınından söz ediyorum. Gündüz yayınının başlaması lise yıllarıma denk gelir. TRT’nin 24 saat kesintisiz yayına geçmesi ise çok sonra… ‘90’lı yılların başında önce özel televizyonlar, sonrasında özel radyolar devreye girdi –ki radyoların tahtının sarsıldığı dönemeç, tam da burası. Yaşayanlar hatırlar: Özel radyolar yayına başladı ama bir süre sonra, devlet, yayın tekelinin TRT’ye ait olduğu gerekçesiyle bütün yayınları durdurdu. “Radyoma dokunma!” sloganıyla başlayan, arabaların antenlerine ya da yakalara iliştirilmiş siyah kurdeleyle simgelenen eylemler kitleselleşip ses getirince, bir geri adım atıldı ve özel radyolara frekans tahsisi sağlandı. Radyo Arkadaş, tam da bu dönemde kuruldu, Ankara’da 88.4’e yerleşti ve “Biz Arkadaşız” sloganıyla yayın hayatına girdi.
Çok değil, üç ya da dört yıllık bir hikâye bu. Yazık ki tüm çabalara rağmen yaşatılamadı. Kurucuları arasında bulunduğum radyoda pek çok program yaptım; bir dönem program koordinatörlüğünü ve müzik direktörlüğünü üstlendim. Benim için kıymeti büyük çünkü başta Metin Solmaz, hâlâ çevremde olan pek çok arkadaşımla tanıştığım yerdir.
Bu noktada, hikâyeyi “biz”e çevirerek anlatabilirim... Her şey bir yana, Ankaralılara umut aşılayan bir radyoyduk. Bir yandan bağımsız ve doğru bir habercilik yapmaya çalışırken diğer yandan güzel şarkıları dinleyiciyle buluşturmayı hedefliyorduk. Üniversitelerden fabrikalara, demokratik kitle örgütlerinden sokaktaki insana, pek çok yerden gelen haberleri kendimizce süzüyor, ana akım medyada yer almayanları dinleyiciye ulaştırıyorduk. Yeni çıkan albümleri özenle dinliyor, türkülerden en sert rock şarkılarına uzanan geniş repertuvarı, günün farklı saatlerine yayarak çalıyorduk. Programlarımız güzel ve özeldi. Kendi adıma, içinde bulunmaktan gurur duyduğum şahane bir deneyimdi –ki yolumu orada çizdiğim için, hayatımdaki en önemli kırılma noktası aynı zamanda.
Bu uzun girizgah sonrasında, sözü, radyoda sürekli çaldığımız iki şarkıya getirmek isterim. İlki, 1991 yılında Ada Müzik tarafından yayımlanan Sevinç Eratalay albümü “Yeniden Başlamalı”ya adını veren şarkı: “Bir yaprak düşer bir ince dal / Kırılır / Yüreğimde / Bir yol gider inceden, inceden / Bir rüzgar eser eser… // Çarpar yüreğim, yüreğim / Yeniden / Bir umut düşer toprağa / Yüreğimden / Bir aşk, bir sevda / Yeniden, yeniden / Güneşin saçları gelecek…” Programlarımda ya da yaptığım akışlarda çok çaldığım şarkılardan biriydi bu. Sözlerindeki umudu, müziğindeki inceliği severdim. O günden bugüne bir şey değişmedi elbette: Hâlâ çok seviyorum. Hâlâ bunaldığım zamanlarda elimi atıyorum, “yeniden” dinliyorum…
İkinci şarkı, hemen hemen aynı yıllarda yayımlanan Hüsnü Arkan albümü “Bir Yalnızlık Ezgisi”nden. Kalan Müzik tarafından basılan bir kasetti ve şarkıların düzenlemeleri Şanar Yurdatapan’a aitti. Sürekli çaldığımız iki şarkı vardı: “Yeniden” ve “Nereye Uçar Turnalar”… Sevinç Eratalay’ın da konserlerinde seslendirdiği “Yeniden”, sözleriyle umudu diri tutan şarkılardandı: “Yeniden doğup eline günün / Yeniden duyup adını gülün / Yeniden başlamalı / Yeniden anlamalı / Yeniden dinlemeli o yiten türküleri…” Radyo Arkadaş, “yiten türküleri” dinleyiciyle buluşturmayı görev edinmişti: Âşık İhsani’den Emekçi’ye, Zülfü Livaneli’den Ali Asker’e, radyolarda ve televizyonlarda çalınmayan ya da çalınamayan ne kadar şarkı, türkü, marş varsa 88.4 frekansı aracılığıyla yayılırdı. Hatırlatırdık. Hüsnü Arkan’ın, “Yeniden”inde rastladığımız “Dağılır gider kara bir bulut, dokununca bir dost eli” dizesindeki “dost eli”ydi. Arkan, şarkının ilerleyen dakikalarında, “Nerede tükettin türkülerini, yanıyor işte ışık o serin dost odalarında” der. Radyomuz, o serin dost odalarını müziğiyle ve sohbetiyle doldururdu.
“Nereye Uçar Turnalar”, günün herhangi bir saatinde karşımıza çıkabilir şarkılardandı çünkü çok çalıyorduk. Hâlâ çok sevdiğim şarkılardan biridir bu: “Eksilmesin dudağından gülüşün / Eksilse yaşamından güneş / Yüzün kararmasın gecede / Gülümse düşlerinde yine // Nereye uçar turnalar / Nereye gider gökyüzü / Alıp kanatlarına umutlarını geçmişin…” Sonradan Ezginin Günlüğü’nün solisti olarak tanıdığımız Hüsnü Arkan, şarkılarıyla umudu hep diri tutan isimlerden. Toplulukla ilişkisini bitirdi ama şarkılarını, solo albümleri ve sıklıkla verdiği konserler aracılığıyla dinleyicisiyle buluşturuyor. Ezginin Günlüğü’nün “İstavrit” sonrasındaki pek çok şarkısı, Hüsnü Arkan imzası taşıyor. Bir şey daha: Grup Yorum’u tanıdığımız şarkılardan biri olan “Haziran’da Ölmek Zor”un müziği de Hüsnü Arkan’a ait.
Şarkıyı dinlemeye devam edelim… Art arda gelen sorular, çaresiz ve belli ki içe kapanmış bir insanı, kendini sorgulyarak hayata döndürme amacını taşıyor: “Kim götürdü bakışından ışığı / Kim aldı gözlerinden onu? / Kadehlerden yüreğine boşalan / Acı bir umutsuzluk, o mu? / Kime söyledin derdini? / Kimi sevdin gizli gizli? / Kimler uyandırdı / İçindeki kötü, kırık türküleri?” Sonrasında en sevdiğim yer geliyor –ki Radyo Arkadaş’ta yaptığımız, yazılarımla yapmaya çalıştığım, tam da bu: “Ölenlerin adını unutma / Türkülerin, meydanların / Ah, bırakmasın onlar seni…” Bugün, yarına umutla bakıyorsam, dünden gelen isimler, hikâyeler sayesinde. Şarkılar onları bugüne taşıyor, bizim aracılığımızla yarına bir köprü kuruluyor. Şarkının sonunda karşımıza çıkan dize, belki de sonrasında hayatımı şekillendiren, örnek aldığım dizelerden biri “Bak, işçi tulumu giymiş umut!” Bir şeyi bu kadar yalın, bu kadar sade anlatan az şarkı var. “Nereye Uçar Turnalar”, bu anlamda özel şarkılardan biri.
Peki neden bu şarkılardan söz ettim ve neden eski radyolardan biriyle bir bağlantı kurdum? İçinde yaşadığımız durum itibariyle elbette… Bugün, kendi karantinamın 43. günündeyim. 43 gün önce girdiğim evimden birkaç günde bir çıkıyorum; Kadıköy sokaklarında kimseyle temas etmeden küçük bir tur atıyorum, markete uğrayıp yeniden evime dönüyorum. Sokağa çıkmanın yasak olduğu günlerde bunları da yapamıyorum. Mutsuz değilim. Evde vakit geçirebiliyorum, çalışabiliyorum, arkadaşlarımla temasımı “uzaktan” ve “online” olarak sürdürüyorum… Tek sıkıntım, önümüzü göremiyor oluşumuz –ki bu, hemen hemen hepimizin derdi. Umutsuzluğa kapıldığım nadir anlarda sorular art arda geliyor: Ne zaman normale dönülecek, dönülebilecek mi ya da o günleri biz görebilecek miyiz? Tam da bu noktada şarkılar devreye giriyor. Yukarıda andığım, sözlerini paylaştığım üç şarkı ve daha nicesi…
Umutsuzluk kötü. Beraberinde mutsuzluğu getiriyor. Hastalığı unutturup pembe bir tablo çizmek için söylemiyorum ama enseyi karartmamak için “önümüz bahar” vurgusunu yapmak istiyorum. Erik çıktı, çiçekler açtı, kuşlar cıvıldamaya, kediler yavrulamaya başladı. Yakında denize girilebilir günler gelecek. Girebilecek miyiz, bilmiyorum ama bunun hayalini kurmak güzel. Yeniden yollara düşme vakti geldiğinde sapasağlam olmak için buna ihtiyacımız var. Bir kere daha söyleyeyim: Şarkılar, bu noktada devrede. Bu ara, umutsuzluğu körükleyen, bizi mutsuzluğa sevk eden şarkılardan uzak durmakta fayda var. İleride, sokağa yeniden çıktığımız, yan yana gelebildiğimiz günlerde nasılsa bizi mutsuz edecek pek çok şeyle karşılaşacağız. Şimdi durup dururken kendimizi üzmenin mânâsı yok. Bir dönem kitleleri etkilemiş “yitik türküleri” ve onları söyleyenleri hatırlamak, hatırlatmak, hepimize iyi gelecek. Şu musibet bittiğinde tüm gücümüzle yeniden hayata direnmek için. Ne demişti Adnan Yücel: “Bitmedi daha sürüyor o kavga / ve sürecek / Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” Şairin, ilk baskısı 1986’da Yön Yayınları tarafından yapılan kitabına adını veren bu şiirin farklı bölümleri, o yıllarda pek çok farklı besteyle huzur çıkmıştı. Üçünü önereyim, yazıyı bitireyim… İlki, Mehmet Celal’in sürgünde yaptığı albüm “Fırtından Önce”de yer alan üç bölümlü uzun şarkı. İkincisi, Çağdaş Türkü’nün ikinci albümü “Delikanlıya”da karşımıza çıkan Eftal Küçük bestesi. Üçüncüsü, Ankaralı topluluk Dalga’nın ilk (ve tek) albümüne adını veren şarkı –ki bu kaset, Ada Müzik tarafından “88.4 Radyo Arkadaş katkılarıyla” basılmıştı. Başa döndüğüme göre yazıyı bitirebilirim. Sağlıklı günler dileğiyle…