Virüslü gibi davranan çok, “Yere bırakın gidin” diyorlar paketleri, üstüne dezenfektan sıkanlar... Absürtlük de burada. Madem bu kadar tedirginsin, niye kargo istiyorsun evine. Dolap diye bir uygulama var, ikinci el satış yeri, oraya yüklenmiş bir sürü kişi. Medikal malzeme taşısak hastanelere, evet derim insanlık için bir şey yapıyorum.
31 yaşındaki Nazlı bir kargo şirketinde çalışıyor. Yine
aynısı oldu, bir hafta önce haberleştik, görüşeceğimiz güne kadar
işten çıkarılmıştı. Bu tesadüf değil, “esnek çalışmanın” özel
sektörde yaşandığı biçimi. Nazlı, alınmayan önlemleri anlatıyor ama
daha önemlisi bu zamanlara mahsus ahlaki sorular soruyor. Hiç de
zaruri olmayan e-ticaret siparişleri, sektörde çalışanların virüs
riskini nasıl arttırıyor, bu koşullarda çalışmaya mecbur bırakılmak
ruhlarını nasıl tahrip ediyor...
Çizim: Murat Başol
Beni ne işsiz bıraktı? “Müşteri memnuniyeti” diyeyim. Bir buçuk
yıldır bir kargo şirketinde çalışıyorum. Market çalışanları,
kargocular, hepimiz risk altındayız, bunun da bilincindeyiz. Ama ne
önlem, ne bir şey... Hatta bizim acentanın sahibi müdiremiz
Almanya'ya gidip geldi, uyarılarımıza rağmen karantinada kalmadı,
şubeye gelmeye devam etti. “Ben iyiyim, bomba gibiyim” diye diye
hepimizi riske attı. Vakalar arttıkça “Bir önlem alalım, en azından
marketler gibi mesafe koyalım” dedim. “İnsanlara engel olamazsın
ki” dedi bana. Bir yandan Genel Müdürlük, bütün şubelerimiz
dezenfekte ediliyor falan diye açıklamalar yapıyor. Hiç öyle bir
şey görmedik. 19 Mart'ta bir mail attılar, eminim ki müdürlükten
biri, evinde pijamalarıyla yazdı. İşte biz sağlık çalışanları gibi
kamuya hizmet ediyormuşuz, kutsal bir iş yapıyormuşuz. Olur ya
öyle, birtakım sırt sıvazlamalar... “Kutsal”ı kırmızı harflerle
yazmışlar bir de, okuduğumda kudurdum.
Akabinde herkese birer maske, eldiven geldi. Birer tane! Sonra
öğrendik ki merkez bunları şubelere satıyormuş. Kargo şirketlerinde
poşetler şubelere satılır, bunlar da aynı şekilde. Yani tamamen
müdürün inisiyatifine kalmış durumdasınız. Farklı şubelerden hasta
olanların haberleri de kulağımıza geldi bu süreçte. Ama
bakıyorsunuz şube çalışıyor hâlâ.
Bir de böyle bir zamanda dağıttıklarımızı görseniz...
Kıyafetler, ayakkabılar... Ya şuna şahit oldum: Küçük bir dikiş
makası almış, rengini beğenmediği için iade edecek, eve kurye talep
ediyor. İnsanlar o kadar acımasız, o kadar bencil ki. İşten
atılmama da böyle bir şey neden oldu. Aldığı elbiseyi değiştirmek
için iadeye gelen bir müşteri... Daha içeri söylenerek girdi. “Şu
tarafa” diye doğru yeri işaret ettiler, “Hepiniz virüslüsünüz zaten
nasıl geleyim oraya” dedi. Virüslüymüşüz. O zaman gelmeyeceksin.
Ben de yan tarafta arkadaşımla konuşuyorum, bir şeye güldüm, “Sen
bana nasıl gülersin” diye bağırmaya başladı. Doğal bir şekilde
savunmaya geçtim, müdür geldi. Kadın “Çabuk bunun işine son verin”
diyor sinirli sinirli.
Kadın gittikten sonra müdür böyle olmaz falan dedi bana. Çok
agresifmişim. “Risk altındayız. Elbiseydi bilmem neydi, zaten
insanların lüksüne hizmet ediyoruz, hepimiz gerginiz” dedim. Her
gün ölüme gelir gibi işe geliyoruz, elimizde ölüm taşıyoruz,
müşteri stresliyse, biz daha stresliyiz, biz hepsinden daha
tedirginiz. Bunun ertesi günü, yine ayakkabısı evine gitmeyen,
telefon numarası olmadığı için ulaşamadığım başka bir müşteri geldi
şubeye. Ona sakince bir cevap verdiğim halde “Biz sanki
gerizekâlıyız, bilmiyoruz bunu...” diye bu sefer o bağırmaya
başladı. Sonra tabii müdür beni çağırıp çıkışımı vereceğini
söyledi. En işkence gibi olanı da, çıkarıldıktan sonra iki gün daha
çalışmaktı. Maaşım kesilmesin diye, ayı doldurayım bari dedim.
Berbattı o iki gün.
Dağıtım yapan arkadaşlar da hep böyle muamelelere maruz kalıyor.
Virüslü gibi davranan çok, “Yere bırakın gidin” diyorlar paketleri,
üstüne dezenfektan sıkanlar... Absürtlük de burada. Madem bu kadar
tedirginsin, niye kargo istiyorsun evine. Dolap diye bir uygulama
var, ikinci el satış yeri, oraya yüklenmiş bir sürü kişi. Medikal
malzeme taşısak hastanelere, evet derim insanlık için bir şey
yapıyorum. O zaman işim kutsal olur. Ama yok... Çocuklarının eski
oyuncaklarını satıyorlar mesela. Karantinada ayakkabı almayı inan
anlamıyorum. Ben çıktım ama binlerce kişi kargo işinde çalışıyor.
İnsanlar gerçekten keyfi alışveriş yapmasın bu dönemde, anlasınlar
bunu.
Ben 31 yaşındayım. 25 yaşında bir kardeşim var, onunla yaşıyoruz
İstanbul'da. Ailem Adana'da. Kardeşim de Migros'ta çalışıyordu,
ayrılmasını ben istedim. Günde bin beş yüz kişi, ne önlemi
aldıkları belli değil, göze alamadık. Şimdi ikimiz de işsiziz.
Aileden bir şey bekleyemeyiz, emekliler. Biz burada kendimizi
döndürüyorduk. En fazla bir aylık kirayı, faturaları öderim son
maaşla, ondan sonrası karanlık. İşsizliğin on beş katına çıkacağını
da gayet iyi biliyorum. O yüzden her riskine rağmen çalışmaya devam
ediyordum zaten. Adana'ya dönmek istesek bile dönemeyiz, yasak var.
Parasız, tam mahsur kaldık burada.
Akıl sağlımızla oynuyorlar. Ben nasıl evde kalabilirim? İki
aktarmayla gidiyordum, sabah 7 buçukta sokaklara baksınlar,
insanlar nasıl koşa koşa mesaiye yetişiyor. Metrobüs tıklım tıklım.
Bomboş sokaklarda simit, çiçek satmaya çalışan insanlar görüyorum,
günlük yevmiyeyle geçinenler... Evde kalanlar da, yüzde 30 mudur o,
karantinasında internetten alışveriş yapıyor işte. Sınıfsal ayrım o
kadar ortaya çıktı ki, bu bir sağlık meselesi değil artık, sınıf
çatışması. Öyle geliyor bana. Bakan konuşuyor, “Gençler evde
kalın”mış... Gençler ekmeğinin peşinde! Gençler fabrikada, bankada,
kargoda, markette. Gençler ölümü evine taşıyor. Biz ortaya atılmış
yemleriz, virüs kapıp ölmesi gerekenleriz. Ölene kadar da ekonomiyi
canlı tutacağız ama! Devlet e-ticareti durdurmak istemiyor
görüyorsunuz. İndirim bile yaptı. Her yerde böyle.
İnşaat teknikerliğini bitirdim. Aslında tiyatrocu olmak
istiyordum, İstanbul'a onun için gelmiştim. Maddi kaygılar
nedeniyle olmadı. Kendimi değil, ekonomimi var edecek işler yaptım.
20 yaşımdan beri yapı denetimi, gayrimenkul, mağaza, garsonluk bir
sürü işte çalıştım. Bu ülkede yaşamanın bedeli yorgunluk diye
düşünüyorum. Yarını bile göremezken, gelecekten beklediğim hiçbir
şey yok. Bu virüs sanki yaraları deşti. Ekonomik sıkıntı, işsizlik,
ne varsa... Bu ülkeye, insanlarına dair umudumu çoktan
kaybetmiştim, onlarla aynı gemide olamadım hiç. Hayallerimden zaten
çoktan vazgeçmişim. O yüzden de haksızlığa karşı susmak
istemiyorum, sesimi duyurmak istiyorum böyle...
Konuştuğumuz gün 18.135 vaka, 356 ölüm
açıklanmıştı.
*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu
öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki
eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan
sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan.
Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her
veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin
bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı
ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar,
erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi
yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde
çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar,
karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun
düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü
birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında
kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.