Karantinalı bir yılın melankolisi ne kadar sürecek?

Küresel salgın, gündelik hayatımızda büyük ve ani değişimlere yol açtı. Gündelik sosyal yaşantımıza sekte vuran Covid-19 yalnızca bugünkü alışkanlıklarımızı değil, gelecektekileri de beklenmedik biçimde değiştirdi.

Abone ol

Andrew Solomon*

Covid-19’un akıl sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri giderek artıyor. Toptan veya göreceli olarak karantinada kapanmanın etkileri ruhsal paslanmaya benziyor: İlk önce orada burada kırmızımsı lekeler, sonra her yüzeyde göze hoş gelmeyen bir pullanma; en sonunda bir zamanlar yıkılmaz gibi görülen yapıların toptan çöküşü…

Kapınızın önüne yerleşmiş gibi görünen Ölüm Meleği sizi endişelendirmiyorsa, bir ay boyunca yalnız kalmak neredeyse rahatlatıcı bile olabilir. Bir yıl boyunca yalnız kalmak, münzevi bir mahrumiyetin ve daha fazla umarsız deliliğin eşlik ettiği büsbütün farklı bir deneyim. Kişisel kayıp ve mali dertler, sorunu daha da şiddetlendiriyor.

TATSIZ BİR YILIN ARDINDA BIRAKTIKLARI

Karantina ilerledikçe gidecek yeri olmayan insanlar kendilerini erotik oyalamalara kaptıracakları için doğum oranının fırlayacağı öngörülmüştü. Bunun yerine, doğum oranı önemli ölçüde düştü; çünkü her günü bütün gün birbirleriyle uğraşıp durarak geçiren, başkalarının arasına karışabilecekleri sosyal kaçamakları olmayan insanlar, sevişme havasında değildi.

Tırmanışa geçen şeyin boşanma oranı olduğu görülüyor. İntihar ve depresyon da yükselişte. Sağlık konusunda her zaman örnek oluşturan insanlar, klinik kaygı durumuna varan ani bir hüsran yaşadılar; zaten her zaman kaygılı olanlarsa felce uğradılar. 2020 yılı büyük ihtimalle alkol bağlantılı stoklara veya eğlence amaçlı marihuana dispanserlerine yatırım yapmak için iyi bir yıl oldu; çünkü herkes gerçek ya da mecazi anlamda kaçmak istiyordu.

Nihayetinde bulanık bir çözüm gözler önüne seriliyor: Aşılar belirli insanlar için mevcut; aşılar çok geçmeden herkes için mevcut olacak; virüsün varyantlarına karşı tatmin edici veya belki tatmin etmeyen bir şekilde mücadele ediyorlar; hemen hemen herkes aşılanana kadar hayati tehlikeyi atlatmayacağız; gelişen dünyaya aşı yetiştirmek son derece önemli; böylece ayrıcalıklı balonlarımızın içinde güvende olabiliriz.

Geçenlerde ikinci Moderna aşımı oldum ve çok geçmeden bahşettiği bağışıklığa sahip olacağım. Bu değişime dayanan planlar yaptım çoktan. Bir yıl sonra ilk kez, hep saçımı kestirdiğim yere gideceğim. Bir seferde birkaç arkadaşımla görüşeceğim. Benim gibi aşı olan yaşlı babamla kucaklaşacağım. Hatta ailemle kayak yapmaya gidip bir otelde kalacağım.

ARTIK ESKİSİ GİBİ OLAMAYACAĞIZ

Bütün bunları temkinli bir şekilde gerçekleştireceğim. Bütün önlemleri bir kenara bırakmanın rahatlığını hissedebilirim ama aynı zamanda paranoya da hissedebilirim. Kalabalık bir tiyatroda ve dans eğlencesinde kendimi rahat hissetmeyeceğim. Umumi tuvaletlere karşı hâlâ bir tereddüt yaşayacağım. Avrupalı ülkeler gitmeme izin verse de Avrupa’ya kalkan bir uçağa binmeyeceğim. Bunun saçma bir davranış kodu olduğunu biliyorum, bu uçuş muhtemelen Vermont’daki bir otelden daha tehlikeli değil ya da dans eğlenceleri muhtemelen berber salonundan daha fazla riskli değil. Fakat alışkanlığın ve boş inancın esareti altında kalıyorum.

11 Eylül’den bu yana Amerikalılar, havalimanında ayakkabıları tarayıcıdan geçirmek gibi etkisi şüpheli olan ancak sembolik potansiyelini sürdüren güvenlik uygulamalarına alıştılar. Covid-19 kısıtlamaları da sembolik davranışlara yol açabilir. Elbette maskeler kişisel ve kamusal sağlık anlamında muazzam bir fark yaratıyor. Aşı sonrası olsa da ben kendimi ve başkalarını korumak içi maske takacak mıyım? Evet. Ama aynı zamanda evimden maskesiz çıkmak fikri büsbütün tekinsiz görünüyor.

2002’de Amerika’nın işgalinden kısa bir süre sonra, Afganistan’da çalışırken, önde gelen kadın hakları aktivistlerinden biri, Taliban yenilir yenilmez burkasını yakmanın hayalini kurduğunu söyledi, yine de bir burka giyiyordu. “Görünmez olmaya alışınca, tekrar görünür olma olasılığı çok stresli” diye açıkladı. N95 maskeleri burka değil, fakat bu noktada maskeleri çıkarmak riske girmek gibi görünüyor.

Büyük Bunalım sırasında yetişmiş birçok insan gibi büyükannem de israfa katlanamaz, işine yaramayacak sicim parçalarını toplardı. Bunalımı aslında yeterince rahat bir biçimde atlatsa da bu onun çağının zihniyetiydi. Bunlar mantıklı bir korkudan kaynaklanan dürtüler değil, mahrumiyet olasılığına ilişkin bir nevrozdan kaynaklanıyor. Büyükannem hâlihazırda yeteri kadarına sahip olmanın, gelecekteki yeterliliğin garantisi olmadığını düşünürdü.

KAYGILAR HEPİMİZİ ESİR ALDI

Pandeminin bizi uzun dönem etkileyip etkilemeyeceğini bilmek zor, fakat bundan, benzer, müzmin, düşük dereceli kaygılar olmaksızın kurtulmayacağız. Sicim parçaları, esnekliğini kaybetmiş lastikler toplamayacağız; fakat aynı şekilde gereksiz bir şey yapacağız. Seyahatten kuşku duyacak olabiliriz; kalabalıklarda paniğe kapılabiliriz; sürü bağışıklığından uzun zaman sonra bile gereksiz hale gelse de maske takıyor olabiliriz. Kolektif travma hem grup zihniyetini hem de bireylerinkini etkiler. Çocuklarımızın yaşamları hakkında endişelenebiliriz veya kalabalık asansörleri olan yüksek binalarda çalışıyor olabiliriz.

O çocuklar da bizi komik bulabilir; fakat öğrendik ki, sarsılmaz özgürlükler baskılanabilir, hareket özgürlüğü koşullara bağlanır, musibetler hiç öngörülmeyen bir biçimde dünyayı silip süpürür, bugün olağan olan şey gelecek ay olağan olmaz. Bu huzursuzlukların üstesinden gelmek on yılları bulacak ve tabii ki şu an öngörülmeyen, tahmin edilmeyen muhtemel krizler çıkacak ve bizi henüz aklımıza gelmeyen endişelere götürecek.

Boşanmadan, üremeye yönelmeye gelince, o da muhtemelen yavaş yavaş olacak. İkinci aşıdan iki hafta sonra hemen dünyevi zevkler peşinde koşan insanlar duymadım. Covid’in bizde bıraktığı hangi değişimler geçici, hangileri kalıcı? Bunu hesaplamak imkânsız. Sadece bir daha asla aynı olmayacağımızdan emin olabiliriz.

Bir zamanlar egzotik bir hastalık olduğu düşünülen depresyon, çoğu Amerikalının varsayılan halet-i ruhiyesi haline gelmiştir. Bu pandemi de geçecek, fakat en azından bir kuşak boyunca terapistleri ve psikiyatristleri meşgul edecek bir çaresizlik tortusunu geride bırakacak.

*Andrew Solomon, Columbia Üniversitesinde tıbbi psikoloji profesörüdür, aralarında “Far from the Tree: Parents, Children and the Search for Identity” adlı kitabın da olduğu bazı kitapların yazarıdır.

Yazının orijinali LA Times sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Serdar Aygün)