Bugün, ABD ve AB tarafından “karşılıklı (ortak) kaygı konusu” olarak Çin ve Rusya ile aynı paranteze alınan bir ülkeyiz. Bu gurur hepimizin, bu başarı iktidarı ve muhalefetiyle bize yeter. Az gittik, uz gittik, yüzyıllara yayılan yolculuğumuzda sıradan bir Ortadoğu devleti oldurulduk artık. İran’a desteğimiz tam, Azerbaycan’dan Libya’ya, Suriye’den Irak’a, Katar’dan Somali’ye askeri harekât halindeyiz. Haklıyken haksız duruma düştüğümüz Kıbrıs’ta 1974’ten bu yana (günahın tamamı hatta büyüğü bizim olmasa da) çözümsüzlüğün vazgeçilmez parçasıyız.
FSM, İstanbul’un fethi ve kozmopolitleşmesi (nüfus onun döneminde elli binden beş katına çıkmıştı), kendini “Kayzer-i Rum” (da) ilân etme ve üç taçlı portre, Otranto ile Roma’nın da fethi iddiasını ortaya koymuştu. Onun döneminde imparatorluk nüfusunun çoğunluğu halen Hıristiyandı. III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecit’le tanzimat ve ıslahat girişimlerini hayata geçirmiş, 1856 Paris Kongresi’yle “Avrupa mimarisinin” parçası olmuştuk. Atatürk’le yüzüncü yılını kutladığımız 1921 anayasasını yapabilmiş, bağımsız laik cumhuriyeti ilân etmiştik.
Menderes’le 1952’de NATO üyesi olduk. Avrupa Konseyi’nin ve AGİT’in kurucu üyesiyiz. Kararlarını uygulamadığımız (ama örnekse Batı Trakya konusunda komşumuz Yunanistan’ı kararlarını uygulamaya davet edebildiğimiz) AİHM’nin de üyesiyiz. 1963 Ankara Anlaşması’yla AB üyeliğine başvurumuz kabul edilmiş, 1999 Helsinki Zirvesi’nde “aday ülke” statümüz onaylanmış, 2004 Brüksel Zirvesi’nde üyelik müzakerelerine başlamıştık. Bir büyük boşlukta bozuldu büyü, 2020 Aralık Konsey toplantısında AB ile ilişkimizin geleceği üzerine farklı seçenekler oluşturacak senaryoların çalışılması kararı alındı, ertelenmezse (ki muhtemeldir bence) 2021 Mart ayındaki Konsey’de Yüksek Temsilci Borrell o senaryoları rapor halinde ortaya koyacak.
Neredeyse yirmi yıldır AKP ve Erdoğan iktidarda. Cumhuriyetimizin rejimi değişti. Tutarlı, bütüncül, çokboyutlu, en azından en dar anlamıyla dahi “ulusal çıkarlarımızı” gözeten bir Kürt siyasetimiz yok. Muhalefetin de bir önerisi yok bu herhalde yaşamsal önemdeki konuda. Rusya’dan hangi akla hizmet S-400 aldığımız belirsiz. Irak, 26 milyar ABD Doları düzeyindeki tazminat kararını Nisan ayında aldırmak için Paris’teki Uluslararası Tahkim Kurulu’nu sıkıştırıyor. Çin’den aşı geliyor, aşının etkisi de, aşılamanın ne zaman tamamlanacağı da, aşıya karşılık hangi siyasal ödünlerin verildiği de bilinmiyor.
Ülkemiz bir açık hava hapishanesiyle, açık hava tımarhanesi arasında serbest salınımda. Kayyumlar kanıksandı, gündem bile değil artık. Karanlık (“karanlık” deyince işin ucunun bir yerden, devlet aygıtının bir yerine çıktığı anlaşılır) cinayetler Mumcu’dan, Dink’e, Elçi’den Org. Bitlis’e karanlık dehlizlerde kayboldu. Gitti FETÖ, geldi filanca “iktidara yakın” tarikatlar; o da olmadı, bürokratlık için MHP’den “sağlam raporu” gerektiğini sağır sultan biliyor. Bir talimatla valiler anamuhalefet liderine dava açıyor. Laik cumhuriyetin hariciyesi ikide bir “dinimiz…” diye açıklama yapmakta sakınca görmüyor.
HDP İYİP’le görüşmüyor. Saadet İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması için Erdoğan’dan güvence almaktan mutlu. İYİP HDP’yle yan yana gelmemekte kararlı. Üç CHP’li MV “Atatürk’e soykırımcı diyen HDP” gerekçesiyle istifa ediyor. Kamuoyu yoklamalarına göre “en güvenilir siyasetçi” olduğu söylenen İçişleri Bakanı “sapkın LGBTİ” öğrencilerin “hassasiyetlerimizi hiçe saydıkları” bahanesiyle gözaltına aldırıldıklarını muştuluyor. Yargıtay’dan en kısa (24 saatten az) mesaiyle geçen yargıç, en fazla oyla aday gösterilip, AYM Başkanı atanıyor. BU rektörü de ne yapsın, istifa etmiyor.
TürkTelekom gibi tekel konumundaki özvarlıklarımızı dahi haraç mezat, alelacele sattık. Beş babayiğit müteahhit ileri demokrasi coşkusuyla servetlerine servet katıyor. Pandemi başlıyor, Hıfzısıhha’nın bile kapatıldığı hatıra geliyor. AOÇ arazisinden, Kaz dağına, Doğu Karadeniz yaylalarından, derelerinden, Akkuyu nükleer santraline, Kanalİstanbul’dan lastik yakmaya çevre koruma, yeşil dönüşüm adına ne varsa, bizde fazlası mevcut.
Meclis’te kaldır elini-indir elini uygulaması berdevam, yüzler güleç. İBB meclisindeyse ekmek satışını engellemeye varan bir AKP muhalefeti. “Kaldır elini ‘Rabia yap bakayım’ cabası. Sabaha karşı kırılan kapılar, bozdum kararı, uydurdum yeni iddianame, aklıma geldi bilmemkaç sene öncesi yargısı ortada. Türkiye’nin (yani bizim) Varlık Fonu’nu, Devlet (yani bizim) Denetleme Kurulu denetliyor, raporu (bizden) gizli.
Hani “neren doğru ki?” diye sormuşlar ya fıkrada deveye, durumumuz öyle. Ama sorarsan, ne sorusu, ne sorunu: “Ben bunu abartı buldum”, “yok öyle bir şey”. Muhalefete dönersen: “Tatava yapma, ‘liyakat’ de geç. Nereden başlamalı, nasıl yapmalı? Koy işaret parmağının ucunu (atıyorum) Mithat Paşa’ya, takip et eğriyi, gel bugüne. Tut kelin (o kel değil, ona “kel” demek yasak) perçeminden. 2023’te seçim var ve her şey güzel olacak. Şimdi şey etmemek lâzım, gün o gün değil. Gün farklılıklarımızı bir yana bırakıp, hiçbir konuda anlaşamasak da, ve belki bundan ötürü, her konuda birbirimizle anlaşmış varsayılmalıyız. Hiç kimse olmayı hedeflersek, kalabalıkta herkes sayılırız belki.
Ben mi? İnsani Gelişme Vakfı (İNGEV) tarafından Türkiye'de nüfusu yüz elli binin üstünde olan ilçe belediyeleri ile üç büyük ilin bütün ilçelerini kapsayan 188 ilçenin değerlendirildiği İnsani Gelişme Endeksi (İGE-İ 2020) çalışmasının sonuçlarına göre Kadıköy birinci olmuş. İkâmetim de, kütüğüm de Kadıköy. Rahatım, müsterihim, kulağımın üstüne yata yata muhaliflik yapıyorum. Tabii, bu olumsuz durumu normalleştirmek noktasında belki bir kayyum atamasıyla gereken pragmatizm sergilenir mi, onu bilemem. Zira “insani gelişmişlik” ile “hassasiyetlerimiz” bağdaşmayabilir ve bağdaşmadığı yerde “yerli ve milli” duruş ortaya koymak gerekir.
Mevsimler mevsimleri kovalıyor. Hür dünya yeşil dönüşüm, yapay zekâ, otonom ulaşım araçları, hidrojenden elektrik üretimi, iki büyük nüfus ağırlık merkezi Çin ve Hindistan’ın küresel geleceği, demokrasinin mükemmelleştirilmesi vb konulara aciliyet duygusuyla kafa yoruyor. Bizim zamanımız çok. Biz kimseye benzemeyiz, biz bize benzeriz, biz bize yeteriz. Ne CHP, ne İYİP, ne Saadet-Gelecek-Deva üçlüsüne aman sakın “kaşının altında gözün var” denmeyecek. HDP’yi zaten sakınmak gerek, üzerinden silindir geçmiş. Hayıflanmaktan, elimiz böğrümüzde beklemekten gayrı bir etkinliğimiz yok.
Başlığı yazdıklarıma bakıp sonradan uydurdum. Çoğu zaman burada yinelemiştim: İnsan gibi, yan yana değil, iç içe yaşamak istiyor muyuz? Nihayet bir ulus olacak mıyız? Toplum mu olacağız, toplam mı kalacağız? Temel sorularımız bunlar. Bunların hepsi iktidar değişince hallolacaksa, şapkamı çiğneye çiğneye yemeye razıyım. Ha Ali Veli, ha Veli Ali; ya Rabbi bugünlere de şükür: Yoksa bu bu mu, bu kadar mı? “Bu kadarı dediğin az mı, yeter de artar bile” diyenlerdenseniz, eyvallah. Mevzu tamamen duygusal, “ekonomi de, gerisini bırak”, öyle mi?
Bu denli varoluşsal sorgulamalar bir yana, muhalefet blokundan bağlantılı şu birkaç soruya yanıt alalım yeter: İktidara gelirseniz “devlet adamı” Akar’la yola devam eder misiniz? Yukarıda örneklerini saydığım sınırötesi ve denizaşırı kol bükmeci, ansızın gelip yerleşmeci, yayılmacı, güvenlikçi, askerileşmiş dış politikayı aynen sürdürecek misiniz? Sürdürmeyecekseniz, ne yapacağınıza dair bir “beyaz kağıt” yayımlamayı düşünür müsünüz? AB’ye tam üyelik hedefi sizin için bir öncelik midir? Öncelikse, yerinden yönetim ve terörün tanımı konularını derhal AB’yle uyumlu duruma getirecek misiniz?
2023 demek laik cumhuriyetimizin 100. yılı demek. Arap isyanlarının da onuncu yılı geride kaldı. Göz açıp kapayıncaya dek geçen zamanda, Ortadoğu ilk kez fakirlikte Latin Amerika’yı solladı. Mübarek döneminde on bin dolayında seyreden hapishane nüfusu, Sisi döneminde altmış bini geçmiş durumda. Sistemi işleten petrol fiyatları düştüğü gibi, petrolün önümüzdeki onyıllarda hızla oyundışına çıkacağı da belli. Hem üzerlerine hışımla gelen yönetimler, hem pandemi Arap ülkelerinde gençliği geleceklerinden yıldırmış gözüküyor. Bizde yılgınlık yok. Biz elhamdülillah aktif, dinamik, genç heyecanlıyız. TBMM’deki her Salı müsameresinde umudumuz pekişiyor. Geleceğe güvenle, adeta aşkla bakıyoruz -sınıfsız, ayrıcalıksız, kaynaşmış bir kitle olarak.
PS –Bu ara MUBI’de (bak o var, uyansalar “ama Türkiye’de temsilci” filan deyip boğuntuya getirirler mi?) “Josep” (Aurel - 2020) ve “Vahşi Gezegen” (Laloux/Topor – 1973) adlı iki çizgi (“anime”) film var, erişebilen okurlara içtenlikle öneririm. Bana göre ikisi de başyapıt ve bize, bugüne, şimdiye dair.