Hollandalı ressam Pieter Peter Bruegel aynı zamanda dört yüz altmış yıl sonra Polonyalı yönetmen, senarist Lech Majewski’nin Michael Francis Gibson'ın Bruegel üzerine yazdığı “Değirmen ve Haç/The Mill & the Cross” adlı kitabından esinlenerek çektiği filmin ana karakteridir, daha doğrusu anlatıcının kendisidir.
Kendi çağında, çağının dışında bir ustaydı Hollandalı ressam Pieter Bruegel (baba). Çağdaşları gibi portreler yapmadı, oysa ki kolayca geçimini sağlayabilirdi.
Yaşam, doğa, emekçiler-köylüler asıl konusuydu. “Köylü Bruegel” diye anıldı.
Eğer etkilendiyse Bruegel, gerçeküstü ögeler içeren resimleriyle bilinen Hieronymus Bosch dışında bir ustası olamazdı. Bosch’un “Yeryüzü Zevkleri Bahçesi” resmi bile yeterdi. Bruegel’in resimlerinden “İsyankâr Meleklerin Düşüşü” (1562) Bosch'dan esinlenmenin benzersiz örneğidir. Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi’ndeki bu resmiyle ilgili videoyu görmenizi dilerim.
Bruegel’in doğumundan çok önce teolog, yazar Martin Luther tezlerinin etkisiyle protestanlığı yaratan reformasyon rüzgarı Almanya’dan Flaman topraklarına esmiş, dinsel, toplumsal ve politik yaşamı değiştirmişti. Bu nedenle Katolik Kilisesi reform sonrası ortaya çıkan dini akım Protestanlığı ve bu yeni ikon kırıcılığı hareketini (İkonoklazma) tehdit olarak görecek, protestan Flamanları paralı askerlerinin kaba gücü yardımıyla baskı altında tutacaktır.
Peter Bruegel'in “Calvary Alayı” adlı tablosundaki yüzü aşkın figür arasında Bruegel’in kendisi de vardır. Resimde bir işkence aracına dönüşmüş tekerleğin bağlandığı kalın ve uzun direk altında, yanında Bruegel’in on altı resmine sahip olduğu bilinen Anvers’li bankacı ve koleksiyoncu Nicolaes Jonghelinck (1517–1570) olup bitenleri birlikte gözlemektedir.
Hollandalı ressam Pieter Peter Bruegel aynı zamanda dört yüz altmış yıl sonra Polonyalı yönetmen, senarist Lech Majewski’nin Michael Francis Gibson'ın Bruegel üzerine yazdığı “Değirmen ve Haç/The Mill & the Cross” adlı kitabından esinlenerek çektiği filmin ana karakteridir, daha doğrusu anlatıcının kendisidir.
Lech Majewski’yi Gibson'ın kitabı harekete geçirmiştir. Michael Gibson, Majewski filmi çekmeden önce “aklını kaçırmışsın”, başardığını görünce de “Bruegel aklına sahip bir yönetmen” diyerek övecektir.
Majewski ilk kez Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nde “Calvary Alayı” resmiyle karşılaşmış, “resmin onu doğrudan doğruya kendine çeken bir gücü olduğunu ve bu duyguyu yalnızca Bruegel’in resimlerine bakarken hissettiğini aktarmıştır.”
“İkarus’un Düşüşü tablosunda da olduğu gibi, soyutlama gücüne, gerçeği, günlük yaşamın içine, ortasına gizlemesine hayranlık duyuyordum.” açıklamasını yapar. “…etkilendim, olduğu gibi, kalabalığın pek fark etmediği 'dünyayı değiştiren bir olayı' gündelik bir olay olarak betimliyordu.”
Lech Majewski küçücük bir bütçe –ve büyük bir fikirle- çektiği filmi için, “Karayip Korsanları, Avatar filmlerini yapanlar gelip tebrik ettiler, onların bütçelerinin binde biri ile bu filmi yaptığımız için, bu hayâl gücüdür, sinema bir resimle başlar.” diyecektir. Sinema çoktan resimle (görüntü) başlamış, “görüntülerle düşünebilmeyi olanaklı kılan bir yapıya sahip olmuştur” (Gilles Deleuze) ama bu resim farklıdır, sahne sahne anlatımıyla bir filme benzer ve Bruegel’in elinden çıkmıştır.
Yine de bir resimden “bu birgörsel olay” nitelendirmesini hak eden bir film nasıl doğabilir? sorusuna “Değirmen ve Haç” filminden başkası yanıt veremez…
Filmde, Calvary Alayı’nın bu kez Filistin-Beytüllahim değil Flaman topraklarında İsa ile yaptığı yolculuğun taslakları Bruegel tarafından çizilmektedir, bir yandan da resmin bitmesini sabırsızlıkla bekleyen Nicholas Jonghelinck ile konuşmaktadır. Bruegel İsa’yı neden es geçtiğinden, kalabalığın içinde neden eridiğinden söz eder ama, asıl derdi Katolik İspanya yönetiminin Protestanlara yönelik zulmünü öne çıkartmaktır.
Film üzerine şu bakış çok ilgimi çekmişti (Sunggu Yang, doktora öğrencisi):
“Dürüst olmak gerekirse Değirmen ve Haç filmini izledikten sonra kendimi hipnotize edilmiş hissettim; söyleyecek söz bulamadım, ağzım kurumuştu.(…) Film, doğum, ölüm, tarih, kader, cinsiyet, din, insanın zayıflığı, acı, mutluluk, üzüntü, güç, iyilik ve kötülük, teodise, sanat, evren gibi temel felsefi konular üzerinde sıçramalı anlatımla dursa da, harika bulduğum estetik, incelikli bir dille anlatıyordu.”
Calvary Alayı resmindeki Bruegel’in sahne sahne çizdikleri resmi bütünler. Yani Calvary Alayı resmi Lars von Trier’in 2011 yapımı Melankoli filminde “Karda Avcılar” resmi gibi anlatının içinde birkaç dakika gördüğümüz tek öge değildir, anlatının kendisidir. Bilinen, "Karda Avcılar”ın Bruegel’in mevsim döngüleri serisinde ve sonda yer alan resmi olmasıdır. Bruegel’in ilgi alanı geniştir: manzaralardan dini konulara, mitolojiye, mesel-atasözlerinden savaşa kendisini ilgilendirenleri resmetmiştir.
Bruegel, ışık ve gölgenin büyük ustaları Rembrant ve Caravaccio gibi “doğal olmayan ışık" kullanarak resimlerinin gizem ve “dramatik etkisi”ni artırmayacaktır. Çağın yaygın sanat anlayışının dışında (epik), günlük yaşam, toplumun yoksul, bir dilim ekmek için gün boyu çabalayan insanlarını, gün boyu çalışan köylülerini saptar. İlk kez “bir aradaki iş ve yemeğin gücü üzerinden topluluk gerçeğini” gösteren ressamdır. (Leppert)
Calvary Alayı, grotesk ve alegorik “Ölümün Zaferi/De Triomf van de Dood” ve insanlığın büyük belası olarak gördüğü, lanet okuduğu “cahillik” üzerine resimledikleri arasında gösterilemez. Kaldı ki, bazı alegorik resimlerini de ne yazık ki göremeyeceğiz. Brüksel’e taşındığında da devam eden İspanyolların ve Kilisenin baskılarını konu edindiği bir bölüm çalışmasını ölüm döşeğinde –ailesini korumak için- eşine yaktıracaktır.
“Karda Avcılar”da soğuk ve karlı bir günde avdan köpekleriyle evine boş dönen/bitkin, yorgun avcıları gösterir. Yaşadıkları dünyanın sanki farkında değillerdir, yanı başlarında yemek pişirmek için ateş yakan köylülere ve buz tutmuş gölde paten kayarak, buz hokeyi oynayarak ya da dans ederek eğlenen ya da sırtında çalı çırpı ocağını yakmaya giden köylülere, donan sular nedeniyle değirmeni çalışmayan değirmenciye bakışları yabancıdır. “Karda Avcılar” resminin izleyicisini kış ve kar değil, yorgunlukları bitmeyen bu insanların yalnızlığı, suskunluğu üşütür. Tabii ki gördüklerimiz, 16. Yüzyıl Flandre günlük yaşamının görsel notlarıdır, dönemin yaşamına ışık tutar.
Değirmen ve Haç filmine yeniden dönülürse, yaratıcılıkta Alexander Sokurov'un kesintisiz-plan sekans çektiği yüz dakikalık “Russian Ark/Rus Hazine Sandığı” ile (2002) yan yana getiren eleştirmen John Anderson, “Değirmen ve Haç sinemada yeni bir şey olmadığını söyleyenlere çok iyi bir yanıt” diyecektir; "deneysel" çağrışımı yapan filmin “her şeyden daha fazla film" olduğunu bir başkası, Joe Bendel belirtir.
Majewski, filmde Bruegel’i sadece “Calvary Alayı” resmini yapan bir sanatçı değil, bir gözlemci, tarih yazıcı yapar ve Bruegel adeta Kral II. Felipe’in Protestan Hollandalıları kafirlikle suçlayıp paralı askerlerinin yardımıyla ağır cezalar vermesini, ödenmesi olanaksız vergilerle hayatlarını zehir edişini an an/sahne sahne belgeler.
Bruegel resme bakan kişinin ilgisini tek bir sahneye, taşıdığı çarmıhla birlikte yere düşen İsa’ya yöneltmez. Resimdeki insanların bakışları İsa'nın on iki havarisinden biri olan Simon'ın askerler tarafından haçın taşınmasına yardım etmek üzere zorla götürülmek istenmesine dönmüştür. Meryem ve onu teskin eden kadınlar -ve biri Mary-Magdalene- ve Aziz John çevrelerinde gerçekleşen olaylara kayıtsızdır.
Bruegel İsa’nın başına gelenlerin farkında olmayan kendi iş ve eğlencesinin peşindeki Flaman köylüleri tek tek ya da grup halinde çizer -filmde hepsi canlanacaktır-. İzleyicinin bakışı “kamera” ile yer değiştirecek, “kim ne yapıyor?” sorusunun yanıtını görmek için resmin her yerinde gözleri gezinecektir.
Majewski ressam Bruegel’in yaşananları hem gösteren hem de gizleyen, çağı/zamanı başka bir çağ/zamana taşıma yani anakronizm ustalığından etkilenmiştir. İsa'nın yargılandığı yer Kudüs yerine, Flandre topraklarında bir kasabadır. İsa'yı Golgotha'ya götürenler Romalı askerler değil, Flandre topraklarında ve İspanya Kralı II. Felipe’in İspanyol engizisyonunun da temsilcisi paralı askerleridir. Bruegel modellerini resmetmekteyken desen defterini bir kenara bırakır ve sonra resmetmekte olduğu kişilerin yanına giderek (yabancılaştıma diyebiliriz) giysilerini düzeltmeye başlar. İsa’ya ihanet eden Yahuda yine İspanyol askerlerden biridir. Majewski de Bruegel gibi “büyük resme ulaşmak için sahneleri ayrı ayrı çekmiş ve sonradan bir araya getirmiştir.”*
Her epizot/sahne üzerinde düşünülecek olaylar vardır. İspanyol paralı askerleri acımasızdır. Genç bir çiftçi kırbaçla dövülür, tutuklanır, tekerleğe gerilir, uzun bir direğe bağlanan tekerlek gökyüzüne doğru kaldırılır. Gözlerini oyacak “kargalar” da havada dolaşmakta ve kanlar içindeki çiftçiyi beklemektedir.
Sözün kısası, “Değirmen ve Haç” filmi ve Lech Majewski bakışıyla sinemaya aktarılan Bruegel resminin üzerinde durmamın –çok şey saklı kalarak ve anlatılmadan- nedeni şu aşağıdaki saptama:
“Bazen filmler anlatı geleneği dar alanının dışına büyük bir adım atar ve bize üzerinde düşünecek şeyler sunar.
Burada düşünüp bize kızmak kalıyor:
İnsan neden bu kadar zalim olmak zorundadır?”**
* Dr. Öğr. Üyesi Zehra Canan BAYER, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1087228