Buenos Aires Cezaevi'nde tanıştım onunla ilk defa. Diego tanıştırdı. Elinde bomba patlamıştı Diego’nun, isyan sırasında. Kopan kolunun yarası açıktı daha ve dışarıda isyan devam ediyordu. O Diego’nun yarasına şeker döküyordu. İyi geldiğini söylüyorlardı. Başka bir şey yoktu zaten yapacakları. Benle sarılmadan önce, koluna dökülmüş şeker tanelerini silkeledi Adrian. Çok şıktı. Uzun boylu, yakışıklı bir adamdı zaten. Garip geliyordu bu şıklık, parmaklıklar, ışıksızlık, kilit sesi ve gardiyan bakışları arasında. Sadece bana garipti ama diğer herkes alışmıştı cezaevinde. Hep öyle gezer o dediler. Beş-altı yıldır yatıyordu cezaevinde. Haftada iki gün izinli çıkıp, hukuk fakültesine devam ediyordu. Belki bundandır, dedim. Güldüler. Yok, dediler. Her gün. Öyle yatar o…
İzinli olduğu bir gün buluştuk daha sonra Plaza de Mayo Anneleri'nin yerinde. Yine çekmişti takım elbiseyi, jilet gibi. Bense yine cezaevi kaçkını. Kayıp çocuklarındandı. Annesi ve babası diktatörlük sırasında kaybedilmişti. Gözaltına alınıp, öldürülmüştü yani. Uçaklardan okyanuslara atıldıkları düşünülüyordu, işkencelerden sonra. Çok derindi okyanus kıyıları Arjantin’in ve faşistleri de faşist işte. Bilirsiniz…
Sonra kayıpların çocukları, çocuk sahibi olmak isteyen, polis ve asker ailelerine verildi, daha çok. -bu cümle özellikle sahiplik ekiyle yazılmıştır.- İyi bir aileye düştü Adrian. Ona baştan beri, her şeyi anlattılar. Anne ve babasının başına ne gelmiş olabileceğini mesela. Çok yıl geçmişti ama yine de bir rüzgar geçiyordu gözünden bunu anlatırken. Dudaklarının yanındaki yara izi şöyle bir titriyordu. Kardeşini de başka aileye vermişler. Kime vermiş olduklarını bilmiyordu. Bir doktor yapıyordu bu işleri. Faşist bir doktor. Bunu vatansever yetiştirme programı olarak düşünüyor olabilirdi ve vatanı hainlerden temizlediğini, itlaf ettiğini ya da mutlaka iyi bir şey yapmış olduğunu. Bir aileye verilmişti işte.
Sonra o doktoru vurmuştu Adrian. İki arkadaşıyla birlikte. Bu yüzden yatıyordu cezaevinde. ‘Öldü mü’ diye sordum hemen. -Siz de bunu merak ettiniz değil mi?- Başını salladı ‘hayır’ diye, üzüntülüydü galiba. Bana öyle geldi belki de. Ne bileyim, sanırım ben üzülürdüm. Sonra saatine bakıp, ayağa kalktı. Bir Türkiyeli gibi kolumu tutup, para çıkarmamı engelledi. Kahve paralarını verdi. Sonra sarılıp, gitti. Dışardan bakan ofisine gidiyor zannederdi. Cezaevine dönüyordu…
Tahliye olduğunda avukat olmuştu Adrian. İsyan, 8 günde 5 hükümet kovmuştu. Peronist bir iktidar vardı. Adalet bakanı arkadaşımız sayılabilirdi mesela. O zamanın evraklarının bir kısmına ulaştı. Başka aileye verilen kardeşini arıyordu. Buldu. Bir polis ailesine vermiş, doktor…
Sonra kardeşini buldu. Komiser olmuştu kardeşi. Polis komiseri…