Karışık işler bunlar
Varlık Fonu kurulalı bir yıldan uzun zaman geçti. Bu fon ne yapıyor ya da ne yapmıyor bilmiyoruz. Şimdiye kadar sadece herkesin bu fona hayran olduğu ve dışarıdan borçlanma hazırlığı yapıldığı yansıdı basına. Ve ne yazık ki fonun ne yaptığını ya da ne yapmaya karar verdiğini basından izler durumdayız.
Mahfi Eğilmez*
1. Varlık Fonu İki Kelimden Oluşur: Varlık ve Fon
Varlık Fonu iki kelimeden oluşur: Varlık ve Fon. Bir varlık fonu kurulabilmesi için ya bir varlık veya bir fon ya da ikisi birden olması gerekir. Bu karışık görünen açıklamayı basitleştireyim: Bir varlık fonu oluşturabilmek için ekonomi, ya cari fazla ya da bütçe fazlası veriyor olmalıdır. Mesela Norveç gibi ya da körfez ülkeleri gibi petrol üreticisi olan ülkeler petrolü ucuza mal edip karlı sattıkları için cari fazla ve bütçe fazlası elde ederler. Bu gibi fazlası olan ülkeler o fazlaların hepsini elde ettikleri dönemde harcamayıp çocuklarına, torunların miras bırakmayı tercih ederse o fazlaları bir fonda toplayıp biriktirirler. O fonu, iyi faiz veren veya getiri sağlayan tahvillere, bonolara, projelere ödünç olarak verir ve fonun varlığını ayrıca bu yolla da artırmaya çalışırlar. Böylece varlık fonunun varlığı artar ve ülke, gelecek kuşaklara bir miras bırakma şansına kavuşur.
Her ülkenin petrol veya benzeri doğal zenginliği olmadığı için bazı ülkeler bırakın fazla vermeyi açık verirler ve o açıkları çocuklarının, torunlarının ileride elde edecekleri gelirlerden, servetlerden borçlanarak kapatırlar. Bu ülkelerin gelecek kuşaklar için yapabileceği en doğru iş bu borçlanmayı gelecekte açık vermeyecek yatırımlara yönlendirmektir. Eğer bu borçlanmayla teknolojiyi geliştirecek, cari açığı düşürecek yatırımlar yapılırsa borçlanmak zorunda olan ülkeler ileride bu zorunluluktan kurtulabilirler ya da en azından bu zorunluluğu daha düşük düzeylere indirebilirler.
Türkiye, ikinci grupta yer alan yani ikiz açık veren (hem cari açık hem de bütçe açığı) ülkelerden birisidir ve bu açıkları çocuklarının, torunlarının geleceğinden borçlanarak kapatır. Yapması gereken tek şey borçlanmayı yukarıda değindiğim amaçlarla yapması ve buna dönük yatırımlara girişmesidir. Ne var ki yaptığı yatırımlar bu tür bir amacı gerçekleştirecek, teknoloji yaratacak, cari açığı düşürecek yatırımlar değil, daha çok inşaat yatırımlarıdır. Türkiye’nin bir varlık fonu kuracak varlığı da fonu da yoktur. Eldeki kamu varlıkları Hazine’ye aittir ve onların kârları zaten bütçe finansmanında kullanılmaktadır. Bu varlıkları Hazine’den alıp ayrı bir fona koymak parayı bir cepten alıp ötekine koymaktan pek farklı değildir. İkiz açığı olan bir ülkenin üstelik emeklilik fonları da Hazinece finanse edilirken bir varlık fonu kurması mantıklı bir iş değildir. Ama Türkiye bir heves varlık fonu kurmuştur. Ne var ki başından beri söylediğimiz gibi varlığı olmayan fonu olmayan bir varlık fonu olmayacağı için sonunda basında çıkan haberlere göre Türkiye Varlık Fonu, projeleri finanse etmek amacıyla dışarıdan borç arayışına girmiştir. Bu durumda varlık fonu, Hazine’nin teminat vererek borçlanan bir kopyası haline dönüşmüş, kamu kesimi adına borçlanma yetkisi ikiye bölünmüştür. Varlık Fonu teminat vererek borçlanacağı için teminat vermeyerek, devletin itibariyle borçlanan Hazine’nin dış borçlanması zorlaşmış olmaktadır. Özetle dünyada borç verip ek para kazanarak varlığını artırmak üzerine kurulan varlık fonlarına Türk usulü bir borç alan varlık fonu katılmıştır.
Varlık Fonu kurulalı bir yıldan uzun zaman geçti. Bu fon ne yapıyor ya da ne yapmıyor bilmiyoruz. Şimdiye kadar sadece herkesin bu fona hayran olduğu ve dışarıdan borçlanma hazırlığı yapıldığı yansıdı basına. Ve ne yazık ki fonun ne yaptığını ya da ne yapmaya karar verdiğini basından izler durumdayız. Ne denetim, ne denetim raporu hiç biri ortada yok. Benden başka soran var mı onu da bilmiyorum. Oysa madem yoklukta kurduk o halde varlık fonu üzerine en fazla titrememiz gereken şey. Toplum bu konularda duyarlı değil. Eskiden kalma duyarlılığını da bu dönemde tamamen yitirmiş görünüyor.
2. Mali Kural Var Uygulayan Yok
Kamu borçlanmasına sınır getiren 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 5’inci maddesindeki düzenleme elimizdeki tek mali kuraldır. Bu düzenleme, merkezi yönetimin net borçlanmasını bütçe açığı ile sınırlandıran bir yapıya dayanıyor. Buna göre Hazine, ilgili yıl bütçe kanununda öngörülen açıktan daha fazla net borçlanma yapamaz.
2017 yılı bütçe yasasında merkezi bütçenin 47,5 milyar TL açık vermesi öngörülüyor ve net borçlanma limiti de bu tavana göre oluşturulmuş oluyordu. Yasal olarak bu limitin, ikincisi Bakanlar Kurulu kararıyla olmak üzere, iki kez yüzde 5 oranında artırılması söz konusu. Buna göre 2017 yılı için Hazine’nin net borçlanma limiti 52,4 milyar TL’ye yükselebiliyor. Bundan ötesi mümkün değil. Çünkü söz konusu yasa maddesi “borçlanma limiti değiştirilemez” hükmünü taşıyor.
Aşağıdaki tablo Hazine’nin web sitesinden alınmış bulunan ‘Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi ve Finansmanı’ tablosunun Eylül ayı itibariyle güncellenmiş özet görünümünü sergiliyor (Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr):
Tabloya göre merkezi yönetim bütçesi 2016 yılında yıllık olarak 554,1 milyar TL gelir toplamış, 584,1 milyar TL gider yapmış ve 29,9 milyar TL açık vermiş. 2016 yılında nakit açığı 37,4 milyar TL olmuş, Hazine bu açığın 33 milyar TL’si net borçlanmayla kalanını da diğer kaynaklarla karşılamış.
2017 yılının ilk 9 ayında merkezi yönetim bütçesi 456,6 milyar TL gelir toplamış, 488,2 milyar TL gider yapmış ve 31,6 milyar TL açık vermiş. 2017 yılının ilk 9 ayında nakit açığı yaklaşık 25 milyar TL olmuş, Hazine bu açığa karşılık 70,5 milyar TL net borçlanma yapmış. Bu durumda Hazinenin kasa ve banka hesaplarında 45,5 milyar TL olduğu görülüyor.
Karşımızda iki tespit ve bazı sorular var: (1) 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 5’inci maddesindeki hükme göre Hazine’nin 2017 yılında yapabileceği net borçlanmanın limiti 52,4 milyar TL’dir. Aynı maddede ‘borçlanma limiti değiştirilemez’ hükmü yer almaktadır. Herhangi bir yasa değişikliği yapılmamış durumdadır. Bu durumda Hazine limiti aşan 18,1 milyar TL’lik borçlanmayı yasa dışına çıkarak nasıl yapabilmiştir? (2) Bütçe açığının 31,6 ve nakit açığının 25 milyar TL olduğu (Hazinenin geniş nakit açığı Eylül’de 40,4 milyar TL) olduğu ve Orta Vadeli Programa göre enflasyon ve faizlerin ileride düşmesinin beklendiği bir ortamda Hazine niçin açığı çok aşacak bir borçlanmaya gitmiştir? İleride enflasyonun ve faizlerin hızla artmasını mı beklemektedir? Eğer öyleyse Orta Vadeli Programda niçin tersi gösterilmiştir?
3. Asıl Sorun, Sorunlara Aldıranın Kalmamış Olması
Bu iki tespit ekonomide işlerin gerçekten sağlıklı olmadığını ve sürekli olarak telaş içinde çözümler geliştirilmeye çalışıldığını ortaya koyuyor. Bunlar iyi gelişmeler değil. Ama daha kötüsü böyle bir tespit paylaşıldığında ya da buradaki gibi sorular sorulduğunda “dert ettiğin şeye bak” ya da “ortada devlet mi kaldı” diyenlerin sayısındaki artış. En sıradan insandan en ciddi kişilere kadar çoğunluk bu konulara aldırmaz oldu. Yani hukukun üstünlüğünü kaybetmekten çok daha ciddi bir kaybımız var artık: Olaylara karşı duyarlılığımızı kaybettik. “Şurada bir adam öldürdüler” deseniz “aldırma bize bir şey olmadı” diyenler konuyla ilgilenenlerden çok daha fazla. “Yasa dışı borçlanma yapılıyor” deseniz “uğraştığın şeye bak” diyorlar.
Demokrasilerde kamuoyu baskısı, yargının yarattığı önleyici etkiden de üniversitenin yol göstericiliğinden de önemlidir. Motorlu taşıtlar vergisi artışına gösterdiğimiz tepkinin yarısını bizim paralarımızla oluşan bütçenin kullanılmasına gösterebilsek çok şeyi düzeltme şansımız olurdu.
Borçlar ödenir, yenisi de bulunur; bunu deneyimlerimden biliyorum, ama toplumsal duyarlılık kaybolunca bir daha bulunur mu onu bilemiyorum.
*Öğretim görevlisi, Kadir Has Üniversitesi
Yazının orijinali için tıklayınız.