Kariye için artık ne cami ne de kilise diyebiliriz. Yüzyıllar önce insanların kendi varlıkları üzerine ne düşündükleri, evreni nasıl algıladıkları hakkında bir “kitap yapı” olmuş. Bu nedenle dünyaca ünlü, bu nedenle uluslararası gezi rehberlerinde mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler arasında gösteriliyor, bu nedenle her yıl yüz binin üstünde turist ziyaret ediyor.
Türkiye’de din ve onun doğal uzantısı cami hassas bir konu. Cami meselesi siyasal alandan, gündelik hayat pratiklerine her yere sızmış durumda. Bu konuda farklı biçimlerde ama hep aynı merkez etrafında tartışma sürüyor. Doğrudan söylenerek ya da ima ile “Yüzde 99’u Müslüman bir ülkede başka bir ibadethane olamaz.”
Bana bunları söyleten iki gün önce medyaya düşen bir haber. 74 yıl önce müze yapılan Kariye Müzesi’nin yeniden ibadete açılmasını isteyen Danıştay aldığı kararı Cumhurbaşkanlığı’na gönderdi. Karara göre “Cami asli fonksiyonu dışında kullanılamaz.” Son kararı Cumhurbaşkanlığı Kabinesi verecek. Kabine ya Danıştay’ın kararı uyarınca yeni bir düzenleme yapabilir ya da yargı kararı kesin olduğu için kararı doğrudan uygulayabilir. Zaten yapının adına resmi internet sayfasında Kariye Müzesi denilse de, çoğu yerde Kariye Camisi Müzesi diye geçiyor. Önemli bir ek de yapayım, Kariye Müzesi’nin durumu, hep tartışma konusu olan Ayasofya Müzesi’ne de emsal olabilir.
İMPARATORLUKLAR MI YOKSA YAPILAR MI İŞGAL EDİLİR?
Tarihin bizim ömrümüzün süresini aşan zaman algısında yeni imparatorluklar kurulur, yükseliş dönemine geçerler, kimileri bölünür (Batı ve Doğu Roma İmparatorluğu gibi), işgal edilirler (1453 İstanbul’un alınması gibi) ve bazıları zamanla yıkılırlar. Bu esnada siyasi sınırlar değişir, yeni kültürler, melezlikler ortaya çıkar. Ama özellikle kilise, cami, saray gibi yapılar yüzlerce yıl ayakta kalmayı başarırlar. Tabii ki yüzyıllar içinde yağmalanırlar, tahrip olurlar, tekrar onarılırlar, yeni ekler yapılır ve hatta kullanımları değişebilir. Değişmeyen tek şey her şeye rağmen orada durmaları, var olmaya devam etmeleridir.
Kariye’nin hikayesi de çok benzer. 1500 yıllık bir yapı. Doğu Roma Dönemi'nde inşa ediliyor. Adı, eski Yunanca kent dışı (kırsal alan) anlamındaki Khora sözcüğünün Türkçeleşmesinden geliyor. Latin istilası (1204-1261) sırasında tahrip edilen kilise 1300’lü yıllarda yeniden inşa edilirken bir şapel ekleniyor ve Doğu Roma İmparatorluğu resim sanatının son örnekleri mozaik ve freskleri ile süsleniyor. 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra bir süre daha kilise olarak kullanılmaya devam ediliyor ve 1511 yılında camiye çevriliyor. Osmanlı döneminde mabet dışındaki manastır yapıları yıkılıyor ve bir medrese ekleniyor. Cumhuriyet döneminde ise üzeri ahşap kaplanan özgün mozaik ve freskler tekrar ortaya çıkarılarak 1945 yılında kilise müzeye dönüştürülüyor ve bugüne kadar da öyle kalıyor.
Kariye Müzesi de melez bir yapı. Kilise olmuş, cami olmuş, müze olmuş. Her defasında bir şeyler eklenmiş ya da çıkmış ve en sonunda bugünkü halini almış. İşin hukuki kısmını bilemem ama Danıştay’ın “Cami asli fonksiyonu dışında kullanılamaz.” kararını anlayamıyorum. Kariye için artık ne cami ne de kilise diyebiliriz. Yüzyıllar önce insanların kendi varlıkları üzerine ne düşündükleri, evreni nasıl algıladıkları hakkında bir “kitap yapı” olmuş. Bu nedenle dünyaca ünlü, bu nedenle uluslararası gezi rehberlerinde mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler arasında gösteriliyor, bu nedenle her yıl yüz binin üstünde turist ziyaret ediyor.
Aslında Kariye için tek bir şey söylemem yeterli: Biz, hayat süremiz yüzyılı bile bulmayan fani canlılar için binlerce yılın ne anlama geldiğini kavramamız mümkün değil. Kariye hiç kimsenin olamaz ancak tarihin olabilir. Yapının varoluşuna ve coğrafi sürekliliğine saygı duymaktan başka bir şey yapamayız. Evrende bir anlığına var olan bizler kimiz ki, zaman ve mekanın sahibi gibi davranalım?