Karşı devrimci iktidarı sandıkta yenmek

AKP, geçmiş sağ siyasi iktidarlardan farklı olarak Birinci Cumhuriyeti tasfiye edip siyasal İslamcı bir anlayışla yeni bir rejim inşasına girişti. Devleti bu anlamda yeniden yapılandırdı. Gücü de büyük ölçüde buradan geliyor. Ancak 21 yılda yıprandı, ülkeyi yönetmekte zorlanıyor. Toplumda bir değişim talebi de var. İlk turda seçimi kazanmak gerekiyor.

Atilla Özsever atillaozsever@gmail.com

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), şimdiye kadar ülkeyi yöneten sağcı partilerden farklı bir ideolojik anlayışa ve yapıya sahip bir partidir. Türk siyasal tarihinde yer alan DP, AP, ANAP, DYP gibi sağcı partilerin cumhuriyet rejimi ile esastan bir hesaplaşması söz konusu değilken AKP, Birinci Cumhuriyet'i tasfiye edip yeni bir rejimin inşasına girişti.

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ABD’nin “ılımlı İslam” projesi çerçevesinde Türkiye’de de siyasal İslamcı hareketin önü açıldı. 1990’lı yıllardaki merkez sağ partilerin çöküşü ile birlikte siyasal İslamcı hareket, bir bütün olarak AKP’nin oy tabanı ve toplumsal desteği haline geldi. AKP, daha baştan itibaren yaygın taban örgütlerine sahip, bir kadro ve kitle partisi olarak doğdu.

2002 yılındaki seçimlerde de ANAP, DYP gibi merkez sağ partilerin yüzde 10’luk seçim barajına takılması sonucunda AKP, yüzde 34 oyla parlamentonun üçte ikisine sahip olarak tek başına iktidara geldi.

Başlangıçtaki “muhafazakar” söylemini siyasal İslamcı bir çiziye oturtturan AKP, cumhuriyetin temel kurumları arasında yer alan üniversiteler, ordu, bürokrasi, yargı, güvenlik güçleri gibi kurumları kendi ideolojik yaklaşımına uygun bir biçimde tasfiye edip dönüştürmeye çalıştı.

AKP, medyayı da çeşitli yöntemlerle iktidar yanlısı bir konuma getirdi. “Yandaş medya” kanalı ile toplumu kendi “kültürel hegemonyası” çerçevesinde etkiledi. Öte yandan demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayarak otoriter ve faşizan bir rejimi inşa etmeye çaba gösterdi.

DEVLETİN ELE GEÇİRİLMESİ

AKP ve lideri Tayyip Erdoğan, “karşı devrimci” bir hamleyle devleti kendi ideolojik yaklaşımı çerçevesinde yeniden yapılandırdı. Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere bürokrasideki mevcut Kemalist unsurları da tasfiye etti, ciddi bir dirençle karşılaşmadı.

Sonuçta AKP ve Erdoğan, iktidarı süresince devleti kendi ideolojisi doğrultusunda iyice tahkim etmiş oldu. Esas gücü de büyük ölçüde buradan geliyor, denebilir.

Ancak AKP ve lideri Erdoğan, 21 yıllık sürecin sonunda bir tıkanıklık yaşıyor. Özellikle ekonomik kriz, hayat pahalılığı, gelir adaletsizliği başta olmak üzere depremdeki beceriksizliği ve liyakatsiz kadrolarla ülkeyi yönetmekte zorlanıyor.

Dış faktörler açısından da siyasal İslamcı hareket, dünya ölçeğinde giderek geriliyor, etkisini kaybetmiş bir durumda. Mısır ve Tunus’ta başarısız oldu, Suriye’de de radikal İslam, yenik düştü.

Emperyalist güçler, ABD ve AB, başlangıçtan itibaren AKP ve Erdoğan’a destek verdi, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istedi. Ancak şimdi, ülkedeki gelişmeleri de dikkate alarak bir iktidar değişikliği sürecini dikkatle gözlemliyor. Millet İttifakı’nın iktidara gelmesi halinde uygulanacak liberal politikalardan Batı’nın pek rahatsız olmayacağı düşünülebilir.

TARİHSEL SÜREÇ AKP ALEYHİNE

Kısaca ifade etmeye çalıştığımız iç ve dış faktörler, dünyadaki konjonktür, çeşitli ülkelerde ilerici iktidarların iş başına gelmesi, ülkemizdeki siyasal İslamcı hareketin hem ekonomik, hem de siyasal yönden miadını doldurmuş olması, tarihsel süreç açısından AKP’nin aleyhine işler gözükmektedir.

Kaldı ki AKP ve Erdoğan, seçimi kazansa bile bu koşullarda ülkeyi yönetmesi çok zorlaşacaktır. Prof. Dr Korkut Boratav hocamızın dediği gibi, “bugünkü karmaşık ve kargaşalı politikalar sürdürülemez”.

Profesör Boratav, kısa vadeli dış borcun 196 milyar dolar ve son on iki aylık cari açığın da 55,4 milyar dolar olduğunu belirterek 2023’te dış açığın 100 milyar doları aşacağını ve 300 milyar doları aşan bir dış finansman ihtiyacının ortaya çıkacağını ifade ediyor. Boratav, bu nedenle mevcut politikaların sürdürülmesinin mümkün olmadığını dile getiriyor.

Korkut hocamız, AKP ve Erdoğan’ın tekrar işbaşına gelmesi halinde ödemeler dengesi krizi nedeniyle büyük miktarda kredi alma teşebbüsüyle IMF’ye gidebileceğini ve IMF’nin de çok sıkı kemer sıkma şartıyla istenen krediyi verebileceğine işaret ediyor.

TOPLUMDA DEĞİŞİM İSTEĞİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, tüm devlet imkanlarını seferber etmesine rağmen mitinglerde gerekli katılımı, coşku ve heyecanı yakalayamıyor. Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın mitingleri ise, büyük kalabalıklarla coşkulu ve yüksek heyecanlı bir atmosferde gerçekleşiyor.

Toplumda ciddi bir değişim isteği olduğu görülüyor. Moral üstünlük, şu aşamada muhalefetin elinde gözüküyor. Meydanlara baktığımızda hayat pahalılığına ve gelir adaletsizliğine büyük bir tepkinin yanı sıra özellikle gençlerde de bir özgürlük, adalet talebi var.

İktidarın seçmene yeni bir hikaye üretmekteki zorluğu bir yanda, muhalefetin kazanma ihtimali belirginleştikçe de kararsız seçmenlerin AKP karşıtı bir pozisyona gelmesi olasılık dahilinde gözüküyor.

KÜLTÜREL HEGEMONYA

AKP’nin esas şansı, toplumda yarattığı “kültürel hegemonya”dır, denebilir. Bizim toplumumuzda, ekonomik zorluklar insanları etkilemekle birlikte sınıfsal anlamda güçlü bir refleks gözükmüyor. “Milliyetçe-muhafazakar” anlamdaki kültürel değerler, işçi sınıfında bile daha ağır basabiliyor.

İşçi sınıfının örgütlü kesimleriyle sanayi işçilerinin yoğun olduğu bölgelerde milliyetçi-muhafazakar eğilimin ağırlıkta olduğu araştırmalarda da ortaya çıkabiliyor. Örneğin DİSK’e bağlı mücadeleci bir sendika olan Birleşik Metal-İş’te üye tabanının yüzde 50’den fazlası milliyetçi-muhafazakar bir siyasal eğilime sahip bulunuyor.

İşçiler, sınıfsal kimliklerinden ziyade siyasal tercih anlamında kültürel kimliklerine önem verirken yönetici olarak da “solcu” sendikacıları seçiyorlar. Birleşik Metal-İş Sendikası’nın yönetim kadrosu, sol hatta sosyalist eğilimlere sahip olmasına rağmen tabanın daha sağda olması, işçilerin ekonomik çıkarları açısından “bizim haklarımızı solcu sendikacılar daha iyi korur” anlayışı ile hareket ettiğini gösteriyor.

Nitekim Almanya’da da çalışan işçilerimiz, ekonomik ve sosyal hakları yönünden genel seçimlerde sol, sosyal demokrat partilere oy verirken Türkiye’deki seçimler için oy kullanırken ise milliyetçi-muhafazakar eğilimlerini öne çıkartıp genellikle AKP’ye oy veriyorlar.

DÜNYADAKİ ÖRNEKLER

Tüm bu faktörleri ve gelişmeleri dikkate alarak içinde bulunduğumuz süreçte, AKP’nin artık işçi sınıfı dahil toplumun önemli bir kesiminde nüfuzunu sürdürebilecek, kendini yeniden üretebilecek bir güce sahip olmadığı gözlemleniyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimini, Millet İttifakı’nın da Meclis'te üstünlüğü sağlaması açısından ilk turda seçimin kazanılması daha gerekli gözüküyor. Yakın geçmişte dünyadaki bazı örneklere baktığımız zaman bu gereklilik daha fazla önem kazanıyor.

Geçtiğimiz mart ayında Karadağ’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Sosyalist Demokrat Partisi’nin lideri Milo Djukanovic yüzde 35,3 oy alırken sağcı aday Avrupa Hareketi lideri Jakoy Milatovic yüzde 29,8 oyla ikinci sırada yer aldı. Aradaki yaklaşık 6 puan farka rağmen ikinci turda Milatovic yüzde 60 oy alarak cumhurbaşkanı seçildi.

Ekvator’da da 2021 Nisan’ında yapılan ilk tur seçiminde solcu aday Arauz yüzde 32,7 oy alırken şu andaki Devlet Başkanı Lasso’nun sadece yüzde 19,7 oyu bulunuyordu. İkinci turda ise sağcı aday Lasso, yüzde 52,5 oyla seçimi kazandı.

Brezilya’da da bugünkü devlet başkanı Lula, anketlerde çok önde gözüküyordu, ilk turda seçimi alacağı garanti gibiydi. Ancak Lula, ilk turda seçimi kazanamadı, ikinci turda da çok az bir farkla yüzde 50,83’le seçimi kazanabildi.

İLK TURDA BİTİRMEK

Dünyadaki bu örnekleri de dikkate alarak Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın ilk turda seçimi kazanması aksi halde cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması ve ilk turdaki parlamento seçimlerinde AKP’nin birinci parti çıkması durumunda Erdoğan’ın ikinci turda daha şanlı olabileceği gündeme gelebilir.

Genel gidişat Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın seçimleri kazanabileceğini gösteriyor. Hem ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal koşullar, hem de dünyadaki siyasal İslamcı hareketin düşüşe geçişi ve tarihsel sürecin istikameti daha demokrat, özgürlükçü siyasi anlayışların iktidar şansına sahip olduğunu işaret ediyor.

Muhalefetin başta seçim güvenliği olmak üzere çok dikkatli davranması, sandıkları koruması, seçim günü her türlü manipülasyon ve provokasyona hazırlıklı olması, halkın gücünü demokratik ölçüde seferber edebilmesi önem kazanıyor.

Kuşkusuz seçimlerin muhalefet tarafından kazanılması ile her şey güllük gülistanlık olmayacaktır. Millet İttifakı’nın pozisyonuna baktığımızda neoliberal bir restorasyon süreci öngörülüyor. Emekçi halkımızın sorunlarının çözümü yönünde radikal bir çözüm söz konusu olmayacaktır.

Ancak daha demokratik, daha özgürlükçü bir ortamın oluşması açısından bir rahatlık sağlanabilecektir. Emekçi halkın çıkarlarını savunan sol, sosyalist partiler, böyle bir ortamda daha örgütlü bir mücadele için kolları sıvamak göreviyle karşı karşıya olacaklardır…

Tüm yazılarını göster