Malûm artık poşet paralı, bir torba yasaya koyuverilen ‘torbaya’ dair yasal düzenleme sonucu. Ekolojisi de dâhil poşetin ekonomi-politiğine dair Önder Algedik, herkesin okuması gereken yazılar yazdı zaten. Bunları Gazete Duvar’da bulabilirsiniz. Evet, bu da poşet üzerine bir yazı, ancak konusu, daha çok ülke insanın poşetle kurduğu ilişkinin sosyo-psikolojik yönüne dair. Deneme kabilinden bir yazı.
Sami’nin torbaları…
Sami’ydi adı, ancak herkes ona Deli Sami derdi. Karşıyaka’nın her biri birbirinden renkli, karakter sahibi delilerinden biriydi. Ünlü pastanelerden birinin sahibinin oğluydu. Otuzlarında, hafif toplu, orta boylarda biriydi Sami. KafSinKaf’ın fanatiklerinden en ünlüsüydü. 70’li yıllarda deplasmanda ya da kendi evinde KSK’nin tüm maçlarında statta en önde hazır bulunurdu, çünkü takımın o zamanlardaki maskotuydu.
Maç zamanları dışında iskele civarında dolanıp dururdu. Bu voltaları sırasında arada bir kendini tokatlardı, ama öyle böyle değil, öyle bir şaplak aşkederdi ki yüzüne, o sesle dalgın yürüyenler korkuyla titreyerek kendilerine gelirdi. Yanaklarının al al oluşunun nedenini buna bağlardı Karşıyaka’nın sakinlerinin çoğu.
Neden delirmişti? Neden kendini döverdi? Tevatürler muhtelif: Kimine göre kara sevdadan, kimine göre futbolcu olmasının engellenmesinden, kimine göre babasının hasisliğinden dolayı delirmişti. Öyle ya da böyle delirmesinin kökeninde mahrum bırakıldıklarından doğan aşk vardı anlayacağınız.
Kolay kolay kimseye bulaşmazdı, iki konu hariç. Öncelikle tabii ki en hassas noktasıydı takımı. Takımına dair en ufak olumsuz bir ifadede bulunanı ‘yaradana sığınırım’ deyip öyle tokatlamaya başlardı ki kaçabilene aşk olsun! Elinden kolayına kaçıp kurtulamazdı o kişi. Araya girip Sami’yi teskin etmeye çalışanlar da nasibini alırdı o tokatlardan. İskele önünde günde en az bir iki kez tekrarlanırdı bu durum. Neme lâzım tokatlama konusunda gerçekten adildi! Kendine reva gördüğünü karşısındakinden esirgemezdi, o arbedede bazıları karavana olsa da tokatların hedefinde yüzler vardı her zaman.
Tokatlarıyla etraftakilere dalmasının ikinci nedeni oldukça ilginçti. KSK aşkının dışında Sami’nin bir aşkı daha vardı ki bu konuda da yine asla kimseyi affetmezdi: Naylon torba, evet bildiğimiz naylon torba. Koltuğunun altında sıkı sıkıya tuttuğu iç içe geçirilmiş bir naylon torba tomarı taşırdı her daim, adeta vücudunun bir parçasıydı o tomar. Kazara ya da kötü şaka kabilinden naylon torbasına dokunanı tokatlarından mahrum edip bıraktığı vaki değildi. Özetle takımı ve naylon torbaları Sami’yi Sami yapan yegâne unsurlardı sanki.
Ya nicedir bizim poşetlerimiz?..
Tabii o zamanlar, kese kâğıdının, filelerin devriydi, naylon torbaysa epeyce kıt. Üstelik bugünün harcı âlem poşetleri nire o zamanın naylon torbaları nire? Genellikle afilli dükkânların ürünlerini koydukları, böylelikle müşterilerine handiyse level atlatan, her birinin plastik kulplarıyla adeta birer çanta olan naylon torbalar! O günlerden geliyor besbelli poşetle kurduğumuz çok boyutlu ilişki.
Sonraları birer ikişer çoğaldı ürünlerini naylon torbalara koyan dükkânlar ve kese kâğıtları, fileler ortadan kayboluverdi. Taşıma işlevinin ötesine geçti onlarla kurulan ilişkimiz. Neredeyse kimliğimizin, aidiyetimizin sembollerinden biri gibi ülke insanının vazgeçilmez aksesuarı haline geldi. Yokluğu eksiklikti sanki.
Sokaklarda elinde naylon torba, poşet taşımayan yok denecek kadar azdı artık. Evlerimizde çoğaldıkça çoğaldı naylon torbalarımız. Yeni yeni sanatlar, beceriler geliştirdik. Poşetleri kaplama sanatları farklı sürümleriyle hayatımızdaydı artık; kimileri Sami gibi iç içe koyup istifledi dolap köşelerinde, kimileri özenli ve şekilli hallere büründürdü onları. Kimlerin evinde yoktu ki daha bir güzel, albenili olanlarının düzgün düzgün katlanıp uygun yerlerde istiflendiği torbalar? Yetmedi onları koyacak ve ihtiyaç halinde kolaylıkla alınacak biçimde geliştirilmiş renkli renkli, delikli plastik rulolarımız, kimi kez allı güllü işlemeli, değişik renkli kumaşlardan üretilmiş, iri karınlı, değişik hayvan figürlerinden, kız, erkek figürlerinden torbalar asıldı mutfak köşelerine, hatta bazı evlerde aileden biri gibi isimler verildi bu poşet saklama torbalarına. Fantezilerimiz onlarla nakışlanıp plastikleşti.
Pek çok şehrin sakini poşetlerle sınava tabi tutuldu, iç savaş ikliminde bir ‘şehirli adabının’ geliştirilebilmesinin araçları oldular. ‘Terörist saldırı mahalleri’ gerekçesiyle çöp kutuları, bidonları kaldırılınca ortalık çöp poşetlerinden geçilmez oldu. ‘Terör’den kaçalım derken kusmuklarımızı derdest ettiğimiz poşetler marifetiyle ortalığa döktük. Şiddetin kol gezdiği huzurlu evlerimiz poşetler sayesinde temiz kalıyordu ya gerisi lafı güzaftı. Belediyeler için market poşetlerinin çöp açısından yarattığı kirlilik, rahatsızlık, onların daha dayanıksız olarak üretilmelerine, apartmanlara belediyelerce çöp torbaları dağıtılmasına yol açtı açmasına ama yurdum insanının poşetle kurduğu haz dolu ilişkilerini az biraz sarssa bile kesintiye uğratamadı. Marketlerden yedeklenerek çıkıldı. Muhafazakâr ahlâkın gereği olarak bilumum içki, adeta birer kara çarşafa benzeyen, kimileri iğrenç kokan siyah poşetlere girdi. Sembolik ayrıştırmanın yedekleri olarak saklayarak kolayına işaretlemenin vasfına da nail oldular böylece.
Sıkı sıkıya tutup refahımızı, fakirliğimizi taşıyorduk onlarla. Ayıplarımızı, kusurlarımızı, suçlarımızı taşıyorlardı. Kirimizi, pasımızı dolduruyorduk onlara, onlarla yanımız, yöremiz kirleniyordu, ama biz adeta onlar sayesinde, nasıl bir temizlikse bu, temiz kalıyorduk. Şifa bulmaz poşet bağımlılarıydık, her birimiz Sami misali. Hangi perhiz reçetesi sağaltabilir bizi artık? Peki, poşetlerimiz olmadan ne yapacağız şimdi? Bir tür çözümdü bizler için bu poşetler oysa.