‘Kart kurt’ ile ‘Kürt kartı’ arasında bozuk sarkaç
Belli ki referandum işleri ‘sıkışık’… MHP’den beklenen alınamıyor. Kürt oyları ile ‘Evet gediği’ kapatılabilir mi? Hafta sonu Diyarbakır-Van çıkarması yapılıyor. Ama o da ne? Bir dizi furyası başlıyor aynı anda. 80’lerin “Anadolu’dan Görünüm”ü ucuz drama olmuş!
‘Evet’ cephesinin lideri Erdoğan, pazar gününü yoğun bir
İstanbul mesaisiyle geçirdi; geleneksel olarak güçlü olduğu üç ilçe
olan Esenler, Sancaktepe ve Gaziosmanpaşa’da mitingler düzenledi.
Pazartesi günü yine İstanbul’daydı. Bu kez önce Türkiye Gençlik
Vakfı’nın düzenlediği bir salon toplantısına katıldı, ardından
Beylikdüzü ve Büyükçekmece’de iki miting yaptı ve geceyi, artık
kısılmaya başlamış sesiyle Habertürk-Show TV ortak yayınında
tamamladı. Dün (Salı) sabah da güne İstanbul Sarıyer’den başladı ve
sürpriz bir şekilde ‘Evet’ çadırından sonra ‘karşı’ çadıra giderek,
buradaki ‘Hayırcılarla’, daha sonraki mitinglerinde kullanacak
şekilde polemik yaptı.
Geçtiğimiz Cuma günü, Nuray Babacan’ın Hürriyet’teki kulis
haberinde, Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu toplantısında referandum
için, “Ağırlığınızı büyük illere verin. Özellikle
İstanbul’a” dediği bilgisi yer alıyordu. Sonraki
kendi programı da bu kulis bilgisini doğrular şekilde İstanbul ve
büyükşehir (Antalya-Samsun) odaklı oldu.
Bu ‘büyükşehir’ ve ‘özellikle İstanbul’ tavsiyesinin en akla
yakın açıklaması ‘aritmetik ihtiyaç’ olmalı. Belli ki zaman
daraldıkça ve beklenen ‘Evet rüzgarı’ estirilemedikçe, sürümden
kazanılacak şekilde kalabalık oy havzalarına, İstanbul ve büyük
şehirlere ağırlık verilmesi gündeme geliyor. İyi bir seçim
taktisyeni olan Erdoğan, belli ki, bakanların ve kurmaylarının
‘köy, memleket, hemşehri’ ziyaretleriyle zaman kaybetmek yerine
daha verimli olacak şekilde büyük şehirlerde olmalarını
istiyor.
Yani bir bakıma ‘sayısal bir sıkıntı’nın işaretini veriyor.
Üstelik, hem bizzat Başbakan Binali Yıldırım’ın, hem de (yine
Hürriyet’te Murat Yetkin’in aktardığına göre)
“isimlerinin yazılmasını istemeyen ama anayasa
değişiklik taslağında aktif rol alan danışmanların”
art arda yaptıkları sohbet toplantılarında gazetecilere, “Evet
oranının önemi yok, 1 fazla oy bile yeter” dediği günlerde…
Yani hesabı 60’lardan açan iktidar 50,01’e razı olmuşken…
Hesabın 60’lardan açılması, 1 Kasım’dan modellenen [49 (AKP) +
12 (MHP) = 61] aritmetiğe dayanıyordu. Ama ‘hakikatin matematiği’
bunu önce MHP’nin ‘12’sinden vurdu. MHP’li hayırcıların, sayısal
olarak da moral olarak da prestij olarak da evetçilerinden çok
üstün durumda oldukları herkesin malumu. MHP’nin hâlâ bir yüzde 12
oyu varsa bile bunun çoğu ‘Hayır’a gidecek, bu belli.
Ancak sorun bundan ibaret de değildi. AKP’nin ‘49’unun da
çantada keklik olmadığı giderek daha çok ayak direyen bir hakikat
olarak ortaya çıktı. Bozulan ekonomi, çöken turizm, artan işsizlik,
zıplayan döviz; muhafazakâr-dindar çevrelerdeki neredeyse herkese
dokunan ‘FETÖ operasyonları’; OHAL, KHK mağduriyetleri; kibirli
devşirme kadrolar ve elbette, bu olağanüstü yetkilerin talebine
ilişkin hiçbir tatmin edici gerekçe sunulamaması…
Varılan noktada, araştırma şirketinden çok propaganda aygıtı
gibi çalışmış bazı ‘danışmanlık’ şirketleri bile “bir tuhaflık var”
diye açıklama yapmak durumunda kaldılar.
7 Haziran’dan 1 Kasım’a dönülürken büyük oranda terk edilen
‘Kürtler’, şimdi böyle sıkışık bir zamanda, üstelik onca şovenizmle
desteklenmiş MHP ittifakının astarı yüzünden pahalıya gelmişken
yeniden bir ‘oy sahası’ olarak görülebilir mi?
Cumhurbaşkanı ve Başbakan hafta sonu iki büyük Kürt kentine,
Diyarbakır ve Van’a gidiyorlar. Erdoğan, pazartesi günü Habertürk
TV’deki canlı yayında daha bir hafta öncesinden bu geziyi
vurgulayarak aslında verdiği önemi gösterdi.
Peki sonuç alınabilir mi?
Newroz’dan bir gün önce, 20 Mart’ta, İçişleri Bakanı Süleyman
Soylu’nun Ankara’da korucubaşlarıyla bir ‘istişare’ toplantısı
yaptığını ve burada korucuların özlük hakları, maaşları vs.
konusunda düzeltmeler yapmayı vaat ettiğini, ama bunu da ‘Evet’
sonucuna bağladığını öğreniyoruz. İflah olmaz bir şekilde ‘eski
devlet reflekslerine’ dönmüş olan iktidarın ‘Kürt’ deyince ‘korucu’
anlaması bir handikap şüphesiz.
Ama sorun bundan ibaret de değil. 6 milyonu aşkın oyla seçilen
Kürt siyasetçilerin önemli bir bölümü tutuklu. HDP'nin 13
milletvekili, 27 il ve 84 ilçe eş başkanı, 750'yi aşkın yöneticisi
ve 85 belediye başkanı cezaevinde. 70’i aşkın belediyeye kayyım
atanmış ve bu belediyelerde çalışan binlerce insanın işine son
verilmiş. Son olarak dün KCK ana davasında, 111 Kürt siyasetçiye
ağır hapis cezaları yağdırılmış. Kürt siyaseti eşi görülmemiş bir
baskı altında.
İktidarın “eli kanlı terörist” ilan edip durduğu YPG, Suriye’de
omzunda armasını taşıyan Rus komutanlarla Newroz kutlaması, ABD
uçaklarıyla paraşüt indirmesi yapıyor. Türkiye, Kürt politikasında
neredeyse ‘90’lar seviyesi’nin de gerisine düşüp İstanbul’daki
Kürtçe sokak ismine soruşturma açma noktasına savrulurken, Kürt
sorunu, çözümü giderek daha çok uluslararası alanda aranan bölgesel
konuya dönüşmüş durumda.
Ve Kürt halkı, 2017 Newrozu’nda bir kez daha gösterdiği
ferasetiyle, böylesi kritik dönemlerde gelişmeleri çok iyi okuyup
buna uygun davranan politize bir toplum…
Hal böyleyken, Kürt meselesinde neredeyse ‘Kart Kurt’ noktasına
savrulmuş, bu noktada duranlarla kol kola gelmiş iktidarın
referandum için bir ‘Kürt Kartı’ açması ne kadar mümkün?
Popüler kültür dünyasından pratik bir yanıt var bu soruya…
İsimsizler dizisinden bir 'polis'
Bir dizi furyası başlıyor şu aralar. Belli başlı kanallarda
“terörle mücadele dizileri” boy gösteriyor. İlki pazartesi günü
Kanal D’de yayımlandı. Haftaya Star’da bir başkası başlayacak.
Genelkurmay’ın, Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarının
desteğiyle yapılan ve 80’lerdeki resmi propaganda yayını
“Anadolu’dan Görünüm”ün “neo” versiyonları olacağı anlaşılan bu
diziler, sadece bölgedeki çatışmaları ve siyasi gerilimi “devletin
gözüyle” aktarmakla kalmayacak belli ki… Zira pazartesi günü Kanal
D’de başlayan “İsimsizler” dizisi; kahramanlık hamasetinin ve
basmakalıp milliyetçi lakırdıların yanı sıra, bölgeye, insanına ve
yaşanan sorunun özüne ilişkin son derece çarpık, kibirli ve şoven
bir zihniyeti de boca ediyor izleyicinin üzerine.
‘Virankaya’ isimli anonim bir Kürt kentinde, öldürülen
kaymakamın yerine giden yeni idealist kaymakam…
Sarkık bıyıklı, savaşçı ama ‘ulu bilge’ edalarında Türk-İslam
‘felsefesi’ parçalayan, “Kuran’da yeri var, sen tetiğe basarsın ama
Allah vurur” diyen, bir kadın PKK militanına ateş ederken Osmanlı
yüzüğüne odaklandığımız özel tim polisleri…
Dokunulmazlıklar için “o hakkı bu vekile millet verdi geri
almasını da bilir” diye ‘kahinlik’ eden terörle mücadele
guruları…
“Gazeteciler buraya gelip masabaşında kafadan yazıyor” diyen,
aslında aptallık derecesinde şaşkın, saf ve “sevimli”, e tabi
“devletine bağlı” taksici tipiyle tarif edilen “iyi yerliler”…
Kandırılmış ve öfkeyle doldurulmuş gençler; onları kandıran ve
“yabancı güçlerle” açık işbirliği halinde olan, “Sen bunlara kafanı
yorma Erdal, gençlere molotof attır gerisine karışma” diyen Kürt
siyasetçiler…
Şehir savaşını fiştekleyen yabancı vakıf yöneticisi Otto…
Kürtlerin boynunda poşuyla doğduğunu falan sanan, klişeci,
kolaycı, basmakalıp ama hepsinden önemlisi, halkı ve bölgeyi
zerrece tanımayan bir “sanat yönetimi” tarafından uydurulmuş sözde
Kürt sokakları…
Birkaç propaganda broşürü okuyarak kotarılmak istenmiş,
“asimilasyon” gibi “zorlu” sözcüklerin beceriksizce yanlış telaffuz
edildiği; bizzat “Barış” kavramı ve sözcüğünün kirletilmesi için
çalışılmış çirkin diyalog ve monologlar…
Tüm bunlar, bir dizi ekibinin değil, bu dizileri siyasi amaçları
olan bir popüler kültür furyası olarak organize eden (haydi onların
kavramlarıyla söyleyelim) yerli ‘üst akıl’ın, bölgeye ve halka
çarpık bakışıdır…
Ne dersiniz; bu kafa, kıyısına kadar savrulduğu ‘kart kurt’
evreninden hakikatin dünyasına dönebilir mi?