Atıf Yılmaz sinemasında kadın temsili: Kasabalı Mine ve gecekondulu Aygül

Atıf Yılmaz’ın üretimlerine bakıldığında onun sinemasına açılan gizemli kapıda dünya görüşünden izler bulmak mümkündür. Yılmaz, sinemada kadın temsiliyetine eleştirel bir yaklaşım getirmiştir.

Abone ol

Canan Aydın Demir

Türkiye’nin toplumsal koşullarının değişimiyle birlikte iletişim araçlarının da farklılaşması ile sinemada görsel alan, video piyasasına evrilmiştir. Ülkede yaşanan köyden kente göç dalgası ile gecekondulaşma ve onun getirdiği arabesk kültürü Türkiye’yi sarıp sarmalarken sokaklardan Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Küçük Emrah vb. sesler yükselmektedir. Türkiye sineması artık videokasetlerden, müzik ise seyyar satıcıların dört tekerlekli araçlarından alıcısını bulmaktadır.

Özellikle sinemanın itibarını yitirdiği 1980’lerde sinema için bir umut olan rejisör Atıf Yılmaz kamerasını kadın karakterlerin dünyasına çevirmiştir. Yılmaz’ın kadın temalı filmlerinin birçoğunda ekonomik özgürlüğe sahip olan kadınlar, erkek egemen toplumun sosyo-kültürel her alanda kendi mutluluk ve tatminleri için geleneksel eril söylemin karşısında mücadele vermektedirler.

MİNE: ORTA SINIF KASABALI BİR KADIN (1982)

Başrollerinde Türkan Şoray ve Cihan Ünal’ın oynadığı "Mine" filmi Atıf Yılmaz’ın kadın dünyasına keskin bir giriş yaptığı filmidir demek yanlış olmaz. Sanatçı eşi Deniz Türkali’nin senaryosunu yazdığı film, kasabalı orta sınıf bir kadın olan Mine’nin dünyasına açılan bir kapıdır. Mine’nin yaşadığı kasabada doğa, deniz, güneş ne kadar güzelse, insan o kadar karanlık, renksiz, zavallı ve çirkindir. Bu kasabanın itibarsız istasyon şefi Cemil’iyle evli olan Mine için kasaba tam bir cehennemdir.

Tüm kasaba erkekleri için cinsel bir obje olarak görülen Mine elde edilemeyince “Boşuna bakınma, herkes ne mal olduğunu anladı” tacizlerinden kaçamamaktadır. Kasabada her şey onunla ilgili ancak her şey onun dışında gelişmektedir. Aile içi cinsel saldırı ve şiddetin de çok sert bir şekilde yansıtıldığı filmde ‘Mine’, kendisini fark eden ancak bunu açığa çıkarmaktan da tedirgin kadın simgesidir. Bütün bir kasabalının kendisine cinsel bir obje olarak bakması ve insan olmanın erdeminden yoksun olunması Mine’yi öfkelendirir.

Filmde asıl anlatılmak istenen kasabalı erkekler için bir arzu nesnesi olan Mine’nin sevdiği adamın elinden cesaretle tutması ve erkek koridorundan geçip gitmesidir. Dolayısıyla, sinemada her bir sahnenin, sekansın nasıl bir ideolojik anlam taşıdığının, bu tür imgelerin bir filme ne tür değerler kattığının da göstergesidir.

Filmin Mine’si, Şoray için de kendi kalıplarının dışına çıktığı bir uyanış filmidir. Dönemin de etkisiyle iç dünyasında bunun bir değişim getirdiğini paylaşan sanatçı Şoray, kadın cinselliğinin bir meta olarak kullanılmadığına inandığını için ‘öpüşmem’ kurallarını da bu filmle yıkmıştır. 

BİR YUDUM SEVGİ: SEVGİYE VE ÖZGÜRLEŞTİRMEYE GİDEN YOL (1984)

Yönetmen Atıf Yılmaz’ın senaryosunu yazar Latife Tekin ile birlikte yazdığı "Bir Yudum Sevgi" filmi gecekondu mahallesinde yaşayan Aygül’ün kendi hikâyesini yeniden yazma çabasıdır. Yönetmen filmde, 1980’lerde köyden kente göç eden ve kendilerine biçilen ‘yeni’ hayata adapte olmaya çalışan insanı resmetmektedir.

Hale Soygazi’nin hayat verdiği Aygül, gecekondu mahallesinde kocasının yardımını görmeden dört çocuğunu büyütmeye çalışan dinamik bir kadındır. Tüm vaktini kahvede geçiren ezik bir tip olan kocası ‘Cuma’, Aygül’ün derme çatma gecekondudaki hayatını daha da zorlaştırmaktadır. Mutsuz ve bu mutsuzluğa hurafelerle çözüm arayan bir kadınla evli olan Cemal’in (Kadir İnanır) yardımıyla fabrikada işe giren Aygül, cinselliğini ve kendini keşfeder. Artık bir fabrika işçisi olan Aygül, gelenekçi tüm normları yıkmış, Cemal ile cinsel tatminini yaşamış, kendi düzenini kurmuş ve ataerkil yapıyı reddetme cesareti göstermiş bir kadındır. Kentin sürgün edilmiş gecekondu mahallesinde yaşamaya mahkûm edilen Aygül’ün kurtuluşu ise hayata karışmasıyla mümkündür.

Filmin açılış sahnesinde dini ikonalar, doğa, değişik türde kutsal sayılan hayvan ve vahşi av sahneleriyle bezenmiş halı motiflerinin yer alması filmde yaşanacak olayların da ipuçlarını vermektedir. Engin Yıldız bu sahneyi, avıyla avcısıyla, zayıfıyla güçlüsüyle çatışmada kazananın kaybedenin verileceği şeklinde yorumlar. Yönetmen ayrıca filmde İstanbul’un kozmopolitliğini vurgulamak için mezarlık sahnelerine de yer verdiğini söyler. Yönetmen, “Her mezar taşının üzerinde Azerbaycan’dan Urfa’ya, Urfa’dan Trakya’nın bilmem neresine kadar İstanbul’a gelmiş ve orada ölmüş insanlardı onlar” der.

Not: Yarın Rejisör Atıf Yılmaz’ın bugüne denk düşen ve içerik açısından evrenselliğini koruyan "Adı Vasfiye" ve "Düş Gezginleri" filmlerini ele alacağız.