Trump ile Kral Selman arasında bir pazarlık söz konusu mu? Trump ara seçimlere kadar zevahiri kurtarma siyaseti mi güdecek, yoksa “ilkesel davranmak” iç siyasette kendisine puan kazandıracak gibi olursa Suud yönetiminde “makyaj” (MbS’nin gitmesini) mı isteyecek? Eğer öyle ise Selman buna ne kadar dayanabilir ya da bedeli ne olur?
Kaşıkçı’nın öldü(rüldü)ğü resmen açıklandı. Şimdi soru bundan sonra ne olacağı. Bu olaydan sonra şu gerçek ile bir kez daha yüzleştik: Bir gazeteci / aktivist ya da her kim olursa olsun bir insanın ölümü / öldürülmesinin önemi “pazarlık malzemesi olarak diplomasi piyasasındaki değerine” bağlı. Olay sonrası baş şüpheli Suudi Arabistan yönetimine yaklaşım bunu bir kez daha gösterdi. ABD, Suudi Arabistan, Türkiye üçgeninde yapılan açıklamalar bunun en büyük kanıtı.
Serena Shim Lübnan asıllı ABD vatandaşı bir gazeteciydi. Türkiye’de haber için Suruç’a giderken aracına kamyon çarpması sonucu meydana gelen “kazada” hayatını kaybetti. Anlatılanlara göre Serena Shim “Dünya Gıda Örgütü” logolu kamyonların sivillere yardım görünümü altında cihatçı çetelere yardım götürdüğü iddiasını taşıyan bir habere imza atmıştı. Dünyadan ve Türkiye’den bazı yardım kuruluşlarının sivil halka yardım adı altında Suriye’deki cihatçılara silah dahil yardım götürdüğü, o günlerde konuyla ilgili herkesin bildiği basit bir gerçekti. Shim’in büyük hatası bu gerçeği bir gazeteci olarak dile getirmekten ibaretti. Ama Serena’nın daha 29 yaşında hayatını kaybetmesine neden olacak daha büyük bir “günahı” vardı: Shim İran Merkezli Press TV’ye çalışıyordu.
Dünya basınında küçük haberler ile geçiştirilmesi bir yana olayın meydana geldiği Türkiye’de de basın bir gazetecinin ölümü üzerinde durmadı. Çünkü “Erdoğana’a ayarlı” basına göre de Shim “düşman tarafın” elemanıydı. Ama daha önemlisi dönemin hükümetinin “Shim meselesini büyütmekte pratik fayda görmemesiydi.” Serena Shim bir süre sonra unutuldu gitti.
Kaşıkçı’da ise durum farklı. Bir kere baş muhatap onyüzbinmilyon doları olan Suudi Arabistan. Diplomasi bir nevi satrançtır ama tam da ekonomik olarak can çekiştiğimiz belirtilen bugünlerde gelen bu “düşeşi” kullanmamak olur mu?
İşte Trump da Cumhurbaşkanı Erdoğan da tam bunu yapıyorlar. Aynı Suud’un Yemen’deki katliamlarına ses çıkarmayan Trump ya da kendi ülkesinde kayıp yakınlarının akıbetini öğrenmeye çalışanları, gazetecileri terörist olarak gören Erdoğan’ın insan hakları, yaşam hakkı ilkeleri ile hareket etmesini beklemek lüks değil mi?
Kuşkusuz Erdoğan Vahhabi-Müslüman Kardeşler çekişmesi savaşı sürerken Kaşıkçı gibi bir müttefiki kaybettiği için üzülmüştür, ama o kadar. Bir ara Kopenhag Kriterleri ile haşır neşir olan, bırakın faili meçhulleri, işkenceye bile sıfır tolerans konusunda adımlar atan Erdoğan’ın da siyasette romantizme yer olmadığını ve “Ankara kriterlerine” dönmesi gerektiğini idrak etmesi uzun sürmemişti.
Aynı Erdoğan’ın Kaşıkçı konusunda aldığı ve alacağı tavır da bu “gerçekçilik zemininde” olacaktı elbette.
Bu satırlar Erdoğan’ın yarın (bugün) yapılacak grup toplantısında yapması beklenen ayrıntılı açıklamalardan önce yazıldı. Erdoğan’ın olayla ilgili, üstelik bizzat kendisi tarafından ayrıntılı bilgiler vereceğini açıklaması, her şeyden önce Suudi Arabistan ile yapılan pazarlıkların Türkiye’nin istediği şekilde gitmediğini gösteriyor. Hükümet matbuatının dün Suudi Arabistan yönetimine yönelik başlıklarda dozu arttırmasındaki sebep de bu olsa gerek. Olayın duyulmasından sonra ilk günlerde çok sayıda “ayrıntılı” açıklama yapan ancak daha sonra her nedense sessizliğe gömülen Kaşıkçı dostu gazetecileri de önümüzdeki günlerde yeniden vitrinde görebiliriz.
Erdoğan’ın açıklamasında yer alan “15 kişi geldi ama tutuklu sayısı 18, neden?” ifadesi dikkat çekici. Erdoğan’ın açıklama yapacağını belirttiği gün Anadolu Ajansı'nın Arapça servisi Suudi yönetimi tarafından Kaşıkçı olayı çerçevesinde görevden alınan Kraliyet Divanı Üyesi Saud El Kahtani ve İstihbarat Başkan Yardımcısı Ahmet El Asiri hakkında ayrıntılı bir haber yaptı. Haberde dikkat çeken bir yoruma yer verilerek (mealen) “iki ismin yıldızının Muhammed bin Selman döneminde parladığı ve bu isimlerin daha çok muhalifler ile ilgilendiği” vurgulandı.
Sorular ile bitirelim:
-Kral Selman ile bir hayli samimi telefon görüşmeleri yapan Erdoğan Suudi Arabistan’dan istediğini alamadığı için Suud yönetimini toptan mı hedef alacak, yoksa kraliyet sülalesi içinde devam eden ölümcül rekabette “belli bir hedefi mi” gözüne kestirecek? Örneğin AA’nın haklarında haber yaptığı Muhammed Bin Selman’a yakın isimler ve MbS’nin yakın koruması Mahir El Mutrib ismi üzerinde mi duracak? Malum Muhammed Bin Selman BAE yönetimi ile birlikte Erdoğan’ın aynı kampta yer aldığını düşündüğü Müslüman Kardeşler örgütüne karşı kampanyanın başını çekiyor.
-Erdoğan ayrıntılı açıklama yapacağını belirttiği akşam Trump ile bir telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşmede konu Erdoğan’ın yapacağı açıklamalar mıydı? Eğer öyle ise Trump Erdoğan’a bir çerçeve çizdi mi?
-Buna bağlı olarak konu ile ilgili ilk defa resmi açıklama yapacak olan Erdoğan bütün ayrıntıları mı verecek, yoksa pazarlık payı mı bırakacak?
-Eğer Erdoğan ipleri koparmanın / Suudi Arabistan’a karşı daha sert tavır almanın zamanının geldiğini düşünüyorsa bunu ABD ya da Avrupa ile koordinasyon halinde mi yapıyor yoksa tepkisi bağımsız mı olacak?
-Erdoğan’ın ABD’den bağımsız tepki vermesi mümkün mü?
-Trump ile Kral Selman arasında bir pazarlık söz konusu mu? Trump ara seçimlere kadar zevahiri kurtarma siyaseti mi güdecek, yoksa “ilkesel davranmak” iç siyasette kendisine puan kazandıracak gibi olursa Suud yönetiminde “makyaj” (MbS’nin gitmesini) mı isteyecek? Eğer öyle ise Selman buna ne kadar dayanabilir ya da bedeli ne olur?
Bu soruların hepsinin cevabı elbette sadece Erdoğan’ın konuşması ile cevaplanacak değil ancak Erdoğan’ın açıklamaları en azından kısa vadeli öngörü için yol gösterici olabilir.