Cemal Kaşıkçı cinayeti dizi filme döndü, benim gibilerin de aynı konu hakkındaki yazıları aynen. Konunun polisiye, adli soruşturma yönlerine hiç girmemeye çalıştım. Bu defa da Kaşıkçı cinayeti Türkiye ile Suudi Arabistan (SA) ilişkilerini ne yönde etkiler ve Prens Muhammet bin Selman’ı (MbS) veliahtlıktan eder mi sorularına odaklanmaya çalışacağım. Pekala, konu nedir?
Konu, bir Suudi gazetecinin kendi ülkesinin başkonsolosluğunda öldürülmesi. Bize ne? Çünkü o başkonsolosluk İstanbul’da. Özellikle “İstanbul’a git, seni orada bekliyoruz” mu demiş Suudiler Kaşıkçı’ya? Hayır. Müstakbel eşinin HT’deki ifadelerinden, son anda kendilerinin bu tercihte bulunduğu anlaşılıyor. Çat kapı ilk ziyarette iyi karşılanmış, “daha sonra uğra istediğin belgeyi al” denilmiş, tekrar gittiğindeyse bir daha dışarı çıkamamış.
Öyleyse, Kaşıkçı’nın başkonsolosluğu iki ziyareti arasındaki beş gün içinde Riyad’da MbS ve/veya Kahtani ile Assiri, yahut bu ikisinden biri, muhtemelen Kahtani, “fırsat ayağımıza geldi” demiş, epey zamandır ülkesine dönmeye olmazsa sesini kesmeye ikna edemedikleri gazeteciyi İstanbul’da ortadan kaldırıverelim diye düşünmüş. “Bir taşla birkaç kuş olur, Türklere de gözdağı vermiş oluruz” da demişler midir? Bence, yine muhtemelen, demişlerdir.
“Off-the-record” diye bir şey olmadığı, herkesin her yerde birbirini, özellikle kendi ülkesinde görev yapan diplomatları ve diplomatik misyonları dinlediğini, izlediğini sokaktaki çocuk biliyor. Suudiler bilememiş mi? Bilmiş de, umursamamış mı? Umursamış da, Kaşıkçı o denli acil biçimde ortadan kaldırılması gereken bir tehditmiş, “ne olacaksa olsun” deyip mi hamle yapmış? Hamle yapmış, hem başkonsoloslukta, hem işkenceyle öldürmekten başka yöntem mi düşünememiş?
Nereden baksanız tutarsızca. Bizimkiler de anlık takipteymiş. Ama “oyun bitti dostum, şimdi o elindeki oyuncağı yavaşça yere bırak” diyerek başkonsolosluğa girip, silahını testereli kasaba doğrultacak bir babayiğit çıkmamış. Araç trafiği de engellenmemiş. Uçaklar da durdurulmamış. Başkonsolosa da “nereye böyle alelacele birader?” diyen olmamış. Her şey olup bittikten sonra emri veren en tepedekinden, eli testere tutan en alttakine dek tüm sorumluları hesap vermeye davet ve bize iadelerini talep etmişiz.
O arada normal hava ve yol koşullarında dünya işlerinden el etek çekmiş muhterem Kral Salman’ın kulağına “iş patladı” diye kar suyu kaçırmışlar nihayet. Güngörmüş kral en güvenilir danışmanı Mekke Valisi Halit bin Faysal’ı Erdoğan’a göndermiş. Güngörmüş mi bilmem, öngörülemeyen Başkan Trump da Dışişleri Bakanı Pompeo’yu önce Riyad’a, oradan Ankara’ya. Yetmemiş, tam Erdoğan mutad salı konuşmasında bombaları patlatacağını açıklamışken, CIA Direktörü Haspel Hanımı da peşinden.
Haspel* gelip doğrudan Sayın Cumhurbaşkanı’yla muhatap olduktan sonra Erdoğan bombaları patlatmamış ama saatlerinin ayarlı olduğunu ima ederek, “gün ola, harman ola” demeyi yeğlemiş. MbS de Erdoğan’a telefon etmiş, ardından “Çölde Davos” konuşmasında “bu kral, bu veliaht, o cumhurbaşkanı yerlerinde durdukça, Türkiye ile SA’nın arasını açamazlar” buyurmuş. Tetikçiler zindana atılmış, iki baş aktör danışmanlar Assiri ve Kahtani ise, şimdilik demeli, yedek kulübesine alınmış.
O arada, magazin detayı, MbS “Çölde Davos” sonrası yanındaki Başbakan Hariri’yi işaret edip, “iki gün daha kalacak, ‘kaçırıldı’ demeyin sonra” diye latife edince, Hariri konuşmanın ardından saatler içinde Lübnan’a topuklamış. Bahtsız Kaşıkçı’nın oğlu Salah da yüzü kireç gibi (nasıl olsun?) Salman ile MbS’nin huzuruna çıkıp, onların başsağlığı dileklerini, bir adım geride eli belindeki silahta, gözü gözünde askeri üniformalı koruma görevlisi olduğu halde dinleyip, tahditin kaldırılmasıyla beraber, soluğu ailesiyle birlikte ABD’de almış.
Kaşıkçı’nın yazdığı Washington Post isyanlarda: Tam sayfa ilanlarla MbS’yi hedef alıyor. Tevekkeli WaPo, Suudilerin tarihindeki kanla abdest, kesik kafalı pilav ziyafeti, kol bacak keserek taksit taksit infaz, Yemen’de çocuk otobüsü bombalama, El Kaide ve türevlerine destek, Suriye’de cihatçılara sponsorluk, mahut Ritz Carlton hadisesi ve muhaliflerin başlarına gelenler, Ortadoğu’da gazetecilerin ve medyanın acınası hali vs. bunlardan haberdar değilmiş. Kongre’nin de asabı çok bozukmuş, Trump öyle demese de, “SA’ya silah satışını askıya aldırabiliriz” diyesiymişler.
Putin başka telden çalıyor. Ağır top oligarklardan oluşan Rus heyeti “Çölde Davos” yatırım konferansını teşrif ettiler. Macron, Almanya’ya “şov yapma” mesajı verip, “önden silah satmıyoruz diyenler, arka kanaldan gemisini yürütür, benim gündemimi medya belirlemez” dedi. SA ve Körfez parasının bir zamanların anlı şanlı Vaşington düşünce kuruluşu çevrelerini ne denli sirke çevirdiği de bilvesile görüldü.
Tüm bu resme bakıp, “efendim bir devirde bu Türkler, bu Suudların dedelerini kılıçtan geçirdiydi, Türkiye demokrasisi için de şey denemez ama demokrasi olarak Türkiye, SA ile İslam aleminin liderliği için sert rekabete girdi yeniden, cinayeti fırsata dönüştürmeyi bildi” diyen pek feraset sahibi uzmanlar çıktı bir de. “Yok yahu” diyorum ben de onlara bakıp, kafamı kaşıyarak. Şu İslam alemi topluca hangi camiye gider bir gösterseler, biz de öğrensek. Bu arkadaşlar ya hiç tarih ve coğrafya okumamış, ya hiç dayak yememiş diyeceğim de ayıp kaçacak.
Bir de pozisyonu banttan ince görenler var: Onlara göreyse, tüm bu olup biten aslında ABD’nin SA’yı parçalama, yerine başka bir şeyleri ikame etmek için yıkıcı bir süreci tetikleme planının parçasıymış. Pekiyi MbS’yi babasıgil dışında kim oyun dışı bırakabilirmiş? MbS ve SA olmadan ABD’nin şimdi yürürlüğe giren İran’ı cebren terbiye siyasetinin temel direği kim veya hangi ülke olabilirmiş? Oralar müphem. Onları bilmem, şu anda Riyad’da saraydaki görevliler ve prensler, MbS’yi görünce gözle takip yapıp, esas duruşlarını düzeltiyorlardır bence.
Velhasıl, Suudi biraderlerimiz biraz imkanlarını zorlar, bizimkiler biraz ikram yapar, Trump Bey de göz kırpar, asgari müştereklerde bir uzlaşı zemini bulunur diyorum ben hâlâ. E malum, ölenle ölünmüyor. Hünkar zaten “biz devlet idare ediyoruz burada” diye tebaasına hatırlatmayı seviyor ya ara ara, işte o kalemden görülür bu işler. Hezeyanlarıma, pazar günlük anlamlı bir final yapayım, serde sabık hariciyecilik var: “Bahçelerde börülce / Oynar gelin görümce / Oynasınlar bakalım / Bir araya gelince.”
Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun: İlerideki günlerde cumhuriyet ne demek, anayasal yurttaşlık nedir, “hürriyet-müsavat-uhuvvet” neden hayatidir, yani uğruna can verilecek önemi haizdir, bunları daha çok konuşacağız. Yaşasın cumhuriyet!
*Saygın gazeteci Cansu Çamlıbel, Gina Haspel’in 2000’li yıllarda Ankara’da görev yapıp, Türkçe’ye hakim olduğu ayrıntısını anımsatıyor.