Katar’a karşı Suudi Arabistan öncülüğünde başlatılan girişim, ülkemizde büyük bir ‘duygusal’ etki doğurdu. Krizin içeriğini, nedenlerini birçoklarınız gibi ben de konunun uzmanlarından takip ettim. Çünkü konunun uzmanı değilim, aldığım uluslararası ilişkiler lisans eğitiminde öğrendiğim en önemli şeyi, disiplinin ana akımının uluslararası ilişkilerin ulusal çıkarlar üzerine kurulu olduğu varsayımının baştan sona sistem kurucu bir yalan olduğu fikrini düşünmeye başka bir bilimsel disiplin içinde devam ettim. ‘Ulus’un kim olduğuyla, böyle bir kurgunun modern siyaset aygıtları içinde gördüğü işlevle uğraştım. Dolayısıyla, bu yazıda Katar krizinin etkilerini değil, “biz”i ele alacağım. Türkiye’de yaşayan insanları, “biz” haline getiren şeyin ne olabileceğini ya da olamayacağını.
Katar krizine verilen tepkiler, bunun için muazzam bir örnek oluşturdu. AKP’nin düzensiz küresel ittifaklar kombinasyonlarının değişmez parçalarından olan Katar’ın etkili Arap ülkelerince kıskaca alınmasına halkımız birbirine tam olarak karşıt tepkiler verdi. Türkiye’nin bir yarısı Katar’ın arkasında duruyor, bir yarısı da heyecanla olacakları izliyor. Ülkemiz nüfusunun konu hakkında en az benim kadar yetersiz bilgi sahibi olduğunu da tahmin edebiliyorum. Peki bu önemli meselede ulusal çıkarımızı kim belirleyecek? Soruyu bir tuzak olarak kurduğumu düşünebilirsiniz. Yanıtı açık değil mi, AKP ulusun değil, kendi çıkarlarına göre davranacak ve bunu ulusun çıkarı olarak dayatacak. Hayır, soru bir tuzak olmaktan öte daha derinlikli bir yanıtı hak ediyor.
BİZ TÜRKİYE HALKI
Biz sözcüğü her şeyden önce bir duyguya işaret eder; bir aradalık duygusuna, güven duygusuna, aidiyete… Fakat modern siyaset biliminde ve anayasa teorisinde çok önemli bir anlam daha edinmiştir, Amerikan Anayasası’nın mirası: we the people of America… Biz, bir devleti kuran halk varsayımıdır; fakat “biz Türkiye halkı”, asla “Türkiye halkı” ile özdeş olamaz. Modern siyasetin en temel meselelerinden ve gelecek siyasal mücadelelerin belirleyicilerinden biri, bu özdeşleşmeme sorunudur. “Biz” her zaman herkesten daha azdır.
Fakat we the people varsayımını temel alan anayasalar, başat toplumsal dengelere dayanır ve onları üretirler. İngiltere’de toplumcu kurumları yok etme arzusundaki sağcı Thatcher bu bağlamda, bir konuda haklıydı. “Toplum diye bir şey yoktur.” Onun muhafazakâr dünyasından ayrı bir yerde, bu sözün işaret ettiği gerçeklik şudur: siyasal topluluk birbirine karşıt çıkarları olan toplumsal sınıfların, onları yatay olarak kesen cinsel, etnik, dinsel farklılıkların dengelenmesiyle bir arada durabilir. Aksi takdirde siyasal çatışmaların barış zemininde sürdürülebilmesinin koşulları ortadan kalkar ve siyasal birliğin yerini birbiriyle kıyasıya çatışma içindeki siyasal güçlerin mücadelesi alır. Thatcher, sermayenin çıkarını, işçi sınıfının mücadelelerinin yarattığı toplumcu kurumları yok ederek ulusunun çıkarı olarak belirledi. Yaptığı, toplumu hiçe saymak değil, yeni dengeleri sermaye lehine belirlemekti.
ERDOĞAN'IN "BİZ"İ
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın iktidar olduğundan beri farklı düzeylerde kendi “biz”ini yaratmaya dönük siyasal söylem ve stratejileri üzerine çok yazıldı. (1) Bu söylem ve stratejinin üzerinde daha az durulan yönü “benim milletim” söyleminin dayandığı “biz”in bir siyasal saflaşmanın tarafı olarak değil, yeni Türkiye’nin “kurucu biz”i, we the people’ı olarak tasarlandığıdır. Sadece dindar değildir bu biz, aynı zamanda kindardır da. Çünkü bu biz kendisine dahil edilmesi mümkün olmayan bir “herkes” ile kuşatılmıştır. O herkes, yani “benim milletim”in dışında olanlar, açıkça düşman ilan edilmiştir. Devlet televizyonunda, havuz medyasında, ilkokul sıralarında bu biz inşa edilmekte, OHAL ve KHK’lar aracılığıyla “herkes” devletin, kurumların dışına itilmektedir. AKP Genel Başkanı Erdoğan, yeni dengeler ekseninde bir kurumsallık yaratmanın değil, yeni bir devlet kurucu “biz”in inşasının peşindedir. Gezi Parkı direnişine karşı geliştirilen nefretin özünde yatan bu hülyadır. Gezi Parkı’nda kurulan “biz”, “benim milletimin” boş bir hülya olduğunun somut kanıtı olmuştur. Ülkeyi, zor dışında bir yöntemle yönetilebilir olmaktan çıkaran bu hülya, gerçeklikle bağı kopmuş bir arzunun hakimiyetindeki bir siyasal rejimin; “herkes”i bir kaos içinde yaşamaya mahkum eden OHAL'in nedenidir. Daha önce yazmıştım; OHAL, “benim milletim” ve Erdoğan özdeştir. Özdeşliğin dışında kalan geniş toplum kesimleri ise yeni devletin düşmanları…
Bir türlü denkleşemeyen ve denkleşmesi mümkün olmayan bu denklem içinde Katar krizinin sonuçlanma biçiminin bizi nasıl etkilediğini göreceğiz, daha doğrusu hangi bizi nasıl etkileyeceğini…
Not: Yazının yazıldığı ana kadar Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş, bu kadar önemli bir konuyla ilgili olarak hâlâ herhangi bir cumhurbaşkanı danışmanını retivitlemedi. Bu nedenle ulusal çıkarımızın ne yönde olduğunun bende bir muamma olduğunu söylemeden edemeyeceğim.
(1) Bu konuda kapsamlı bir çalışma için Büke Koyuncu’nun İletişim’den çıkan “Benim Milletim” adlı çalışması önemli bir referans, okunmalı.