'Katıksız Türk’ bir Kürt: Ali Saip Ursavaş
1935’te başlayan bu dava, adeta rejimi ve Atatürk’ü kutsama ayinine dönüşmüştür. Bu 'kutsal ayin' için güçlü bir kurban gerekmekteydi ve bunun için de Ali Saip Ursavaş tercih edilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 'Herkes Türk’tür' siyasetinin yürürlüğe girmesiyle öteden beri Kürt olarak bilinen bazı aristokratların çocukları ya rejim içerisinde kendilerine bir yer bulmak ya da sahip oldukları postu korumak için Türk olduklarını kabul ettiler. Ancak bazı durumlarda bu kabul ediş de onları kurtarmaya yetmemiştir zira Kürt oldukları bir şekilde hatırlatılmış hatta bu suçlama konusu yapılmıştır. Mesela İstiklal Mahkemeleri’nde savcılık, mecliste milletvekilliği ve bakanlık da yapmış Vasıf Çınar, rejimin sadık bir hizmetkarı olmasına rağmen onun Bedirhaniler’den olduğu bir biçimde dillendirilmiştir. (1) Aynı şekilde Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kurucusu Abdulkadir Kemali’nin de devletin gazabına uğradığı zaman Kürt olduğu akıllara gelmiştir.(2) Esat Mahmut Karakurt gibi Ağrı İsyanı esnasında Türk resmi ideolojisinin çıkarlarına uygun bir biçimde bölgeden muhabirlik yapan, defalarca milletvekili olan ve hiçbir dönemde Kürt olduğunu dillendirmemiş biri bile sonraki yıllarda ünlü ırkçı Nihal Atsız’ın radarına yakalanmaktan kurtulamamış ve Kürt olduğu 'ifşa edilmiş'tir.(3) Bu yazının konusu ise benzer bir akıbeti yaşayan Kemalist rejimin inşaasında rol oynayan ve sonradan adı 'suikastçi’ye çıkan Ali Saip Ursavaş hakkındadır.
İstiklal Madalyası'na sahip olan önemli şahsiyetler arasında yer alan ve 1885 yılında Revanduzlu Emin Bey’in oğlu olarak Kerkük’te dünyaya gelen Ali Saip, Kürtler arasında daha çok Şeyh Sait’in idam kararını veren İstiklal Mahkemesi heyetinde yer almasıyla tanınır. Ali Saip’e Urfa'nın Fransızlara karşı savunulması sırasında göstermiş olduğu başarıları nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Urfa Savaşçısı anlamındaki Ursavaş soyadı verilmiştir. Urfa’daki Kürt aşiretlerini Ermenistan korkusu üzerinden Kemalist hareketin saflarına çekmeyi başarmış Ali Saip’in Yaşar Kemal’in İnce Memed romanında yer alan Arif Saim Bey karakterinin ilham kaynağı olduğu yönünde de güçlü bir kanı vardır.
ALİ SAİP’İN ŞEYH SAİT’LE DİYALOĞU
1925’te Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesi heyetinin üyesi olan Ali Saip ile Şeyh Sait arasında yaşandığı söylenen ve bugün de hala farklı versiyonlarıyla anlatılan çeşitli diyaloglar vardır. Bir söylentiye göre Şeyh Sait idamında önce Ali Saip’e “Ben doğruyu söyledim. Cezamı hafifletmeliydin’’ diye söylemiş ve devamında ise Ali Saip ona “Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun. Cezanı çekeceksin” demiştir.(4) Bu söylentinin dışında Şeyh Sait’in sürgün cezası beklerken idam cezası aldığını öğrendiği vakit Ali Saip’e ''Seni severim ama, mahşer günü hesaplaşacağız'' dediği de rivayet edilir.(5)
Türk resmi ideolojisinde 'Atatürk’e Suikast' adıyla farklı yıllarda açılmış çok sayıda dava vardır. Bu davalar esasında Kemalist rejimin inşaasında kimi kez muhaliflerin tasfiyesi kimi kez de rejimin kendini tahkim etmesinde hukuki açıdan kıymeti olmayan, rıza üretiminde iş görmüş süreçlerdi. Bu 'Atatürk’e Suikast’ davalarından biri de 1935 yılında başlayıp 1936’ya kadar devam eden ve adeta rejimi kutsama ayinlerine dönüşen, baş rolünde dönemin Urfa vekili Ali Saip Ursavaş’ın olduğu davadır. Bu dava, devam ettiği günlerde ülkenin en önemli gündem maddelerinden biri haline gelir. Nitekim 18 Ekim 1935 tarihlinden itibaren bütün günlük gazetelerin temel konusu bu suikast davası olur. Öncesinde tutuklanan sanıkların Ankara’ya getirilmesi ve kamuoyu tarafından tanınan biri olan Ali Saip’in de dahil edilmesiyle, dava ülkenin en çok takip edilen olayı haline gelir.
ALİ SAİP: KATIKSIZ TÜRKÜM
Ali Saip’in adı 'Atatürk’e suikast'la anılınca dokunulmazlığının kaldırılması için hükümet, meclise bir tezkere göndermiş ve dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmiştir. İki celselik bir oturum sonucunda dokunulmazlığı kaldırılan Ali Saip, mecliste suçsuz olduğunu ve Atatürk’e bağlılığını yineleyerek hamaset dolu bir konuşma yapar. Meclisteki bu konuşmasında en dikkat çekici husus, aslen Kürt olmasının dava sürecinde karşısına çıkabileceğini düşündüğünden olsa gerek 'Katıksız Türküm' sözleriyle kendini savunma ihtiyacı duymasıdır. Meclis'te şu sözlerle 'katıksız Türk' olduğunu ispatlamaya çalışır:
''Arkadaşlar; itiraf edeyim ki kuvvetlerden çok üstün kuvvet vardır. Ordulardan, topraklardan, ocaklardan üstün bir kuvvet vardır. O kuvvet, damarlarımda taşıdığım Türk kanıdır.
Aziz arkadaşlar: Bu kanı taşımayan, elemli, ıztıraplı, felaketli günün adamı olamaz. O zaman bizimle beraber çalışanlar çoktu. Fakat çok geçmeden bozuk mayalarını, bozuk kanlarını meydana verdiler. Bir kısmı da Bitlisli Yusuf Ziya gibi kendi ellerile Bitliste mezarlarını kazdılar.
17 senedir beni bugüne kadar karşınıza temiz bir arkadaş olarak getiren, şimdi de bir karar halinde sizin karşınıza çıkaran kuvvet, arkadaşlar, damarımdaki Türk kanıdır.
Arkadaşlar; bazı insafsız hasımlarım zaman zaman bana Türk olmadığımı isnat ettiler ve hâlâ da etmektedirler.
Arkadaşlar; ben babadan, anadan Türküm. Katıksız Türküm."
Son olarak İsmet İnönü’ye seslenerek, ''İsmet İnönü! Hayatım kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprünün üstündedir. Haksızlığa uğradım, sen bu işi tahkik et.'' der.(6) Aynı gün ise Meclis'ten çıkarak adliyeye gider ve burada tevkif edilerek cezaevine konulur.
DAVA, ATATÜRK’Ü VE REJİMİ KUTSAMA AYİNİNE DÖNÜŞÜR
Ali Saip’in de tutuklanmasıyla çok hızlı bir biçimde 'Atatürk’e suikast' iddiası adeta rejimi ve Atatürk’ü kutsama ayinine dönüşür. İzmir, Muğla, Gümüşhane, Denizli, Sivas, Çorum, Kırşehir, Samsun, Ordu kitlesel toplantılar düzenlenerek 'suikast' telin edilir.(7) İzmir’de yapılan mitinge 50 bin kişinin katıldığı yazılır.(8) Özellikle İstanbul Beyazıt meydanında büyük bir miting yapılır ve yaklaşık 25 bin kişinin katıldığı aktarılır. Bu mitingde ''Atatürk, Türklüğün yıkılmaz abidesidir. O, Türkün ta kendisi, O Türkün can damarı, o Türkün hayat kaynağıdır'' minvalinde konuşmalar yapılır ve Atatürk’e bağlılık yeminleri edilir. Bu miting ve toplantıların yanı sıra ülkenin dört bir yanından Atatürk’e telgraf çekilir.(9) Atatürk yapılan miting ve gösteriler için bizzat açıklama yaparak teşekkür eder ve ''Büyük milletin bana karşı gösterdiği derin ilgi ve sevgiden kıvanç duydum'' der.(10) Devlet eliyle oluşturulan bu kutsama tertibatına gayrimüslim unsurlar da katılım yapmak zorunda kalır. Nitekim hemen akabinde İstanbul’daki Yahudi, Rum ve Ermeni cemaatleri kendi ibadet merkezlerinde Atatürk için ayinler yapar.(11) İstanbul’daki Süryani kadim kilisesinde de Atatürk’ün sağlığı için büyük bir ayin yapılır. Bu ayinde patrik vekili Abdülahad tarafından bir konuşma yapılır ve kilise mensupları da Atatürk’e bağlılıklarını anlatan telgraflar çeker.(12)
ÇARŞAMBALI YAHYA’NIN İFADELERİ
Davada Yahya adındaki Çarşambalı 40 yaşındaki biri, çetenin reisi olarak gösterilir. İddialara göre bu kişi nişanlanmış fakat parası olmadığı için evlenememiş ve para kazanmak maksadıyla Suriye’ye gitmiştir. Burada Çerkes Ethem’le tanışmış ve Çerkes Ethem, Yahya’ya bol para vadederek, Türkiye’de bir milletvekilinin de kendisine arka çıkacağını bildirerek Türkiye’ye gitmesini söylemiştir. (13) Güya Yahya, Amman’da Çerkes Ethem’le görüşüp ve suikast için talimat aldıktan sonra sınırı geçip Üzeyir’in kardeşi Arif’in evinde saklanmıştır. Üzeyir ise daha önce Ali Saip’in yanında çalışan biridir ve Ali Saip’in de 26 Temmuz’dan 4 Ağustos’a kadar Üzeyir’in çiftliğinde kaldığı ifade edilmiştir.(14)
Ali Saip, ifadelerinde Üzeyir’i tanıdığını kabul eder fakat onu 4 yıldan beri görmediğini söyler. Yahya, Üzeyir ve Arif’in ilk ifadeleri Ali Saip’in aleyhinedir. Zira Üzeyir’le tanışıklık ve yakalananların verdikleri beyanlara da dayanarak adı dosyaya dahil edilmiştir. Ali Saip’in eşi, Üzeyir hakkında basına şu bilgiyi verir: ''Üzeyir, Millî mücadele zamanında Ali Saip’in yanında çavuş idi. Fakat biz Millî mücadeleye iştirâk ettiğimiz zaman o da Fransızlar tarafına geçti, bizden ayrıldı’’(15) Daha önce tutuklu sayısı 12 olan davada Ali Saip’in dokunulmazlığı kaldırılıp Cebeci hapishanesine gönderilmesiyle tutuklu sayısı 13’e çıkar.(16) Daha sonra 8 kişi tahliye edildir ve davada sadece 5 tutuklu kalır.(17) Yahya ilk ifadelerinde Şam’da Çerkes Ethem’le bir kahvede görüştüklerini ve ''yakayı ele verdiğiniz takdirde sizi ipten kurtaracak nüfuzlu bir adam vardır onun da adı da Ali Saip’tir'' dediğini söylemiştir.(18)
HERKESİN GÖZÜ KULAĞI DAVADADIR
Ankara’da yapılan mahkemenin salonu, koridorları, merdivenleri insanlarla dolup taşar. Bunun yanı sıra mahkemenin önünde de çok sayıda insan toplanır. Mahkemede sanıkların isimleri okurken herkes 'Kahrolsun' diye bağırır. Yahya, mahkemede ilk ifadelerini jandarma ve polisin baskısı altında verdiğini ve işkenceden kurtulmak için ardı ardına aslı astarı olmayan ifadeleri sıraladığını anlatır. Üzeyir de ilk ifadelerini reddeder ve Ali Saip’i yıllardır görmediğini itiraf eder. Üzeyir’in kardeşi Arif de işkenceye uğradığını ve ifadesinin zorla alındığını belirtir.(19) Ali Saip, Atatürk’ün kendisine verdiği Ursavaş adını taşıyan vesikayı da mahkemeye verir.(20) Bu davada Şemseddin adında Elbistanlı biri de vardır. Elbistanlı Bektaş oğullarından Ali Ziya’nın oğlu olarak tanıtılan bu kişi tahsilini Şam lisesi ve Macaristan Ziraat Akademisi’nde yapmış olup nahiye müdürüdür. Polis müdür muavini Behçet’e göre Şemseddin kendisinin Kürt Alevilerinden olduğunu söylüyormuş.
ALİ SAİP’İN SUÇU KÜRT OLMASI!
Yahya, Arif ve Üzeyir ilk ifadelerini reddedince savcı, bu kez Ali Saip’i Kürt olması üzerinden hedef almaya çalışır. İddianamede onun için ''Türk rüesasından Haço Ağa ile Türk münevverlerinden meşhur Yüzbaşı Tevfik Cemil’in ifadesine nazaran Ali Saip, Kerküklü bir Kürttür'' denilir. İddianamede Ali Saip’ın Haco Ağa ile yazıştığı mektuplardan bahsedilir.(21) Bu mektuplar hakkında şu bilgiler verilir: ''Biri Kuvayi Milliye zamanında, birisi de İstiklal mahkemesi azalığı zamanında yazılmıştır. Harekatı milliye zamanında yazılan mektupta, kendisinin Kürt olduğuna delâlet eden tabirler vardır. Kürt milletini methü sena eyliyen cümleler mevcuttur''.
Davanın savcısı bir bakıma Atatürk’e suikast iddiasını bir tarafa bırakarak Ali Saip’in Kürt olduğunu ispatlama telaşına girer. İlgisiz bir biçimde iddianameye Çerkes Ethem’in ve Çerkeslerin yanı sıra Taşnaklar, Suriyedeki Kürt Cemiyeti dediği Hoybun’un adı da eklenir.
Ali Saip’in Kürtlüğüne dair onun hakkında hazırlanmış bir rapor delil olarak gösterilir. Bu rapor, onun İstiklal Mahkemesi üyesi olduğu zamanlarda söylediği iddia edilen konuşmalar hakkındadır. Raporda Ekrem Cemilpaşa’nın da adı geçer. Gazetenin haberine göre raporda şunlar yazılıdır: ''Ali Saip, İstiklâl mahkemesi azası sıfatile Şeyh Sait vakasında Diyarbekir’e geldiği zaman kendisi ile pek çok görüşen Diyarbekirli Cemil paşa zade Mehmet ve Ekrem’e demiş ki: 'Gazi [Atatürk] ancak bizlerin sayesinde bu mevkie yetişmiştir. O olmasaydı da ben olsaydım arkadaşlarım beni ileri sürerlerdi, ben Gazi olurdum. Maahaza, ne zaman istersek Gazi’yi yine eski haline irca bizim elimizdedir. Eğer bir gün bize kafa tutacak olursa, vay haline…'' (22) Aynı rapora göre Kürtlüğü hakında ise şunları söylemiştir: ''Ben Kürdüm. Bunu inkar değil, bununla iftihar ederim. Kürtler olmasaydı, Türkiye’yi Rus ve Ermeniler ta Akdeniz’e kadar istila ederlerdi.'' (23) Savcı, Ali Saip hakkında on seneden fazla mahkumiyet talep eder.(24)
Ali Saip’in avukatı Hamit Şevket savunma yaparak Ali Saip’in suikastle alakası olmadığını söyler ve mahkeme heyetinin onun Kürt olmasının kanıtlama çabasına girmesini şu sözlerle açıklar: ''[…]Biz mütehassıslarız. Avukat veya müddeiumumiyiz [savcı]. Bu kadar bedil vaziyet dururken 'Bu adam Kürttür. Filân yerde dosyası vardır gibi beyanları ben hayli uzun olan ömrü vekâletimde ilk defa işittim. İddia makamı kanun ve ilmi ceza noktasından vaziyeti idrâk etmiş olsalardı hükmün sebep ve mucibini teşkil etmiyecek şeylerden çekinirdi. Baha Arıkan [davaya bakan savcı] bundan çekinmedi. Bütün davası şahsî oldu. Bana döndü söz söyledi; müekkilime döndü söz söyledi; öteki mazmunlara döndü söz söyledi, müdafaa adabının en iptidaî vecibelerini bile unuttu.''
ALİ SAİP İLE HACO AĞA’NIN İLİŞKİSİ
Avukat Hamit Şevket, Ali Saip’in Kürt olmadığını devlete sadık bir Türk olduğunu ise şu sözlerle savunur: ''Ali Saip’e: 'Sen Çerkes cemiyetinin koynundan kopmuş bir adamsın, deniyor. Sonra da gene aynı iddia makamı Ali Saip, Çerkes değil Kürttür, diyor. Kürtlük bahsinin tetkikini bizzat Ali Saip’e bırakıyorum. Çünkü ben aile şecerelerinin tahkikinin meslekî hududum haricinde addederim. Fakat şurasını söyliyeyim ki Ali Saip’in kanında, kültüründe, seciyesinde Kürtlük olsaydı, Kürt isyanın bastırmaya gönderilmezdi. Ali Saip adalet sehpasından kaçmış üç beş Kürtle Kütahya’da Türk milletinin En Büyük Evlâdına [Atatürk kastediliyor] hiyanet ederek düşman safına geçmiş, düşman bayrağına bürünmüş Ethem’le nasıl birleşebilir? Bunu akıl, idrâk, mantık kabul eder mi? Bunun aksi bir ihtimal Ali Saip’in şuurunun muhtel olduğuna işaret etmekten başka bir şey ifade etmez.’’ Sonrasında ise Hamit Şevket ''Atatürk’e suikast için teşkil edilmiş bir çete yoktur'' diyerek bunun ''efsanevi bir iftiradan ve isnadattan ibaret'' olduğunu savunur. Aynı celsede Ali Saip’e de söyleyeceği bir şeyin olup olmadığı sorulur. Ali Saip ayağa kalkar ve cebinden bir tomar kağıt çıkararak okumaya başlar: ''Tamamen masumum ve bigünahım. Masumiyetime tamamen kani ve emin olduğum için dört aydan beri hesap vereceğim bugünü sabırsızlıkla bekliyordum. Bu hesaptan sonra açık alınla çıkacağıma eminim. İddia makamının aleyhimde serdettiği bütün şeyler asılsızdır’’. Davanın savcısı Baha Arıkan’ın davayı adeta Ali Saip-Baha Arıkan meselesi haline getirdiğini söyledikten sonra heyecanlanır ve ağlamaya başlar. Dinleyicilerden bazıları da Ali Saip’in konuşmasından etkilenerek ağlar. Ali Saip, savcı Baha Arıkan’ın kendisini Kürt olduğunu kanıtlama girişimine de tepki göstererek şunları söyler: ''Müddeiumumî iddianamesinde bana az kalsın Ermeni diyecekti. Ben Kürt değilim. Babam da anam da Türktür. Benim Kürtlüğümü Cemil paşazade Ekrem’in ifadesine, Haço’nun ifadesine isnat ettirerek söyledi. Bu devlet kurulurken, kuruluşuna isyan etmiş olan Haço’nun tenkil vazifesini bana vermişlerdi. 150 asker, 2 top ve makineli tüfekle Haço’nun avenesini ben dağıttım. Ocağını söndürdüm. Bu adam el’an hudut haricindedir. İşte şimdi bu Haço’ya başvuruyorlar! 'Ali Saip senin kumandanınmış, hakkında ne biliyorsun?' diyorlar. O da 'O Kürttür, bende mektupları vardır' diyor. Cemil paşazade Ekrem’den bahsediyorlar. Bu adamı ben İstiklâl mahkemesinde reisken tanıdım. Fakat muhakeme sırasındaydı ve on seneye mahkûm ettim. Şimdi hudut haricindedir. Gidip beni bu adamdan soruyorlar. O da 'Atatürk’ün düşmanıdır' diyor.''
Davanın sanıklarından Şemseddin de iddianamede Kürt olduğundan bahsedilmesine oldukça içerlenmiş olacak ki son sözünün olup olmadığı sorulduğunda şu sözlerle Kürt olduğunu reddeder: ''[…] Gene makamı iddia benim Kürt olduğumdan bahsettiler. Bunu kabul edemem. Bugün Türkiye hududu dahilinde bulunan vatandaşlar asılları ne olursa olsun Türktürler…
Kendilerine sorarım. Benim Kürtlüğümü nereden çıkarmışlar. Dilimden mi? Kültürümden mi? Mefkûremden mi? Maznunlara hitap ederken 'Allah onları düşürecektir' diyen Baha Arıkan’a Allah biraz da benim Allah’ımdır, cevabını veririm'' (25)
Baştan beri şaibeli, absürtlükler dolu ve büyük yaygara koparılan bu davada bütün sanıklar beraat eder. (26) 12 saat süren mahkemenin sonucu akşam 9’da açıklanır ve beraat eden sanıklardan bazıları sevinçten ağlar. (27) Beraat kararı temyizde bozulur ve yeniden mahkeme karşısına çıkan Ali Saip gözyaşları içinde bu dava vesilesiyle hakimlik mesleği hakkında İstiklal Mahkemeleri’nde görev yaptığı yıllara istinaden bir duruşmada şunları söyler : ''Ben dört sene hâkimlik yaptım. Maznun sandalyasına oturduktan sonra hâkimliğin ne olduğunu anladım.'' (28)
Ali Saip ve diğer sanıklar nihai olarak beraat etseler bile bu olay Türk resmi ideolojisinde 'Atatürk’e Suikast Girişimi' olarak geçecek ve Ali Saip Ursavaş üzerindeki 'leke' de hiçbir zaman kalkmayacaktır. Evli ve dört çocuk babası Revanduzlu Ali Saip, 1939 yılında Urfa mebusu olarak Adana’da yaşamının yitirir ve ölüm haberi ancak birkaç satırlık bir haberle gazetelerde kendine yer bulur.
SONUÇ NİYETİNE
1935’te başlayıp 1936’da '17 milyon Türk’ün davacı' olduğu söylenen bu dava, Ali Saip Ursavaş’ın dahiliyle beraber adeta başta da söylediğimiz gibi rejimi ve Atatürk’ü kutsama ayinine dönüşmüştür. Bu 'kutsal ayin' için güçlü bir kurban gerekmekteydi ve bunun için de Ali Saip Ursavaş tercih edilmişti. Kurban olarak sunulurken de onun Kürtlüğü bu ayinin pekiştirici bir unsuru olarak kullanıldı. Beraat etmesine rağmen Atatürk’ün Ali Saip Ursavaş’ın bir daha yüzüne bakmadığı söylenir. İstiklal Mahkemeleri’nde Şeyh Sait’i ve bilumum Kürt insanını idama götürmekle övünen Ali Saip, canhıraş bir biçimde mahkemelerde Türk olduğunu savunmasına rağmen ilk andan itibaren basın yoluyla suçlu ilan edilmiş ve beraat etmesine rağmen Kemalist rejimin kurbanı olmaktan kurtulamamıştır.
1) Örnek bir haber için bk. Bedirhanîlerden İzmir mebusu Vâsıf Bey, Yarın gazetesi, 31.01.1931, s.1 ve 2.
Yarın gazetesi, Vasıf Çınar’ın İzmir’de Türk Ocağı’nı ziyareti sırasında söylediği ''Fırka kongresi var. Yabancı unsurları dışarıya çıkarın'' sözlerini, onun Türk gençlerini yabancı olarak görmesi olarak algılamış ve buna karşılık onun Kürtlüğüne gönderme yapmak amacıyla Bedirhaniler’den olduğunu hem haberin başlığında hem de haberin akışında özellikle belirtmiştir.
2) Konuyla alakalı iki haber için bk. Abdulkadir Kemali Hoybon cemiyetine girmek istiyor, Vakit, 26.01.1931, s. 3 ve Abdülkadir Kemali hainlerle bir oldu, Cumhuriyet, 07.11.1931, s.4.
Başlarda Halk Fırkası’nı destekleyen Abdulkadir Kemali daha sonraki yıllarda muhalif bir tutum alır. 1930’da 'çok partili hayata geçiş denemesi'nde Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kurar. Bu fırka ve sesini duyurmak için çıkardığı Ahali gazetesi sonrası Abdülkadir Kemali, Suriye’ye kaçmak zorunda kalır. İlk olarak o zamanlar Suriye’ye bağlı olan Hatay’a geçer. Abdulkadir Kemali hakkında Suriye’de bulunduğu süreçte çok sayıda haber çıkar. Özellikle 'Abdülkadir Kemali hainlerle bir oldu' haberi onun Kürtlüğü üzerinedir. Hatay’da bilinen bir isim olan Hoybun’un aktif yöneticilerinden Memduh Selim’le ilişkiye geçmiş olması gayet doğal bir durumdur. Yazar Orhan Kemal’ın babası olan Abdülkadir Kemali’nin baba tarafından Kürt olduğu kesindir. Anlaşılan Kemali, devletin gazabına uğrayınca kısa bir ara Kürtlüğünü hatırlamış ve bu minvalde konuşmalarından Kemalist basın haberdar olmuş.
3) Türk ırkçısı Nihal Atsız 1966 yılında yazdığı yazısında Esat Mahmut Karakurt’un Kürt olduğunu yazar. Bk. Ötüken dergisi, 30 Nisan 1966, Sayı: 28. Ayrıca Esat Mahmut Karakurt’un Ağrı İsyanı esnasında muhabirliği ve Kürtlüğü hakkında bir yazı için bk. İbrahim Bulak, PolitikART Sayı:293 (05 Haziran 2021)
4) Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, [Cumhuriyet gazetesinin 1998 yılında okurlarına ücretsiz olarak dağıttığı kitap] s.156-157
5) 1925 Kürt İsyanı ve Şeyh Sait, Akis dergisi, 25.12.1967, s.26
6) Ali Saip tevkif olundu, Kurun gazetesi, 19.10.1935, s.9
7) Suikastçıları Tel’in, Son Posta gazetesi, 23.10.1935, s.2
8) Dün 50 bin İzmirli Suikastçileri Tel’in etti, Kurun, 20.10.1935, s. 1
9) İstanbul Atatürke Olan Derin Bağlılığını Gösterdi, Son Posta, 24.10.1935, s. 11
10) Atatürk’ün Teşekkürleri, Son Posta, 22.10.1935, s. 1
11) Atatürk İçin Me’lun Suikast Teşebbüsü Münasebetile Azlıkların Yaptıkları Gösteriler, Son Posta, 28.10.1935, s.1 ve 7
12) Atatürk için Süryani Kadim Kilisesinde De Bir Tören Yapıldı, Son Posta, 29.10.1935, s. 2
13) Suikastçılar, Son Posta, 20.10.1935, s. 6
14) Suikastçılar için Ceza…, Son Posta, 07.02 1936. s. 7
15) Ali Saibin karısı Nediyor?, Halkın Sesi gazetesi, 23.10.1935, s. 1
16) Ankara müddeiumumusi muhabirimize beyanatta bulundu, Kurun, 20.10.1935, s. 2
17) Tahliye Edilenleri Nasıl Bulduk?, Son Posta, 09.01.1936, s. 1
18) Suikastçıların Ankaradaki Muhakemesi.., Son Posta 14.01.1936, s. 9
19) Maznunlar Verdikleri İlk İfadeleri İnkâr Ettiler, Son Posta, 10.01.1936, s. 7
20) Suikast Suçlularının Muhakemesi Mühim Safhada, Son Posta, 12.01.1936. s. 9
21) Bahsedilen mektuplar Ali Saip’in yanında bulunmamıştır. Ayrıca Haco Ağa’nın Ali Saip hakkındaki görüşlerinin bulunduğu raporun nasıl düzenlendiği şüphelidir. Ali Saip’in savunmasından anlaşıldığına göre o zaman Suriye’de bulunan Haco Ağa’nın görüşüne başvurulmuş. Savcı Baha Arıkan’ın bu davada Ali Saip’in Kürt olduğunu kanıtlamak için ciddi bir çaba içerisine girdiği çok açık. Bu durumda iki ihtimal vardır: Birincisi Ali Saip’in dediği gibidir ve Suriye’de firari olan Haco Ağa’nın Ali Saip’in Kürtlüğüne dair görüşüne başvurulmuştur. İkincisi ise ise bu rapor ve mektuplar, savcı tarafından Ali Saip’e karşı elini güçlendirmek için hazırlanmış düzmece delillerdir.
22) Anlaşıldığı kadarıyla bu diyalog Ekrem ve Mehmet Cemilpaşa’nın anlatımlarına dayanmaktadır. Fakat bu diyalogu ne zaman ve ne yolla devlet yetkililerine aktardıkları meçhuldur.
23) Bu sözleri de Ali Saip’in nerde ve ne zaman söylediği meçhuldür. Savcı, mahkemede bu ve önceki cümleleri okuduktan sonra ''arşivlere istinaden okuduğum şu cümleler'' ifadesini kullanır.
24) ''Suikastçıların muhakemesi’’, Haber gazetesi, 07.02.1936, s. 9
25) Suikast maznunları müdafaalarını yaptılar, Haber, 09.02.1936, s. 9
26) Komplo maznunları beraet ettiler, Ulus gazetesi, 18.02.1936, s. 1
27) Suikast Maznunları Beraat Ettiler, Son Posta, 18.02.1936, s. 1
28) Mahkeme eski kararında ısrar etti, Ulusal Birlik gazetesi, 17. 07.1936, s. 1 ve 4