'Kâtip Bartleby hep kaybedecektir!'
"Katip Bartleby"yi oyunun yönetmeni Selçuk Mert ile konuştuk. Mert, "Her şeyi düşünürken bir de cüzdana bakıp düşünmek beyin jimnastiği açısından faydalı sonuçlar doğursa da, birçok açıdan kısıtlı alana sahip olduğumuz açık" dedi.
"Tiyatro Miyatro"nun son oyunu "Kâtip Bartleby"yi oyunun yönetmeni Selçuk Mert ile konuştuk. Amiyane tabirle İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bağrından çıkan "Timis Oyuncuları"nın mezun olup da bir araya getirdiği “Tiyatro Miyatro” grubunun tamamına yakını mühendis… 2007’de kurulan gruptan sahne sanatları üzerine çalışmalarına devam eden öğrenciler de mevcut. Selçuk Mert’i dinliyoruz:
Ödeneksiz tiyatro yapmanın zorlukları nelerdir?
Her şeyi düşünürken bir de cüzdana bakıp düşünmek beyin jimnastiği açısından faydalı sonuçlar doğursa da, birçok açıdan kısıtlı alana sahip olduğumuz açık. Her zaman, tiyatro için bir oyuncu ve bir seyircinin yeterli olduğunu söyleriz, bu hala geçerli; fakat bu romantizmin ayakta tutabildiği birini ben henüz göremedim. Bütün bu işlerle uğraşırken hayatta kalmak için para kazandığımız işlerimizin olması gerekiyor. Mühendis oluşumuzun ekmeğini bu kısımda yiyoruz sanırım.
Bunun dışındaki diğer emeklerin bedelleri ve sanatsal tercihlere dair harcamalar için başta söylediğim cüzdanın yapabildiği seçeneklerin arasından seçmemiz gerekiyor. "Kâtip Bartleby" ve bundan önceki iki oyunumuz "Oyun Sonu" ve "Bedreddin" de benzer şekilde prodüksiyondan ziyade oyunculuk ve sahne denemelerine ağırlık verdiğimiz ve o kısmından keyif aldığımız oyunlar oldu.
Alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?
Eskiden bu kaygıları biraz daha farklı, biraz daha sanatsal derinliğe sahip kaygılar olarak ifade edebilirdim belki ama nefes alma kaygım var her şeyden önce. İstanbullu tiyatro gruplarının dilinden düşmez “gidelim, özgürce tiyatro yapalım” lafları (bizim de tabi) ama para pul işlerini halledip bunu başarsan bile artık yaptığınız işlerin başınıza iş açıp açmayacağını da düşünmeniz gerekiyor. Kaygı artık biraz daha tepki görme değil de zarar görme mertebesine ilerledi. Alternatif tiyatrolar aslında bu açıdan biraz daha güvenli sularda kalıyor bana kalırsa yine de. Sanatsal olarak da benzer bir kaygım var aslında benim.
Pek avangart işler ya da çalışmalar görmek mümkün olmuyor son zamanlarda. Peter Brook’un dediği gibi her tarz yaratıldığı andan itibaren kendini yok etmeye başlıyor. Şu sıralar da yaklaşık 10 yıl öncesinin avangardının kendini yok etme aşamasını tamamlamak üzere olduğunu görüyoruz galiba. O yüzden de deneysellik ve alternatiflikte yeni bir çıkış ve ifade bulana kadar en azından mevcut çekirdeği bozmadan, yani örneğin popülizmde kaybolmadan vs. üretmek gerekiyor.
İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?
Seyirci sayısının arttığını ben pek düşünmüyorum açıkçası. Sadece bizim oyunlarımız değil, diğer oyunlarda da dalgalı bir seyirci sayısı var gibi geliyor bana. Belki sahne sayısı azaldıkça sahnelerin seyircileri artıyor olabilir. O manada dediğin doğru olabilir. Devlet ve şehir tiyatrolarındaki sahne sayıları ve oyunların yeterlilikleri düştükçe alternatif tiyatrolara bu kitleden biraz geçiş olmuş olabilir. Onun dışında ne belirgin bir şekilde arttığına dair bir gözlemim var ne de artması için bir sebep görüyorum.
"Kâtip Bartleby" neyi anlatıyor? Neden bu metni tercih ettiniz?
Kâtip Bartleby’nin öyküsüyle açıkçası ben Umut Sarıkaya’nın “Naber” dergisinde çizdiği hikaye ile tanıştım. Daha önceden okumamıştım. Sağolsun, Umut Sarıkaya’nın çizimi de hikayenin içindeki kıvrımları ve cazibeyi bize daha görünür hale getirdi. “Kâtip Bartleby” oyunu, esasında Katip Bartleby’yi değil daha çok onun, yanında işe başladığı avukatı anlatıyor. Hikaye avukatın anlatıcılığıyla yazılmış zaten. Avukatın sağduyulu ve yöntemli hayatına dahil olan bu “sıradışı” adamla yüzleşirken içine düştüğü durumlar üzerine bir hikaye bu. Biraz sürreel bir hali var ikisinin de. Avukat’ın bürosundaki diğer çalışanlar da aynı sürreellik içerisinde yuvarlanıyor avukat’la birlikte. Çünkü Bartleby ile yaşadıkları ve kendi dünyalarını da yerinden oynatan bu deneyim oyun boyunca bir tarife sahip değil ve yüzyıl oynamaya devam etseler de sahip olmayacak.
Bu oyunu tercih etme sebebimiz de aslında bu tarifsizlik yüzünden oldu. Hikayeyi okuduktan sonra başlarda Bârtleby üzerine, biraz da burun kıvırarak bir takım sınıflandırmalarda bulunduk. E işte tamam muhalif bir pasif eylem içinde, yok öyle değil tamamen anarşist bir tavır, vay efendim olur mu tastamam hukuksuzluk bu yaptığı vesaire derken bir de baktık ki epey ezberden konuşuyoruz. Ve ne yaparsak yapalım Avukat’ın da dahil olduğu çemberin dışına kolay kolay çıkamıyoruz. Bu özdeşleşme ve işin o cenahını da irdeleme çabası hikayeyi bize yaklaştırdı. Deleuze ve Agamben’in konuyla ilgili yaptıkları derin ve detaylı irdelemeler de bizim için yeni tariflerin kapısını açtı açıkçası.
Oyunun yönetmeni olarak, biçimsel anlamda fiziksel tiyatrodan sıkça faydalanmış olduğunuz görülüyor. Yer yer, dekorun da etkisiyle, gölge tiyatrosuna selam çaktığınız da söylenebilir. Geleneksel tiyatro ile oyununuz arasında benzeşen ve farklılaşan özellikler sizce nelerdir?
Gölge tiyatrosu, fiziksel tiyatro ve sahne üzerini çeşitlemek için kullandığımız diğer enstrümanlar bizim geçmişten beri dağarcığımızda olan ve aşina olduğumuz şeyler. Fiziksel tiyatroyu topyekün bir tarz olarak sahneye taşımak gibi bir kaygımız yok. Genellikle oyunun ifade edilmesine en çok yardımcı olacak üslup neyse ona göre çalışmayı tercih ediyoruz. Oyunla birlikte organik olarak gelişen ve değişen bir süreç oluyor açıkçası. Oyunun avangart olmadığı açık. Gelenekçi bir özelliği var da diyemeyiz. Metin kurgusal açıdan yeni bir tarz önermiyor.
Yani büyük ölçüde, zaten iyi becerdiğimizi düşündüğümüz sahne ve oyun yöntemlerini kullandığımız bir oyun oldu. Geleneksel yöntemlerden ayrı duran ve bizim için en ilgi çekici oyun yöntemi, oyunun geneline yayılmış bir seyirciyi konumlandırma kaygısı. Ağırlıklı olarak avukatta ve yer yer diğer karakterlerde seyircinin konumunu sürekli değiştirdiğimiz bir sahneleme var. Çok radikal şekilde olmasa da anlatı tiyatrosunun sınırlarında gezen bir oyunculuk tercih ettik.
Oyun, bir avukatın içsel sürecini anlatıyor. Vicdan kavramına bakış açısını “ben iyi bir insanım” diyerek ortaya koyan bir avukat… Anlatıcı rolünde de olan avukat, yer yer seyirciyle özdeşlik de kuruyor. Bu durum seyircinin oyun bittikten sonra “kaybettiği” hissini yaşamasına sebep oluyor. Günlük hayatta da, sahnede de “kaybetmek” için asgari ihtiyacımız vicdan mıdır?
Seyirci için de, bizde olduğu gibi, cazip gelen önce Bartleby’le özdeşlik kurmak... Durum ilerledikçe seyircinin avukatla özdeşlik kurması daha isabetli bir yaklaşım bence de. Kaybetme kısmına gelince, Avukat ve diğerleri bir denklemin parçası. Avukatın da bir çarpanı olduğu bu denklemde ısrar etmek kaybettiğinin farkına varmamak olur ancak. Bartleby kaybeder, bunda sıkıntı yok. Bu dünyada yaşamanın neticesi budur, kaybetmek. Biraz nihilist bir tavır gibi görünse de varolan durumun farkına varmanın başka bir yolu da yoktur.
Bartleby hep kaybedecektir. Avukat için (ve bizim için de) daha şok edici olan ise kaybetmeyi bile beceremeyeceğidir. Çocuklar için bir zeka oyunu vardır, üçgen, kare, daire şeklindeki boşluklara uygun şekildeki oyuncağı geçirmeye çalışırsın. Avukat o boşluktan yanlış cismi geçirmeye çalışmıyor, o cisimlerle ip atlamaya filan çalışıyor. Tamamen tarif dışı yani bu karşılaşma.Vicdanlı olmak hiçbir şeyi çözmüyor zaten oyunda da, biraz da akıllı olmak lazım.
Oyun bir avukatın ofisini temsil edecek şekilde dekore edilmiş. Fakat ışığın kullanımı sonucu ofis, bir mahkemeyi andırıyor. Oyunda yer alan oyuncular, bazen sanık, bazen tanık, bazen de yargıç rollerine bürünüyor gibi geldi bana. Işık yönetimine nasıl karar verdiniz? Metin uyarlanırken aklınızda ışığın bu yönü ile kullanımı var mıydı, yoksa süreç içinde mi belli oldu?
Dekor haricinde de Avukat’ın sanık olma ve masumluğunu ispat etme çabası içinde olması başlı başına buna zemin hazırlıyor zaten. Hikaye boyunca onun derdi hep seyirciyle. Bir türlü ne kendisi tatmin oluyor, ne de seyirciyi tatmin edebildiğini düşünüyor. Yani olay zaten farklı vicdanların sırayla ses vermesi şeklinde ilerlediği için ifade verme hissiyatı her durumda hakim. Sahnede ortaya çıkan birçok yorum, bu hissiyatı gerçekliğe dönüştürdükten sonradan farkettiğiniz şeylerden oluşuyor. Bu da onlardan biri sanırım. Yani bunu planlamamış olsak bile, yaptığımız tartışmalar bunun sahne üzerinde defakto oluşmasını sağlamış galiba. Başlangıçta mahkeme göstergeleri gibi bir fikir yoktu.
Nerede, hangi günlerde oynuyorsunuz?
Sezon boyunca Karaköy İkinci Kat ve Kadıköy Theatron sahnesinde oynuyoruz oyunlarımızı. Bu sezon Bartleby’nin ikinci sezonu. En yakın oyun gelecek ay 12 Mart’ta Kadıköy Theatron’da olacak ve Mart ayının sonunda, günü henüz net olmamakla birlikte, İstanbul Teknik Üniversitesi Maslak Kampüsü’nde oynayacağız. Herkesi bekleriz.