Kavramı klişeleştirmek, jüridizm ve Masumiyet Karinesi

Masumiyet Karinesi, egemene, otoriteye karşı bir adli korunmadır. Tüm toplumsal normu ve dahası sosyolojiyi tarif/sınırlama aracı değil!

Abone ol

Doğan Erkan*

Yaşama ve onun bir üstyapı dolayımı olan hukuka politik bakan bizler için meseleyi tarif kolay. Lakin "hukuk çok güzel, politika pis" afyonuyla apolitizm hülyalarında sonsuz uyuyan, bir kurgusal duruşma salonunun tiradından ve atanmış bir kürsü memurunun icazetli kabulünden geçmemiş hiçbir “maddi gerçeği” hafsalası almayan bazı avukat arkadaşlara iki çift sözüm var: Masumiyet Karinesi kavramını yanlış biliyorsunuz.

Genel olarak hukuksal kavramların kökenleri, kavramlara içkin egemenlik/güç ilişki-çelişkilerini de yanlış biliyorsunuz. Tarihsel gelişim aşamalarını ve Judith Butler’in deyişiyle kavramların sürekli yeniden performe olduklarını da ne yazık ki bilmiyorsunuz. Bir sürü ekol var hukuksal normlar içeriğine dair devinime kafa yoran. Metni şişirmeyim ama, hukuksal kavramları donuklaştırmaya karşı yargısal yaratıcılık ihtiyacı öyle bir noktada ki, AİHM bile bu gerçek karşısında bir yorum ilkesi ve yorum ölçütü geliştirmiştir: “Canlı yorum” yöntemi ve “yaşayan belge” perspektifi (Leaving Instrument). Türkçesi: Her kavramı çağa, yaşama canlı uygulayın, donuklaştırmayın, öldürmeyin kavramları.

Tartışmayı sınırlayalım. Masumiyet Karinesi, egemene, otoriteye karşı bir adli korunmadır. Tüm toplumsal normu ve dahası sosyolojiyi tarif/sınırlama aracı değil!

Çok sevdiğiniz analitik hukuktan bakalım; akabinde kazai içtihata girelim:

“Anayasa, herhangi bir suç isnadı olmaksızın KAMU OTORİTELERİNCE kişilere “suçlu” muamelesi yapılmamasını düzenlemiştir. Masumiyet Karinesi ilkesi yargı organlarını ve aynı zamanda kamu gücü kullanan diğer resmi görevlileri/makamları da bağlamaktadır.” (1)

İlkenin uygulanma süjelerinin “Kamu görevlileri veya otoriteleri” olduğuna ve onlardan gelecek kamu gücü kullanımlarına karşı bir sınırlama/koruma alanına işaret ettiğine dair pek çok AİHM, AYM kararı da var. Birini bırakıyorum: Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105 ve 120-126.

Yani, yargılanan süjelerin; kamu gücü kullananların güç ve otoritesine karşı bir adli usul, bir adil korunma alanı olarak öngörülmüştür masumiyet karinesi. “Ey yargı iktidarı/siyasal iktidar, biz yurttaşlarını mahkeme kararı olmadan suçlu ilan edemezsin" demektedir ilke. Bu tarihsel kazanım kuralından, süjeleri çıkarın, mahkemeyi çıkarın, hatta adli alanının dışına, bir toplumsal alan tartışmasına gelin, kural uygulanma zeminini kaybeder. Saltık ve soyut haliyle yerli-yersiz ve içeriksiz ileri sürerseniz, mahkeme kararına dayanmayan hiçbir toplumsal, olgusal, hatta pratik tespit dahi yapmamaya davet etmiş olursunuz insanları.

Tüm yaşamı ve tüm gerçeği yalnızca duruşma salonundan geçince “veri” olarak görmek jüridizmi, bir hukuk fetişizmidir olsa olsa.

İpek Er'in intihara giderken yazdığı mektup; onun hiç kıymeti yok mu, kürsüdeki tek karar verici karşısında? Ve kürsüdeki desizyonistin kararına onca yıllık erkek egemen yargı pratiği içkinken? Yargılama şart mı dediniz, peki. Devlet "baba" öyle olayları yargılamasız, davasız, hükümsüz bırakıyor ki aklınız şaşar. Buna cezasızlık kültürü diyor bir sürü uluslararası rapor ve akademi. Siyasal dokunulmazlığının arkasında saklanıp yargısal hiçbir yaptırıma uğramayan siyasileri, iktidar bileşenlerini de yanına koyun bu toplamın. Ya, kararı çok önce egemenler tarafından verilmiş, hâkimin yalnızca sufleyi tekrar ettiği politik davalar? Sayısızdır...

Derin devleti yargılayamazsınız, yargılatamazsınız mesela, bu bir NATO taahhüdüdür zira. Bkz: son günlerde dökülen kirli çamaşırlar. E şimdi, aleni bir derin devlet üyesine, bir yargı kararında geçmiyor diye söyleyemeyecek miyiz bunu? Abdullah Çatlı, herkesçe malum bir derin devlet şefi değil midir örneğin?

Fetullah Gülen hiç yargılanamayacak belki de. Yüzbinlerce insanı kullanan ve ateşe atan bu gericiye karşı en ılımlısından “alçak” diyemeyecek miyiz, mahkeme kararı yok diye? Vahdettin hiç yargılanmadı, ama cumhuriyet tarihi bilir ki, o bir halk düşmanıdır. Pardon, mahkeme kararı yok! Bush bir savaş suçlusudur, Netanyahu da öyle. Muhtemelen UCM onları yargılamayacak. İnadına haykıracağız: Savaş suçlususunuz!

Hasılı, biz kamu otoritesi, egemen güç filan değiliz hanımlar, beyler. Sosyoloji büyüktür mahkeme salonu, gerçek büyüktür HSK’ca atanmış kürsü memuru, sosyoloji büyüktür adli düzen...

Yaşamda herhangi bir süjenin, temsil ettiği ve ifade ettiği değerler üzerinden “şerefsiz”,“şerefli” olarak nitelendirilmesinin mümkünatını duruşma salonu ölü kalıplarında aramayın. Bulamazsınız. Ha süje bu kavrama hakaret der, sözün sahibi de isnad ettiği olguyu ispat eder, meselenin bir yanı duruşma salonu tartışmasında geçer. Performatif yetenekli bir hâkim bulursanız, “gerçeğin” değil, sonuçsal müeyyidenin bir parçasını hukukta tartışabilirsiniz. Ve herkes adil yargılansın, evet, bu da başka bir şey. Ama yargılanmadı/yargılanamadı diye bizzat yaşamdan çok iyi tanıdığımız "şerefsiz"leri adıyla çağırmamıza karşı içi boş "ilke"sellik taslamayın. Hasılı MASUMİYET KARİNESİNİ ters çevirmeyin. Politik iktidar ve adli iktidardan talep edilecek bir meseleyi, Ezgi Mola’ya yüklemeyin. Ezgi kamu otoritesi degil. Yargı iktidarı hiç değil. Masumiyet karinesi de bu değil. Mesele de salt yargısal değil; bilakis, önce toplumsal ve politik. Kadınlardan öğrenin. Hatta Ezgi Mola'dan öğrenin bi'zahmet!

#EzgiMolaYalnızDeğildir!

*Ankara Barosu Toplumsal Dava ve Hukuk Araştırmaları Merkezi Başkanı

1- AYM Raportörü, Akif Yıldırım, Anayasa Mahkemesi Uygulamasında Masumiyet Karinesi