Kaybetmeyen hep kazanır mı?

Sadece yerel seçim göstergeleri açısından duruma bir bakalım: Beş yıl önceki yerel seçimde yüzde 46 oy alarak önemli büyükşehirleri tek başına almış iktidar partisinin ittifakla bile bunların ne kadarını koruyabileceği tartışılıyor. Nazlanarak girilen ittifakın şimdi daha genişlemesinin yolları aranıyor, hatta belediye meclisinde bile ortak liste ihtimali konuşuluyor.

Kemal Can kcan@gazeteduvar.com.tr

Yaklaşan yerel seçim ama daha da önemlisi iktidarın gıda enflasyonuna karşı tanzim satış hamlesi, klasikleşme istidadı gösteren bir tartışmayı tazeledi. Sosyal medyada -benim gördüğüm ilklerden- Yahya Madra’nın “Krizin sert etkisini yumuşatıcı yardım ve yeniden dağıtım politikalarını gösterişli bir şekilde uygulayarak, hem krize ilişkin sorumluluğunu unutturuyor hem de krize karşı halkı koruyor izlenimi yaratıyor” değerlendirmesiyle açtığı tartışmaya, Ruşen Çakır Medyascope’da “Erdoğan pekala kaybedebilir” başlıklı seçmen iradesinin hafife alınmaması gerektiğini söyleyen bir yayınla katıldı. Hafta boyunca hem tanzim satış hem iktidarın toplumsal desteği üzerinden tartışma genişledi. Hazır ezberler ve önyargılar da; zihin açıcı fikirler ve özeleştiriler de ortaya kondu. Klasikleşen ve diğer dünya örnekleriyle birlikte küresel bir içerik de kazanan tartışma, kolay tamamlanacağa benzemediği gibi, tatmin edici bir sonuca ulaşıp ulaşmamasından bağımsız olarak son derece geliştirici.

Temsili demokrasilerde, seçimli sistemlerde, otoriterlik-özgürlük skalasındaki yeri nasıl olursa olsun -güvenilirliği tartışmalı da olsa- siyasi destek ölçümünün yapıldığı ve veri özelliği taşıdığı rejimlerde, sonuçlar çok karmaşık siyasal-toplumsal süreçlerle oluşuyor. Gündelik değerlendirmelerde olduğu gibi, fazla iddialı analizlerde de kolayca kullanılabilen genellemeler, çoğunlukla meselenin ancak bir tarafını -bazen de son derece yanlış- anlamaya yarıyor. Toplumsal-siyasal süreçler, seçmen tavrı, oy verme davranışı bir veya birkaç parametreye bakılarak bütünüyle anlaşılamıyor. Elbette, bu tablonun ortaya çıkarttığı iktidar yapılarının arkasındaki destek de, “bundan ibaret” denilecek yalınlıkta tek bir nedene indirgenemiyor. Ayrıca, iktidarları ayakta tutan tek dinamiğin sağlanan oy desteği olmadığını ama dünyadaki popülist dalgalarda olduğu gibi Türkiye örneğinde de önemini koruduğunu belirtmeye gerek yok. Seçime en radikal eleştirileri yöneltenlerin bile “iktidarı meşrulaştırma” argümanını kullanmaya devam etmesi, en yüksek seçim yolsuzluğu iddialarının bile aslında her şeyin bambaşka olduğunu söylememesi de bu yüzden.

Kolay değişmez gibi görünen siyasi tablo için “niye böyle oluyor?” sorusunun kışkırtıcılığı kadar, tatmin edici cevap (ve aslında değiştirecek formül) bulunamamasının yıpratıcılığı da ortada. Çok anlaşılır biçimde, bu durum karşısında yaşanan tatsız hissiyata göre siyasi çıkarım üretme arzusu da, müşterisi de artıyor. Memleketin beka davasını nüfusun diğer yarısının hain olduğu varsayımına bağlayan iktidar söyleminin simetriği kolay üretiliyor: “Bu memleketin diğer yarısı aptal veya örgütlü kötü.” İktidarın yerinden oynatılamaz bir güce sahip olduğu fikri ile, asla eskimeyen “bizden adam olmaz” inanışı arasında gezinen tepkiler, bir duygu ifadesinden çok bir durum tespiti gibi işlem görebiliyor. Aynı tabana, hiçbir şeyin farkında olmayan saflık-cahillik ile her şeyin farkında olan kötücül kurnazlık atfedilebiliyor, ikisi de aynı iştahla destek görebiliyor. Duygusal tepkiselliğin siyasi sonuç üretmeme olasılığından ve kızgınlığa gerekçe bulmanın bir anlama çabası olmadığından bahsetmeye kalkanlar, “duyar kasmakla” suçlanıyor. Oysa, neden-sonuç ilişkisi açısından bir meseleyi “anlama” faaliyeti, haklı görme (onları da anlamak lazım) anlamı içermiyor. Ama “niye öyle olduğunu bilme” derdi, olana kızma rehavetine pek iyi gelmiyor.

Bu girişin ardından, “Erdoğan’ın her durumda kazanması ve seçmen desteğini sürdürmesi bir zorunluluk mu?” tartışmasına, verili durum resmini biraz daha öne çekerek katılalım. Öncelikle, “daima kazanma” diye tarif edilen şeyin -“züğürt tesellisi” sayılamayacak bir yorumla- çok doğru bir adlandırma olmadığını söylemek lazım. Erdoğan’ın başkasının kazanmasını engelleyebilmesi ve kendisini kaybetmekten koruyabilmesi, “her durumda kazanmak” olarak isimlendirilebilir mi? Mevcut durumun sürdürülmesini -iktidarda kalabilmeyi- tarif için, kazanma yerine koruma kavramı çok daha uygun. Üstelik iktidar açısından -dramatik bir kopuş görülmüyor olsa bile- oy desteği dahil pek çok parametre açısından mevcut durumun ilerletilmesi bir yana tam anlamıyla korunduğu bile çok tartışmalı. Dolayısıyla, siyasi tabloları maç sonucu gibi okumayacaksak, bu kavram tercihi bir retorik lüzumsuzluk sayılamaz. Kazanacak başka bir seçeneğin karşısına çıkamıyor olması, devam etmenin her sefer bir yolunu bulmak, kimseyi “her zaman kazanan” yapmaz.

Sadece yerel seçim göstergeleri açısından duruma bir bakalım: Beş yıl önceki yerel seçimde yüzde 46 oy alarak önemli büyükşehirleri tek başına almış iktidar partisinin ittifakla bile bunların ne kadarını koruyabileceği tartışılıyor. Nazlanarak girilen ittifakın şimdi daha genişlemesinin yolları aranıyor, hatta belediye meclisinde bile ortak liste ihtimali konuşuluyor. Genel seçim oranını tutturamamanın meşruiyet krizi yaratabileceği, rakiplerden çok stratejik ortak tarafından hatırlatılıyor. Her tür devlet zoru kullanımı, taşıma seçmen, yıldırma çabalarına rağmen, kayyımların karşısındaki siyasi direnç kırılamıyor. Kendi seçilmiş belediye başkanlarını görevden alarak yaratılmaya çalışılan “yenilenme” işinden bir fayda gelmemesi -açıklanamaz bir kara delik gibi kalması- yanında, yeni aday pişmanlıkları saklanamaz hale geliyor. Ekonomik göstergeler bütün “dengeleme” gayretlerine rağmen bir türlü hizaya girmiyor. Ucuz sebze kuyruklarından iktidar lehine yapılan “memnuniyet” konuşmaları bile, durumun rahatsızlık vericiliğinin gerilimini saklayamıyor (hatta fazlasıyla gösteriyor). Şimdilik kaybetmeyecek olsa da, buna “kazanan” tablosu demek zor.

Durumu biraz daha soğukkanlı tarif etmeye çalışınca, iktidarın karşısına onu kaybettirecek bir seçenek çıkmadığı, değişim dinamiğinin beklenen-umulan kadar güçlü hale gelmediği, kayıplarının dramatik bir hal almadığı görülüyor. Geçen haftaki yazıdan tanzim satış siyaseti üzerinden biraz tartışmaya çalıştığım gibi, iktidarın kolay savunma argümanları hala işleyebiliyor ve kaybetmesini engelleyen destek çemberi kolay çözülmüyor. Ancak karşı karşıya olunan şey, ne her durumdan fayda yaratmayı bilen olağanüstü bir siyasi zeka, ne de asla değişmeyecek, işe yaramaz bir toplumsal-siyasal vasattan ibaret. Kötü zemin, pek sıhhatli olmayan birikim ve bazı kurnazlıkların payı elbette vardır ama bunları asıl/değişmez veriler haline getirmenin fazla şey anlatmadığı çok açık. Sorunlu iktidarların karşılarına güçlü alternatifler çıkmadıkça yenilemeyecekleri fikri, etkili siyasi davranış değişikliklerini seçeneklerin tetiklediği genel olarak doğru olmakla birlikte mutlak bir hakikat değil. Çünkü her şey gibi bütün iktidarlar da, karşılarındakilerden bağımsız olarak kendi yenilgilerini de biriktiriyor. “Güçlü Türkiye” diye yola çıkıp “mermi kaç para” diye devam etmek o kadar da kolay değil.

Tüm yazılarını göster