Eğer Türkiye’de yaşıyorsanız gündem sıkıntısı olmaz diyorlar ya. Doğru söze ne denir. Ama gündem değişiyor mu? İşte sıkıntı orada. Mesela 7 sene öncenin tweetlerini değil de 7 sene öncenin manşetlerini okursak durumu daha net görebiliriz. 2012'ye döndüğümüzde, yani Olimpiyat senesine döndüğümüzde gazetelerin ilk saylarına söyle bir bakalım dilerseniz. Tarihi de tesadüfen 1 ay öncesine yani 1 Ağustos’a sardığımızda ne görsek beğenirsiniz! Olimpiyat Oyunları zamanı Fenerbahçe’nin ilk Avrupa maçına çıkıyor olması ana sayfalar için daha önemliydi. Şimdi olduğu gibi. Tek bir istisnası vardı. Hürriyet Gazetesi Spor Müdürü Mehmet Arslan, Olimpiyat Oyunları’na gitmiş ve karma alanda Usain Bolt’la fotoğraf çektirme şansını bulmuş. Ettiği iki kelamı da Hürriyet ana sayfasına taşımıştı. Buna silsileden o zaman çalıştığım ve bundan her zaman gurur duyduğum Radikal Gazetesi de nasibini alıyor tabii ki. Biz de Olimpiyat’ta bir şey değil de Fenerbahçe’nin iki sene sonra ilk kez Avrupa sahnesine çıkıyor olmasından dem vurmuşuz. Yani onursal spor müdürümüz Uğur Vardan’ın klasik söylemi ile bu kez gördüğümüzü çalmamışız. Görmek zorunda olduğumuzu çalmışız.
O gün de bugün olduğu gibi pek ‘olay’ olmamış bu durum. Zira spor sevgimiz(!) ezel ebet böyleymiş.
İşte belki de o günlerde susmasaymışsız köprünün altından geçen suyun da berraklığı bu kadar bulanıklaşmazmış. Nasıl kadın şiddetine, kadın-erkek ayrımcılığına, çocuk istismarına, din istismarına, hayvan haklarına karşı sustuysak, sporun da tepe taklak gittiğini, aslında kralın çıplak olduğunu söyleyememişiz. O zamanların gerçek spor gündemleri ile basına yansıyan gündemi karşılaştırsak bugünlerin moda Yenikapı İsraf Sergisi’ni gölgede bırakacak bir israf sergisi ortaya çıkardı. İşte o israfın zararlarını iyiden iyiye hissediyoruz artık. Daha önce de yazmıştım. Televizyonlardan spor bültenleri sessiz sedasız kaldırıldı. Çünkü bir içerik üretilmiyordu. Şimdi sıra gazetelere gelirse şaşırmayalım. Zira hâlâ hiçbirimiz ‘Kral çıplak’ diyemiyoruz. Hatta ‘padişahım çok yaşa’ diyoruz.
Sonra ne mi oluyor? Kadın Voleybol Takımı’mızın geçiş neslindeki kadrosuyla Avrupa Şampiyonası’nda finale doğru yürümesi (bu yazı teslim edildiğinde henüz yarı final maçımız başlamamıştı) öte yandan bir haber olurken PFDK’nın açıklaması ana haber oluyor. Saatlerce bunu konuşuyoruz. Ama genç oyuncuları başka bir seviyeye çıkarmayı başaran, yıldızı az kaptanı sağlam, teknik heyeti dünyanın en iyisi olan kadın voleybol takımımızın inanılmaz başarasının bir analizini okumak/dinlemek mümkün olmuyor.
Ya da bir önceki yazıda belirttiğim gibi, Dünya Kupası’na gittiğini bile duyamadığımız, buna karşın basketbol tarihimizin en büyük başarısını almaya bir serbest atış kadar uzaktan bakan, yine bir geçiş dönemi takımı olan erkek basketbol takımımızın nasıl bir psikolojide olduğuna dair bir değerlendirme de bulamıyoruz.
Dünya Şampiyonası sezonunda Ramil Guliyev’in performansını görebildiniz mi mesela? Ya da tüm hazırlıklarını Olimpiyat Oyunları’na göre ayarlayan diğer kota sahibi sporcularımız ne yapıyorlar dersiniz? Özkan Baltacı mesela neden Ankara’da çalışmalarını sürdürecek? Viktoria Zeynep Güneş’in bu kez Olimpiyat katılımcısı olmaktan öteye gitmesi için çalışmalarını hangi döne doğru çevirmesi lazım? Veya nasıl çalışıyor? Bunları hiç bilmiyoruz, konuşmuyoruz da.
Yerel değerlerin haber olmadığı yerde ne Amerika Açık Tenis Turnuvası’ndan bahsediyorum ne Nadal efsanesinden ne de Serena Williams’ın imkansızı nasıl gerçeğe dönüştürdüğünden.
Zaten bütün bunlar olsa bile ne olacak. Erkek futbol milli takımımızın Andorra ile oynadığı (bu yazı yazıldığında henüz bu karşılaşma da başlamamıştı) maçtan daha önemli ne olabilir ki? Futboldaki nefretimizden, futboldaki anlamsız tartışmalarımızdan kurtulup da nefes alamıyoruz ki. Su kirli, bulanıklığına o kadar alışmışız ki kirli olduğunu göremiyoruz bile. Ne futbola hayrımız var ne diğer branşlara. Susuyoruz. Ama artık gerçekten de ‘Susamam’ demek lazım. Bağrışmak değil, konuşmak ama her yönüyle konuşmak gerekiyor. Yoksa kayboluyoruz ve işin acısı bunun farkında bile olamıyoruz.