'Kayıp Adımlar' sahneleniyor: 'Aradıkların istasyonlardadır'
Denise Bonal'ın yazdığı ve Zeynep Özden yönetmenliğinde sahneye taşınan 'Kayıp Adımlar', ana karakterin istasyon olduğunu vurgularcasına Alan Kadıköy’ü bir gösterim alanına dönüştürüyor.
Esra Dicle
'Kayıp Adımlar' (Les Pes Perdus), Cezayir doğumlu Fransız aktrist ve oyun yazarı Denise Bonal’ın 1997’de kaleme aldığı, büyük bir şehrin tren istasyonunun geniş avlusunda yaşanan küçük kavuşma ve ayrılış anlarına dair çeşitlemelerin dramatik bir yapıya yaslanmadan, bir nevi kolaj estetiğiyle sergilendiği bir oyun. 2004 yılında Molière Ödülleri'nde Yaşayan En İyi Fransızca Oyun Yazarı Ödülü'nü alan Denise Bonal’ın Türkiye’de ilk defa bir oyunu sahneleniyor. Hatta oyunları pek çok dile çevrilen yazarın metinleri de henüz Türkçeye aktarılmadı. Oysa savaş, yıkım, göç, aile, şiddet, ölüm, aşk gibi konularla hem çağa ait hem çağlar-üstü meseleleri şiirsel bir estetik ve eleştirel, hatta zaman zaman cüretkar bir bakışla ören oyunlarının bu coğrafyada da duyulması gereken sözleri var.
'Kayıp Adımlar', Efe Eğilmez, Bilge Çınar, Elif Sözer, Zeynep Özden’in uyarlamasıyla 23 Kasım’da Alan Kadıköy’de prömiyer yaptı. Zeynep Özden’in yönetmenliğindeki oyun, ana karakterin istasyon olduğunu vurgularcasına Alan Kadıköy’ü bütünüyle bir istasyon gibi tahayyül ederek gösterim alanına dönüştürüyor. Böylece mekana adım attığında fuaye alanına, merdiven basamaklarına, katlara yayılan ön oyunla karşılaşan, mekan içinde oyuncuların, sesin ve ışığın hareketini takip ederek dolaşan seyircinin fiziksel, düşünsel ve duygusal olarak mekanı bütünüyle kavraması ve deneyimlemesi sağlanıyor.
Oyuncuların yönlendirmesiyle seyirciler sahne alanına ilk defa, sahnenin yukarıdan, dört yandan panoramik bir bakışla görülmesini sağlayan en üst kattan dahil oluyor. Seyirciyle sahne arasında kurulan klasik-yatay bakış ilişkisini bozan bu yerleşim ve yapılandırılan yeni görme biçimi, seyirciye hem büyük bir istasyonun avlusundaki akışa bütün detaylarıyla hakim olma hem de bu akışın bir parçası olma imkanı veriyor. Oyun sahne üzerinde devam ederken, bir süre sonra seyircilerin alt kata alınması ve meydan sahneye benzer şekilde sahnenin iki tarafında konumlandırılan koltukların açılmasıyla seyircinin bu alana yerleştirilmesi sonrası klasik seyir etkinliği başlıyor. Koltukların açılmasıyla gösterim alanı epey daralsa da hem seyircinin ilk ilişki kurduğu mekansal kavrayışın zihinsel olarak devam etmesi hem de oyunun bu defa üst katı da içerecek şekilde yayılması, ilk başta oluşan genişlik hissini canlı tutuyor ve oyuncuların sahnedeki hareket özgürlüğünü korumuş, sahne giriş-çıkışlarındaki trafiği de sıkışıklık yaratmadan düzenlemiş oluyor. Dolayısıyla oyunun hemen başında hem gösterim mekanının hem de seyirci kaynağının imkanlarından işlevsel ve yaratıcı bir şekilde kullanıldığını söylemek gerekiyor.
OYUN YAŞAMI BİR EŞİK-MEKAN VE ASKIDA-ZAMAN HALİ İÇİNDE KAVRIYOR
Peki, bir ülke, hatta dünya ve -neden olmasın- bir hayat metaforu olarak yorumlayabileceğimiz bu istasyon nasıl bir yer? Gösterim alanını tamamen kuşatan ve karanlığın içinde kesik, sarı, ince çizgiler yaratan ışıklarla tren seferlerine dair bilgilerin aktığı geniş ekranın parlak, şiddetli ışıklarının, zamanı durmadan dayatan anonslar ve görkemli duvar saatiyle zamanın katılığını inatla büken hikayelerin ve rüyaların, türkülerle rap şarkılarının, pop şarkılarıyla Çingene müziklerinin, Arapçayla Fransızcanın, Kürtçeyle işaret dilinin, gündelik konuşmalarla şiirsel derinliğin, klasik gerçekçi oyunculuk biçimiyle fiziksel hareket-jest sekanslarının, melodramla absürdün, bireysel olanla politik olanın, aşkın ve ölümün yan yana olduğu büyülü-gerçekçi bir mekan tren istasyonu. Hem gerçeklikten hızını alan hem de onu askıya alan bir aralık, bir eşik mekan. Ayrıldığımız veya varacağımız yer asıl olarak meşgul eder zihnimizi, her ikisinde de olmadığımız bir ara-mekanı çok zaman idrak etmeyiz. Oyunsa, bir eşik-mekan ve askıda-zaman hali içinde kavrıyor tüm yaşamı. Belli ki bir insandan, bir coğrafyadan, bir duygudan ayrılma halleriyle, göç etmekle, kalıcı-geçici yersiz yurtsuzlukla ilgileniyor. Aslında bu ilgi dramatik olarak da kuvvetli çünkü insanı o eşik-mekan deneyiminde, yani en savunmasız, yaralanıp berelenmeye en açık anında kavrıyor ve bunu en iyi araştırabileceği yerlerden biri olan ayrılık-göç mekanlarından birisine, tren istasyonuna bakıyor.
Burada kadraja giren insanlar ve hikayeler parçalı, dağınık, kesintili, derinlikli, komik, trajik, umutlu, yıkıcı... Hayat gibi. İstasyondan öylece iki büklüm geçip giden hamallar, istasyonu evi bellemiş berduşlar, temizlikçiler, çalışmak ya da okumak için, aşkı için, sorularına cevap bulmak için, hayatta kalabilmek için umutla, korkuyla, sancıyla, heyecanla gidenler, endişeyle, rahatlıkla, yılgınlıkla, inatla geri gelenler. Bir yandan bireysel ve gündelik görünen (bazen gerçekten öyle olan) ama diğer yandan kendi hikayeleriyle savaş, göç, yoksulluk, şiddet gibi toplumsal-politik bağlamları oyuna taşıyan bir insan kalabalığı. Her şeyden önce istasyon bir kamusal alan; kolluk kuvvetlerinin alanı denetleme ve ehlileştirme girişimlerine karşı oyun bu kamusal alanı mümkün olduğunca geniş bir temsil alanına çeviriyor. Diller, melodiler, fikirler, duygular yan yana duruyor, duyulabiliyor, bazen de üst üste biniyor ve kakafoni içinde kayboluyor. Birbirine paralel akan, teğet geçen, kısa bir an içinde kesişen hikayeler bazen bir silüet gibi gelip geçiyor fakat temizlikçiler gibi, yüzünü hiç hatırlayamadığı annesinin fotoğrafının peşine düşen genç adam gibi, yaşlı kadın ve berduşlar gibi derinleşerek açılan anlatılar da oyunun taşıyıcı kolonları oluyor. Fakat oyunun zaten katılaşıp ağırlaşmak gibi bir niyeti yok, Elif Sözer’in tasarladığı, oyunun temposunu belirleyen, hikayelerin duygusunu vurgulayan, rüya-gerçek düzlemlerine katılan koreografilerle birlikte danslar, şarkılar, patlamalar, silah sesleri, günlük konuşmalar, şiirsel-lirik monologlarla (zaman zaman Çehovvari demek istiyorum, bence diyebilirim) oyun sürekli parçalanıp, çoğalıp, yaprak yaprak uçuşuyor.
OYUNUN DENGELİ BİR KADROSU VAR
Estetik olarak böylesi çoğul-parçalı bir yapı ister istemez oyuncudan da çok yönlü bir performans talep ediyor. İstasyonun bütün kalabalığı Ayşe Tunaboylu, Başak Meşe, Basma Seiba, Berfin Ertan, Bilge Çınar, Bucan Ekin Şimşek, Gökçe Burcu Zümrüt, Mehmet Okuroğlu, Onur Camcı, Sedat Can Güvenç, Serpil Göral, Ulaş Akşit, Ali Mir Zercek, Muhammet Emin Usta, Tuğçe Semiz’den oluşan 15 kişilik bir oyuncu kadrosuyla sahneleniyor. Oyunun deneyimli ve genç oyuncuların bir aradalığıyla oluşturulmuş dengeli bir kadrosu var. Oyuncuların birden fazla role, üstelik hızla girip çıkmak, hem oyun akışında hem de fiziksel hareket sekanslarında birbirleriyle uyumu ve tempoyu yakalamak konusundaki hakimiyetleri fark ediliyor. Birlikte oynama alışkanlığı arttıkça aralarındaki örgü daha sıkı dokunmuş hale gelecektir elbette.
Zeynep Özden’in rejisi, Denise Bonal’ın metninde var ettiği evreni tüm estetik ve politik veçheleriyle kavrayarak bugünde ve bu coğrafyada yeniden kurarken, metinle yaratıcı, yorumlayıcı bir ilişki tesis ediyor. Çoğu insanın yaşadığı coğrafya ile ilişkisinin istikrarsızlaştığı, ayağını bastığı somut-soyut zeminin kayganlaştığı, hep bir zorunluluğun baskısında, gidemediği için kaldığı, kalamadığı için gittiği bir dönemde çok farklı biçimlerde yaşanan tekil deneyimleri şiirsel ve politik bir estetikle kavrıyor. Hayatın her anında çınlayan merkezi, monologic, şiddet dilinin karşısına kimliklerin, dillerin, seslerin, duyguların, imkânların çoğulluğunu içeren dialogic bir temsil alanı kuruyor. Oyun 'Demiryolu Hikayecileri' ile Oğuz Atay’a selam gönderiyor biterken, ben selamı Nâzım’a da iletiyorum:
“aradıkların odanda değil dışarıdadır
kamyonlar taşıyor aradıklarını
vinçler kaldırıyor beton bloklarıyla
aradıkların ağaçlarındadır Leningrad caddesinin
ve metroların eskalatörlerinde
aradıkların istasyonlardadır, ayrılıklarla kavuşmalarda”
Kayıp Adımlar
Yazan: Denise Bonal
Çeviren: Damla Kellecioğlu
Yöneten: Zeynep Özden
Uyarlama: Bilge Çınar, Efe Eğilmez, Elif Sözer, Zeynep Özden
Dramaturgi – Hareket Tasarımı: Elif Sözer
Dekor: Deniz Saip
Kostüm: Eylül Candoğan
Işık: Yasin Gültepe
Müzik: Emil Tan Erten
Ses Tasarımı: Ozan Yılmaz
Video Tasarımı: Haluk Miraç Aykın
Yönetmen Yardımcısı: Bilge Çınar
Asistanlar: Tuğçe Semiz, Muhammet Emin Usta
Oynayanlar: Ayşe Tunaboylu, Başak Meşe, Basma Seiba, Berfin Ertan, Bilge Çınar, Bucan Ekin Şimşek, Gökçe Burcu Zümrüt, Mehmet Okuroğlu, Onur Camcı, Sedat Can Güvenç, Serpil Göral, Ulaş Akşit, Ali Mir Zercek, Muhammet Emin Usta, Tuğçe Semiz