Kayyım, doğa ve geleceğimiz
Bütün ekosistem sorunu olsa da, özelde Türkiye’de rejim, bu coğrafya halklarına karşı, yine bu coğrafyada yaşayan tüm canlılara karşı suç işlemektedir. Toplumsal meşruiyet ile sorunlu hale gelmiş bu rejimin hepimizin geleceği ve sağlığı açısından tarihin hakkettiği yerine gönderilmesi elzemdir.
Eşref Avcı
Baştan söyleyelim, seçimli sistemin temel gerekçesi devlet erkinin egemen sınıflar arasındaki çıkar çatışmalarının savaşa dönüşümünü engellemektir. Bu burjuvazinin tarihsel kazanımlarından biridir. Seçimler, genel oy hakkının kabulü ile toplumsal meşruiyetin oluşturulmasının temel araçlarından biridir aynı zamanda. Toplumsal meşruiyetin bu şekildeki tezahürü bugünkü kapitalist dünyanın alametifarikasıdır.
Eğer bu konsensüsün dışına çeşitli saiklerle çıkılıyorsa kabul edilmelidir ki, egemen sınıf diktatöryel bir durumu tercih etmiş ve çatışmayı önlemek yerine savaşı tercih etmiş demektir. Kayyım anlayışı bu anlamda toplumsal yarılmayı devlet olanakları ile iç savaşa yönlendirmek demektir. Bu savaşın kimlerin arasında olacağından daha çok savaşı tercih etmek sorunun birinci yanıdır. Savaş neden tercih edilir; mevcut durum egemen sınıfın hâkim kliğinin; ekonomik, siyasal ve ideolojik krizin doruğunda olduğunu göstermektedir. Krizin içeride ve dışarıdaki çeşitli yansımaları herkesin malumu; yolsuzluk, yoksulluk, Kürt sorunun çözümsüzlüğü, Suriye iç savaşı başta olmak üzere neredeyse ilişkili olduğu bütün devletlerle sorun üretme kapasitesinin artması, eğitimden, sağlıktan kamu hakkından yararlanmaya kadar, işkenceden hak ihlallerine, yargının egemen sınıfın basit bir aparatı durumuna indirgenmesine kadar bütün toplumsal parametreler egemen sınıfın içerisinde bulunduğu durumu net bir biçimde gösteriyor.
Eğer burjuvazi seçimli sistemi eski rejimin tasfiyesinin önemli uğrağı olarak bulduysa onu elbette kendi gereksinimleri için uygulamaya koymuştur/koyacaktır. Kendi sınıfsal çıkarları sıkıntıya girdiğinde onu gereksiz hale getirmesi de yine sınıfsal varlığının gereğidir. Bugün olan tam da budur. Ancak şu durumu aklımızdan çıkarmadan; egemen sınıflar tüm bunları yaparken toplumun taleplerini dikkate almaksızın seçimi ortadan kaldıramaz. Çünkü seçim sömürünün, yolsuzluğun, güç devşirmenin, klieantalist ilişkilerin gereğidir. Bu durumda yapılması gereken kendi sınıf çıkarlarını herkesin çıkarı imiş gibi sunabilme kapasitesidir. Bu kapasite aşınırsa yapacağı tek şey, savaşın olanaklarını zorlayıp yeni bir rejim olan diktatörlüğün önünü açmaktır.
Bugün rejim açısından bahsi geçen “herkesin çıkarı” illüzyonunun artık geçerliliğini yitirdiğini görmüştür. Bu elbette yeni bir durum değil, milat olarak 7 Haziran 2015 söylenebilir. Ancak yeni olan 2015 sonrası yaşanan sürecin bütünlüklü olarak bütün toplumsal muhalefetin savaş olanakları ile yok edilmesidir. Rejim gün saymıyor elbette, ancak savaşın yarattığı bütün çoklu olanakları sonuna kadar kullanma çabasındadır. Satın alabileceğini almış alamayacağını tasfiye etmeye çalışmaktadır.
Toplumsal sorunların çözümünün olanaksız hale getirildiği bu genel tablo ile kayyım anlayışı belki özelde Kürt illerinde ortaya çıkıyor olsa da, Türkiye genelinin bu durumdan azade olmadığını da gösterir. Kayyım anlayışı sömürgeci statünün kabul edilmesidir. F. Fanon “sömürgeci, sömürge" halkından bahsederken "zoolojik" terimler kullanır. Daha dün egemen sınıfa ait bir “güvensizlik uzmanı ”zatın, Kürt halkı için söyledikleri tam da, Fanon’un söylediklerini onaylar nitelikte idi. Seçmen iradesini kendileri ipotek altına alınca sorun yok, ancak seçmen kendi bilinçli politik tercihini yaptığında “iradesiz” bir varlık derekesine düşürülüyor.
Evet, ortada Kürt halkı özelinde toplumun tümüne dayatılan bir savaş çağrısı söz konusudur. Bu savaş siyasal niteliklerinden arındırmış ve tüm toplumsal grupların çıkarına olmayan sadece rejimi temsil edenlerin koltuklarını bir süre daha uzatmanın gerekçesi olacaktır. Tüm toplumu cenderesine alan bu savaş tutumunun karşısında konumlanmak elzemdir. AKP cenahının türlü saiklerle aşamadığı ve kendi yarattığı krizler toplamı gelip kendi içindeki aşınma ile bu sonuca zorunlu olarak evrilmiştir.
MHP ile olan zorunlu birlikteliği, kendi içerisinde çıkma potansiyeli taşıyan yeni parti oluşumları onu tam bir çıkmazın içerisine sokmuştur. Bu çıkmazın çözüm adresi Kürtler değildir, Kürt halkının politik niteliği bu duruma izin vermeyecektir. Bundan daha çoğu belirleyici olacaktır.
CHP’nin bu duruma karşı göstereceği tepkinin yerindeliği toplumsal muhalefet açsından önemli olsa da, konu devlet olduğunda CHP devlet partisi olduğunu her durumda gösterecektir. HDP milletvekillerinin tutuklanmasını gerekçelendiren, onaylayan tutum bir sonraki aşamada kendi milletvekillerine geldiğinde “adalet yürüyüşü” ile cevap verilmişti. Ancak toplumsal muhalefet ve özelde Kürtler ile olan birliktelik kendi ideolojik pozisyonunu zedeleyeceğini anladığında “adalet kurultayı” ile yürüyüşü durdurmuş ve aslına dönmüştür. Bu anlamda CHP içerisindeki muhalif kitle potansiyelinin CHP’nin ruhunun üzerine çıkarılması elzemdir. İstanbul seçimlerindeki pozisyon CHP’nin değil, CHP kitlesinin CHP yönetimine rağmen elde ettiği başarıdır. Bu başarılı tutum HDP’nin savaş politikalarını boşa çıkaracağı önemli eşiktir.
Sermaye birikim rejiminin inşaat sektörü üzerinden tüketildiği, yerine ormanların talan edildiği her gün yeni orman yangınlarına bir yenisinin eklendiği, yerin altında olan altının bilimum madenin bu sermaye rejimini bir nebze kurtarma potansiyeli olsa da, hepimizin geleceğini yok ettiği görülmesi gereken gerçekliktir.
Rejim tarafından yaratılan “iklim terörünün” bugün her şeyden daha çok sorun edilmesi gereken temel siyasal formlardan biri olduğu, mevsim dengelerinin değişmesinden değil, daha çok yaşam alanlarımızın tüm canlılar ile birlikte yok edildiği gerçeği, siyasal momentin çıkış noktasını önümüze koymaktadır. Kaz dağları üzerinde yaratılan dayanışma savaş politikaları ile birlikte ekosistemi de rejimin elinden kurtaracaktır.
Bütün ekosistem sorunu olsa da, özelde Türkiye’de rejim, bu coğrafya halklarına karşı, yine bu coğrafyada yaşayan tüm canlılara karşı suç işlemektedir. Toplumsal meşruiyet ile sorunlu hale gelmiş bu rejimin hepimizin geleceği ve sağlığı açısından tarihin hakkettiği yerine gönderilmesi elzemdir.