Başlarken öncelikle Yıldız Kenter’i rahmetle anmak isterim.
“Tiyatro insanları birbirine yaklaştırır.” Çerçeveletip duvara
asılası bu özlü sözün sahibi Yıldız Kenter’e ne çok şey
borçlanmıştık, o yaşarken. Şimdi ölümüyle bile yeniden borçlanmaya
devam ediyoruz. Usta sanatçıya son vedayla yakınlaştı adeta tüm
kesimler. Dünyadan göçüp giderken tiyatro sanatının ülkemizde
tecessüm etmiş hali sayılan sanatçılardan birisi, Yıldız Kenter’e
vedada yakınlaştık birbirimize. Borçlanmaların en güzeli, uzun
soluklusu, sonsuz olanı hatta sanatın ölümsüzlüğü gibi sonsuzca
borçlanmaya devam edeceğiz. Tüm sanatçılarla birlikte Yıldız
Kenter’e de rahmet ve minnetle sureta veda edelim. Çünkü sanatıyla
aramızda kalacak şahsiyetlerden o.
Kıymetli şahsiyetlerin ölümü etrafında yaşanan birliktelik
demokrasinin güçlenmesine hizmet edebilir, normal şartlarda. Ancak
artık normalimiz sayılacak denli siyasal düzleme yerleşen
kutuplaşma nedeniyle kalıcı olmuyor maalesef yakınlaşmalarımız.
Demokrasi zafiyetimizden yazarken elim titriyor, dilim kolay
varmıyor ama artık zafiyet kelimesi demokrasinin içine düştüğü hali
anlatmakta yetersiz kalan cılız sıfatlardan birisi oldu. Bu
satırları okuyanlar arasında “Demokrasi mi kaldı ki?”
soru-yargısıyla karşılık verecek olanlar çoktur sanırım.
Bilmiyorum. Bildiğimi sandığım tek şey başımıza gelen ve gelecek
her durumun bizim çabamızla ilintili olduğu. Örneğin HDP’li
belediyelere vali ve kaymakamların kayyım olarak atanmasına onay
veya itiraz yönündeki tavrımızla öyle yakından ilişkili ki
demokrasinin geleceği. Ve Saruhan Oluç Meclis Televizyonu'nda
yayınlanan basın toplantısındaki sözleriyle öyle haklı ki: Ya
atanmışlar rejiminden yana olacaksınız ya Kürt halkının seçme
seçilme hakkını savunacaksınız.
Hak ihlalleri zulüm ve zulmün karşısındaki tavır ya-ya da
karşıtlığına kilitli. Bir ara formül, bir üçüncü yol yok. Hak
ihlalinin, zulmün yanında veya karşısında olunur. Demokrasimizin
geleceği de bu yöndeki çabamıza bağlı.
24 kayyım, 36 gözaltı, 14 tutuklama, 16 Kasım itibariyle HDP’li
seçilmişlerin hak gasbı bilançosu. Seçmenin iradesine ipotek
koymanın yanı sıra yerel yönetimlerde çok düşük olan kadın
temsiliyetinin de darbe alışı. Zira HDP’li yerel yönetici, seçilmiş
kadınlar, yerel siyasette kadın varlığını yükselten kişilerdi de
aynı zamanda. Seçilmişlerin hakkı gasp edilerek atanmışların
güçlendirilmesine ilişkin “Mardin modeli” ifadesinin yer aldığı
İçişleri Bakanlığı teftiş raporu, kayyım politikasının Kürt
meselesi olmadığını göstermeye yeter. Belediye meclislerinin
seçimle teşkil edilmesi ancak merkezden atanan bürokratların, vali
ve kaymakamların aynı zamanda yerel yönetimlerin başı olmasına
dayalı bir model Kürt meselesi değil, demokratik sorun. Pek de
katılmadığım bir görüş varsa o da “düşman hukuku” uygulandığı
yönündeki sözler. Bana kalırsa bu yaşananlar Kürtlere yönelik bir
düşman hukuku olmanın ötesinde yeni bir yerel yönetim şemasının
pilot bölge uygulaması. Dikkat edilirse bugünkü sistemde
atanmışlardan oluşan hükümet yapısıyla çok örtüşen bir yönetim
planından söz edildiği anlaşılır. Pek sevilen coğrafi isimlerle
söylersek Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde gerçekleştirilen
kayyım atama yönteminin bir pilot bölge uygulaması mahiyetinde,
test niteliğinde gerçekleştirildiğini düşünüyorum.
Sadece Kürt halkına yapıldığı için itiraz etme gerekliliği açık
kuşkusuz. Aynı zamanda Kürtlerle sınırlı kalmayacak bir pilot
uygulama olduğunu anlamak için, yeni hükümet sistemiyle örtüştüğünü
görmek yeter. İlaveten son yerel seçimlerde iktidarın yaşadığı
hayal kırıklığını hatırlayalım. Benzer bir hayal kırıklığını tekrar
yaşamamak için iktidar, yerel yönetici seçim usulüne son vermek
isterse buna hayret edecek kimse çıkmaz sanırım. Artık hemen hemen
hiçbir şeye şaşıramaz hale geldiğimiz için reflekslerimiz
köreliyor. Görünüşte kutuplaşmış siyaset, Kürt karşıtlığında
ortaklaşabildiği için terör bahanesiyle hak gasbı kolayca
gerçekleştiriliyor. Kürtlerin seçme ve seçilme hakkının gasp
edilmesini terör suçlamasıyla gerçekleştiren iktidar yarın örneğin
İç Anadolu Bölgesi için başka bahane üretebilir. Kamu güvenliği
öncelikli yönetim anlayışının, hak ihlallerini meşru gören hukuk
yoksunu toplum idrakini kolayca ikna edecek bahaneler üretme
ihtimali çok yüksek.
Yerel yöneticilerin merkezi hükümetin memuru olduğu, merkezi
hükümetin muhalefeti, medyayı, anayasal kurumları, iş dünyasını,
sivil yapıları kontrol altında tuttuğu bir ortama verilecek tek
isim parti devleti olur. Erdoğan her seçim dönemi eleştiri şeklinde
olsa bile o kadar sık telaffuz ediyor ki 1930 ve 40’ları, bir nevi
öykünme, imrenme, heves etme olduğunu düşünebiliriz. Tek adam
rejiminin ülkedeki tek seçilmiş yöneticiyle ürkütücü uyumu, gözden
kaçacak gibi değil. Cumhuriyetin yüzüncü yılını yeniden bir parti
devleti, yeniden Baas modeliyle idrak etme ihtimali, bugünden
birkaç yıl sonrasına bakıldığında pek uzak görünmüyor maalesef.
Bugün Kürtlerin seçme seçilme haklarına sahip çıkmazsak yarın
hiçbirimiz seçme seçilme hakkımızı koruma fırsatı bulamayız.