Bir kafede oturuyorsunuz. Oraya birden zırhlı araçlar, üniformalı-üniformasız onlarca polis ve asker yığılırsa sakın şaşırmayın. Bilin ki kayyımın canı çay kahve çekmiştir. Etraftaki masalarda her tarafından kablolar sarkan kişiler birikir. O sırada diyelim ki Ortaçağ resminde gölge hakkında konuşuyorsunuz. Mümkünse sohbeti “Diriliş Ertuğrul”a bağlayın, çünkü kesinlikle şifreli konuştuğunuzu düşünürler. Yok seyretmiyorum derseniz yardımcı olayım. Bu konuda uzman sayılırım, bir bölümün yarısını izledim.
Mesele çok değişmiş. Eskiden dizi ve filmlerdeki Osmanlı ve Selçuklu uluları nur yüzlü kimseler olurdu. Sinir bozucu bir yavaşlıkla konuşurlardı. Diyelim ki küffar üzerine yürünecek; yirmi çeri, sekiz at, iki davul, bir kös ve dört sancakla iş biterdi. Hatta savaşa ne gerek var, nereye gidilse “gönül fethi” olurdu zaten. Canım ponçik tasavvuf yaw! Gerçi din savaşlarının en büyük kısmı aynı dine inananlar arasında yaşandı, ama belli ki tarih ruh haline göre okunan bir şey. Yeni yorumda öyle gönül filan yok, boyun eğdirme var.
İzlediğim kısımda küffar hâlâ küffardı ama içeride de bir ton iç düşman vardı. O yavaş konuşan kahramanlar Ozzy Osbourne konserine girecekmiş gibi gergin. Eskiden figüran ya da oyunculardan hangisi tahta kılıcını öbürünün kolunun altından geçirirse o kazanmış sayılırdı, beriki de kendini yere bırakırdı. Sokakta aynısını yapabiliyorduk. Hatta eskiden savaşların birbirinin kalbini kırmadan gerçekleştiğini düşünürdük! Ama şimdi birbirlerini lime lime ediyorlar. Naralar, çığlıklar, çın çın öten kılıçlar, DAİŞ videoları gibi “sofistike” öldürme sahneleri filan.
Bu kadar dizi sosyolojisi yeterli, haydi biraz dilbilim. Başlıkta “kayyım” sözcüğü var ama aslında böyle bir sözcük yok. Kaf, ye, vav ve mim’le yazılan “Kayyûm”, Allah’ın 99 adından biri. Kaf, ye ve mim’le yazılan “kayyum” ise cami hademesi veya mütevelli demek. Durduk yerde “kayyım” sözcüğü uyduruldu, herhalde karışmasın diye. Yine de bizim kayyımlar yarı tanrı maşallah. Denetleyen yok, soran soruşturan yok. Başlarken “Belediye Başkan Vekili” sıfatını kullanırlardı, şimdi “Belediye Başkanı” diyorlar kendilerine. Biz seçmedik ama olsun! Başkan görevden alınınca yeni başkanı belediye meclisi seçer diyor kanun ama, ne kanunu canım şimdi?
Tek parti AKP’sinin kayyımları tek parti CHP’sinin kayyımlarının hık demiş burnundan düşmüşü. AKP kayyımları da CHP kayyımları gibi hem belediye başkanı hem de kaymakam-vali. Gerçi CHP’ninkiler aynı zamanda kumandandı ama AKP kayyımları da süper mücahit ona bakarsan. Küçük bir fark var; CHP kayyımları Öztürkçeci idi, AKP kayyımları Osmanlıcacı.
Bu sefer tepemizdeki solcu kayyımlar celallenecek ama mesele sınıfsal mınıfsal değil, halis muhlis ulusal. Taşeron işçisinden burjuvasına kadarki bütün Kürtleri dışlayan bir sistem bu. Bütün Kürtçe harfler söküldü, bütün sosyal kurumlar kapatıldı, yardım derneklerinin kapısı mühürlendi, eski yönetimlerin döktükleri asfaltın üstüne asfalt, yaptıkları kaldırımın üstüne kaldırım, diktikleri ağacın köküne ağaç dikildi. Her taraf demir, zırh, namlu, kale, karakol, kule, flama, duvar ve kimliklere bakan gözlerle dolduruldu.
Bu re-colonization (yeniden sömürgeleştirme), dünyadaki ilk örneklere geri götürüyor bizi. Hatırlayalım, New York’un ilk adı New Amsterdam’dı. Muhrec akademisyenim malum, bilimsel olsun diye Hollandacasını da yazayım: “Nieuw Amsterdam.” Eh artık işbirlikçi Kürtlere Cizre’nin adını Yeni Yozgat diye değiştirmelerini önermeli, zira pek gelenekçiler ve bu işin geleneği de böyle.
Bu fetih aşkı yöresel bir damga da taşıyor. Mesela Silvan’da horoz anıtıyla karşılaşırsan sakın şaşırma, Denizli diyarından bir peyzaj mühendisi memleketini özlemiştir. Bitlis’te Nasrettin Hoca heykeli demek, kayyım Akşehirli demektir. Derik’te olduğunu unutma, ama çöpünü üstünde Bayburt Belediyesi yazan bir araç alacak. Bu yeniden fethe Düzceli zabıtalar, Manisalı daire başkanları, Giresunlu kaldırım mühendisleri ve Çorumlu veznedarlar da birer nefer olarak katılıyor. Sanırsın ki Denizli Silvan’ı işgal etmiş, Akşehir de Bitlis’i. Kepçeler, damperli kamyonlar ve vidanjörler de fetihteki kutsal yerlerini almış durumdalar.
Bu hizmet aşkının “sosyal” tarafları da var tabii, kafeye gitmek gibi. Eh halk arasına çıkınca dengbêj dinlemek de iyi olur. Yalnız Kürt halk edebiyatı neredeyse tümüyle devlet karşıtıdır. Dengbêj ezgilerinin önemli bir kısmı “kilamên şeran” (dövüş ezgileri) türündedir ve bir tanesini bilimsel bir gayeyle Türkçeye çevireyim desen papyon takmış şapşik halin gözetilse dahi 24 yılla zor kurtarırsın.
İyi bir vatandaş olarak “efendi”me söylemem lazım: Bundan kelli dengbêjlere “kilamên şeran okuma, aşk meşk şarkıları oku” deyiniz. O dengbêj etrafınızdaki o kalabalıktan korktuğu için değil, hiç anlayamayacağınız bir konuk ağırlama kültürüne sahip olduğu için isteğinizi kırmayacaktır. Ama soğuk füzyondan bile bahsetse kullandığı dil, dünyanın en politik dili olacaktır.