İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atanması gibi, yüzyıldır ortaya çıkmamış bir ihtimal son birkaç gündür her an gerçekleşebilecek bir olasılığa dönüşmüş durumda. CHP ve İYİ Parti'den yapılan açıklamalar ile basında yer alan iddialar, siyasi iktidarın önünde yalnızca bir senaryo üretme engeli kaldığını, bunu da sağlaması halinde kayyum atanmasının sıradan bir tedbir olarak devreye konulacağını gösteriyor.
İBB başkanı Ekrem İmamoğlu'nun geçici olarak görevden alınmasının gündeme gelmiş olması dahi 40 yıldır yürürlükte olan 1982 Anayasası'nın temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması bakımından ne ölçüde imkân/zemin hazırlayabildiğini veya bu yönde potansiyeller barındırdığını bir kez daha, acı şekilde göstermiş oldu. Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki tahakkümünü çok basit bir soruşturmayla mümkün kılan Anayasa'nın 127. maddesi ile bu madde doğrultusunda düzenlenen Belediye Kanunu'nun 47. maddesinin bu defa İmamoğlu'na karşı bir araç olarak kullanılması gündemde. Yıllardır hukuki olmayan delillerle yürütülen siyasi soruşturma ve kovuşturmalar bahane edilerek HDP belediyelerine el koymak için kullanılan bu maddelerin hedefi öyle görünüyor ki bundan sonra CHP belediyeleri olacak. Zira hükümetin "İstanbul'u kazanan Türkiye'yi kazanır" mantığı doğrultusunda birer birer diğer belediyelere de yönelmesini engelleyen herhangi bir unsur bulunmayacak.
40 YILDIR DERT EDİLMEYEN MADDELER
Bilindiği gibi İçişleri Bakanı, Anayasa'nın 127. maddesi doğrultusunda "görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar görevinden uzaklaştırabilir." Belediye Kanunu'nun "Görevden uzaklaştırma" başlıklı 47. maddesi de Anayasa maddesinin bir tekrarı şeklinde düzenlenmiştir. Ek olarak görevden uzaklaştırma kararının iki ayda bir gözden geçirileceği, devamında kamu yararı bulunmayan bu kararın kaldırılacağı belirtilmiştir.
Ancak İçişleri Bakanı'na, dolayısıyla hükümete belediyeler üzerinde neredeyse sınırsız bir yetki ve tahakküm gücü veren bu maddeler uzun yıllardır muhtemelen Kürtler dışında kimseye uygulanmayacağına duyulan güven nedeniyle kamusal tartışma alanlarına taşınmadı. Öyle ki, son yasama dönemi boyunca Meclis'e sunulan ve Belediye Kanunu'nda değişiklik öngören 84 kanun teklifi arasında HDP dışında ilgili maddede değişiklik talep eden bir kanun teklifi dahi bulunmuyor.
Altılı Masa'nın kasım ayında açıkladığı Anayasa değişiklik önerisinde bile, bu madde üzerindeki görevden alma yetkisinin Danıştay'a devri önerilse de uzaklaştırma talebinde bulunma yetkisi yine İçişleri Bakanı'nda tutuldu. Altılı Masa, Anayasa'nın bu maddesine muhtemelen pek dokunmak istemediği için görevden uzaklaştırma halinin ortaya çıkmasını mevcut halinde olduğu gibi soruşturma veya kovuşturma açılmasına bağlayabildi. Oysa kendileri de dahil olmak üzere herkese her an soruşturma açılabilen bir ülkede belediye başkanının görevden uzaklaştırılmasının bu kadar kolay olmaması gerektiğini yine ve öncelikle kendilerinin değerlendirmesi beklenirdi.
Ülkedeki hukuksuzluklara kendisine dokunmadığı sürece ilgi göstermeyen bu yaklaşımın ağır bedellerle sonuçlanabildiği böylece bir kez daha deneyimlenmiş oluyor.
İBB'Yİ BEKLEYEN SÜREÇ VE TARTIŞMALAR
Seçildiği günden bu yana İBB başkanı İmamoğlu'yla uğraşmayı ayrı ve özel bir faaliyet olarak yürüten hükümet "hakaret" davası yoluyla siyaset yasağının, terör soruşturmasıyla da kayyum atamasının yolunu açmaya çalışıyor. Bunu yaparken de yüzlerce İBB çalışanının masumiyet karinesini, bu kişilerin yakınlarının herhangi bir yasa dışı örgütle ilişkisi varsa bile kendileri açısından suç ve cezanın şahsiliği ilkesini yok sayarak ilerlemeyi uygun görüyor. Yanı sıra 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilgili-ilgisiz on binlerce kişiyi KHK'larla kamu görevinden ihraç eden hükümet başka yerlerde de çalışmalarını engellediği bu insanları bir tür sivil ölüme terk etti. Şimdi de bu kişileri çalıştırdıkları iddiasıyla belediyeleri aynı gerekçeyle siyasi ölüme sürüklemeye çalışıyor.
Anayasa ile Belediye Kanunu'nun ilgili maddelerinin yoruma/suistimale açık yapıları haliyle iktidarın müdahalelerini de kolaylaştırıyor. Bu nedenle İçişleri Bakanı'nın İBB çalışanlarına yönelik beyanlarının veya bakanlık müfettişlerinin bu doğrultudaki raporlarının barındırdığı çelişkiler bir anlamda geri planda kalıyor. Zira, uygun Anayasa ve kanunun varlığı nedeniyle bu yol olmasa mutlaka başka bir yol denenecek, yine aynı gündemi yaratılabilecekti.
Ancak yine de birkaç noktaya değinmek gerekiyor. Zira İçişleri Bakanlığı, İBB'ye kayyum atanmasının yolunu açmak için ya mevcut mevzuatın elverişliliğini kullanmaya ya da bazı hukuki engellemeleri görünürden uzaklaştırmaya çalışıyor. Bakanlığın gündemde tuttuğu hususlardan biri yakınları yasadışı örgütlerde yer aldığı iddia edilen kişiler. Ancak bu konuda uzun süredir uygulamada hükme esas alınan Danıştay Birinci Dairesi'nin 25/03/2003 tarihli kararını hatırlamak gerekiyor. Bu karara göre, kamu görevine atanması düşünülen kişinin yakınlarını ve akrabalarını da kapsayacak şekilde güvenlik soruşturması yapılabilmesi ve/veya bu soruşturmaya istinaden işlem tesis edilebilmesi için, bu kişinin yasada sayılan kurumlardan birinde (Türk Silahlı Kuvvetlerinde, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde) görev yapacak olması gerekir. (2003/15 Esas, 2003/40 Karar).
Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yapılmasına Dair Yönetmelik'in 9. maddesinde güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının birlikte yapılacağı kurumlar da yukarıdaki gibi tek tek sayılmıştır. Belediyeler sayılan bu kurumların herhangi birinden olmadığına göre buraya yapılacak işe alımlarda kişilerin yakınlarıyla ilgili bir araştırmanın yapılması zaten mümkün olamayacak. Dolayısıyla belediyenin TSK veya Emniyet'ten farklı olarak işe alacağı kişinin yakınlarına dair bir bilginin peşine düşmesi de hukuki olmayacaktır. Kaldı ki böyle bir durumda da; ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesini hatırlamak gerekir.
Öte yandan İBB çalışanlarına yönelik soruşturmanın ilerletilmesi halinde bile bunun doğrudan İmamoğlu ile bağlantılandırılması, nedensellik bağının kurulması güç görünüyor. Zira, İçişleri Bakanı'nın en çarpıcı örnekler olarak paylaştığı vakalarda bile işe alınan kişilerin "çamaşırhane elemanı", "mezar kazma işçisi", "beden işçisi", "itfaiye eri" gibi pozisyonlara alındığı anlaşılıyor. Dolayısıyla suç olarak gösterilen bu işe alımlarda İmamoğlu'nun doğrudan dahlinin ortaya konması mümkün görünmüyor. Kaldı ki, 2016'dan bu yana çok sayıda kurumda yapılan ihraç işlemlerinde ihraçlar sadece ilgili kişiyle sınırlı tutuldu, o kişinin yöneticileri işe alımdaki sorumlulukları gerekçe gösterilerek herhangi bir soruşturma veya kovuşturmaya konu edilmedi.
Elbette bu ve benzeri tüm varsayım ve tartışmalar hukukun dikkate alınacağı bir ülkede geçerliliği olan hususlar. Dolayısıyla siyasi diğer davalarda olduğu gibi bu vakada da hukuki yorum çabası ilgisiz veya önemsiz durabiliyor. Ancak her musibet gibi bu musibet de nasihatlerin yapamadığını yaptı ve on yıllardır orta yerde duran Anayasa ve kanundaki siyasi müdahaleye kapıyı açık tutan maddelerin mutlaka değiştirilmesi gerektiğini, yerel yönetimlerin böylece merkezi idarenin tahakkümünden kurtarılmasının ne derece elzem olduğunu göstermiş oldu.