Sabah erken, sandıklar yeni kurulmuş gönüllü müşahitler merdivenlerde sohbet ediyor. Bütün günü burada geçirecekler. Azıcık bile sıra beklememek için koştura koştura gelen erkencilerden biri olduğum için biraz mahcup içeri giriyorum.
Sık sık tekrarlanan seçimlerin tek güzel tarafı okul koridorlarında gezinmek, sınıflara girip çıkıp çocukluğu anabilmek. Sandığın önünde sıramı beklerken panolara bakıyorum. Öğrencilerin hazırladııkları Atatürk köşesi var sınıfın bir duvarında. Diğerinde mevsimler... Kendi ilkokul yıllarımdan bu yana bu şeyin değişmemiş olmasını her defasına hayretle karşılıyorum. Şiir ve yazıları okumaya fırsat bulamadan sıra geliyor.
“Sabah önce ihtiyarlar gider sandığa” demişlerdi. Ama bizim okulda ortalıkta pek ihtiyar filan görünmüyor. Pusulamı almam, perdenin arkasına geçip oyumu basmam pek kısa sürüyor. 'Tercih' mührünün ne kadar küçük ve mürekkebinin silik olduğunu düşünüp tereddüte kapılıyorum. Kahverengi zeminin üstünde sanki tam anlaşılmıyor. “Ya fark etmezlerse!” Bir daha, bir daha basmak geliyor içimden. Diğer tarafa taşırmadığım sürece oyum geçerliliğini koruyor; televizyon haberlerinden öğrendim. Ama yine de risk almamak lazım. Bu haliyle pusulayı zarfa koyup, dışarı çıkıyor ve kutunun içine atıyorum. Kimliğimi almak üzere sandık heyetine yöneldiğimde 'Hayırlı olsun' diyor birisi. Kimliğimi veren küpeli genç adam gülümseyen gözlerle yineliyor, 'Hayırlı olsun'.
* * *
Aslında hiç de 'hayır'lı bir sonuç beklemiyordum. Tayyip Erdoğan'ın yenilmez armadasının bu seçimi de kazanması sürpriz olmayacaktı. Olmadı da zaten. Ama sürpriz, bazı kamuoyu araştırmalarının hissettirdiği 'başa başlık' durumundan çıktı. Hayır oylarının bu kadar yüksek çıkması, hele ki üç büyük kentte hayırların önde olması muhalif cephede coşkuyla karşılandı. Peki, bu coşkuda bir 'züğürt tesellisi' hali var mı?
Hayır yok, bu muhalifler için de önemli bir sonuç. Neticede seçimi Tayyip Erdoğan liderliğindeki Başkanlık cephesi kazandı. Yeni anayasa yürürlüğe girecek. Ama daha ilk sonuçlardan itibaren televizyon yorumcularının söylediği gibi bir meşruiyet meselesi olacak. AK Parti'nin yenilgi kabul etmeyen, 7 Haziran seçimlerinden sonra tekrar seçime gitmekten çekinmeyen siyaset anlayışının, bu oylamadan 'hayır' çıkmasını sindiremeyeceğini tahmin etmek güç değildi. Bu başa baş hal, başka bir durumu ortaya çıkarttı; şimdi muhalefet de sonuçları kolay kolay kabul etmeyecek. Bu sonuç çok itiraz kaldırır. Hele seçim gecesi dile getirilen geçersiz oy ve veri akışı kesintisi iddialarını düşününce, tartışmanın önümüzdeki günlerde yükselerek devam edeceği muhakkak.
Bundan önceki tüm seçimlerde benzer tartışmalar yaşandı. Neticede bu itirazlar dinip sonuçlar herkes tarafından kabullenildiği zaman bile bu referandumun mutlak bir kazananı olmayacak. AK Parti için buruk bir galibiyet söz konusu. AK Parti ve MHP oyları toplamı yüzde altmış civarındaydı. Evet cephesi bunun ne kadar altında kaldıysa, karşı taraf kendini o kadar başarılı sayıyor. Bu referandum sonucuna dair en iyimser analizlerden biri bu ve doğruluk payı da var. En önemli gelişme ise büyük kentlerden 'hayır' çıkması. AK Parti, İstanbul, Ankara gibi neredeyse yirmi yıldır yönettiği iki büyük kentte de ilk kez böyle bir sonuçla karşılaşıyor.
Türkiye'nin yarısı Başkanlık sistemini isterken diğer yarısı da istemiyor. Şimdi başa çıkmamız gereken en büyük mesele bu. Galiba o sık sık dile getirilen fay hattı, biraz daha genişledi ve bir kere daha hareketlendi. Tam da bu nedenle referandumlar demokrasinin en sıkıntılı araçlarından biridir zaten. Bir ülkenin yarısını diğeriyle karşı karşıya getirir, meseleleri basitleştirir ve bazen içinden çıkılmaz hale getirir. O nedenle siyasi partiler, parlamentolar, sivil toplum kuruluşları vardır ve tüm bunlar arasındaki çekişme herkesin kabullenebileceği bir denge oluşturur. Bütün bunları, vakit kaybettirici bir takım hantal mekanizmalar gibi görüp hepsinin üstünde bir güçlü başkanlık sistemini savunanlar şimdi bu zorlu denklemi nasıl çözecekler, bilinmez. Umurlarında mı, o hiç bilinmez...