Deneyim tasarımcısı öğretmen, masal anlatıcılığını bir araç olarak kullanarak çocukların duyularına ulaşır ve herhangi bir konudaki bilgiyi ve deneyimi kalıcılaştırır. Masal anlatıcılığı özelinde etkili iletişimde sözcüklerin ağırlığı yüzde 10 iken, vurgu ve ses tonunun yüzde otuz, beden dilinin ise yüzde 60 etkili olduğu vurgulanıyor.
“Bir çocuğun zeki olmasını istiyorsanız ona masallar anlatın.
Eğer daha zeki olmasını istiyorsanız, daha çok masal anlatın!”
Albert Einstein
Hey sen küçük çocuk, o ışıl ışıl masal dağlarının, gölgesini yitiren insanların, uçan halıların, uzun saçlarından merdiven yapanların ardındaki gizemi anlamak için doğru yaştasın.
Ve sen sevgili öğretmen, mutlu sonla biten masallara benzemeyen şu zorlu hayata hazırladığın öğrencilerine umut, yılmazlık ve bilgelik kazandırmak üzere masal anlatmak için doğru çağdasın.
Bir varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Günlerden bir gün karşıma iki tane çok değerli uzman çıktı. Birinin ismi Betül Gece, diğeri de Ayşegül Dede. Dediler ki, biz Eğitimde Masal Anlatıcılığı konusunu Türkiye’de kapsamlı bir şekilde yaygınlaştırmak ve bu ilham veren fikri tüm öğretmenlere bilimsel olarak aşılamak istiyoruz.
Bir varmış, bir yokmuş…
Sözlü edebiyatın bir ürünü olan masal anlatıcılığı, kelimelerin kulaktan kulağa, nesilden nesle aktarılarak, toplulukların etkileşimiyle yaygınlaşan, ama bir yandan da teknolojinin hayatımıza nüfuz etmesi sonucu giderek eski önemini yitiren, insanoğlunun asırlardır parçası olan bir kültürel değer. Masallar, kelimelerin duygularla, düşüncelerle, hayal gücüyle, yaşam felsefesiyle iç içe geçtiği evrensel bir ortaklık aslında…
İki eğitimci kız kardeş, Ayşegül Dede ve Betül Gece, yeni yayımladıkları Eğitimde Masal Anlatıcılığı adlı ortak kitaplarıyla, çocukların masallar yoluyla empati becerilerini, yaratıcı düşünme yetilerini, sosyal, duygusal, bilişsel ve dilsel gelişimlerini artırmayı hedefliyorlar.
Hedef kitleleri hem öğretmenler hem de çocuklarını hayata hazırlarken hikayelerden yararlanmak isteyen ebeveynler…
Bunun için de öğrenme sürecinin eğlenceli hale getirilmesi, bilginin daha kalıcı hale getirilmesi ve öğrenilen konuların daha derinlemesine anlaşılması gerekiyor.
Yani yazarların bu kitaptaki hedef kitlesi biziz… Kaybedenler… Tutunamayanlar… Masal dünyasının o büyülü, geliştirici, samimi ve güçlü evrenine tutunamayanlar… İlk önce masal dinlemekten, sonra masal anlatmaktan, ardından da masalları hayal etmekten vazgeçenler…
Peki neden masal anlatıcılığı? Kitapta bunun yanıtları teker teker veriliyor. Ayrıca Dede ve Gece’nin 0-8 yaş arası çocuklarla iletişim kurarken hikâye anlatıcılığı yöntemini kullanan bir duyu ve dil gelişim destek programı olan Kidsnook isimli özgün projeyi Türkiye’de kurduklarını da özellikle vurgulamak isterim.
Öncelikle masallar çocukta motivasyonu artırıyor; anı biriktirmelerini sağlıyor; sözcük dağarcığını geliştiriyor ve sosyo-ekonomik statü ne olursa olsun herkes tarafından kolayca erişiliyor.
Eğitimde masal anlatıcılığına başvurdukça çocuklarda dinleme motivasyonu güçlendiriliyor; hikayelerdeki anlamları bulmaya çalışırlarken hayal dünyaları gelişiyor; masallardaki tekerlemeler sayesinde akıcı konuşmanın hızı yakalanıyor; dil becerilerini eğlenerek geliştirmeleri sağlanıyor; akranlar arasında sohbet başlatmak için fırsat sunuyor ve birlikte masal dinlemek ortak bir hikayeyi paylaşıp iletişim alanları yaratıyor.
Yazarlar, öğretmenlikte yeni nesil anlayışlardan söz ederken “deneyim tasarımcısı” vurgusunu özellikle kurguluyorlar. Bununla kastedilen ise şu: Yeni nesil öğrencilerin artık bilgiye ulaşmak için öğretmene eskisi gibi ihtiyacı yok. Bilgiye her an ulaşabilir durumdalar.
Dolayısıyla yeni nesil öğretmenler de çağın gereklerine göre kendilerini güncellemeliler. Eğer 20 yıl önce bir anaokulu öğretmeni, seneye kırmızı rengi öğreterek başlıyorsa, kırmızı nesneler gösterip kırmızı giysiler giymelerini istiyorsa, aradan geçen zamanda bu öğretme biçiminde bir arpa boyu yol gidilmemişse, o zaman yeni bir şeyler söylemek gerek cancağızım…
Bu da eğitim-öğretime bakış açımızı değiştirmekle, örneğin “kırmızının sesi nasıl?” sorusuna “ambulans sesi” veya “ateş sesi” yanıtını alabilmekle, “kırmızının tadı nasıl?” sorusuna “pul biber gibi acı” yanıtını duyabilmekle mümkün…
Deneyim tasarımcısı öğretmen, masal anlatıcılığını bir araç olarak kullanarak çocukların duyularına ulaşır ve herhangi bir konudaki bilgiyi ve deneyimi kalıcılaştırır. Teknoloji ve dijital ekranların çocukların hayatını kapladığı bu çağda, masal anlatıcılığını yeniden canlandırır. Üvey annelerin hep kötü olmadığını, prenseslerin illaki evlenecekleri beyaz atlı prensi beklemediklerini ve ejderhaların iyilik karşısında hep yenildiklerini masallarında mesaj olarak bilinçlere aktarır.
Deneyim tasarımcısı öğretmen, masallarda iyi ile kötünün mücadelesini, çocukların hayatta karşılarına çıkan veya çıkacak olan zorluklar karşısındaki çabalarıyla ilişkilendirir; masallardaki ayrılık, terk edilme, yenme, yutulma, devler, ejderhalar gibi korkuların çocuklardaki karşılığını ortaya çıkarıp onlarla duygudaşlık kurmanın yollarını arar. Masallardaki “şifreleri”, çocukların yılmazlığını güçlendirecek anahtarlara dönüştürür.
Ne de güzel demişti İngiliz yazar Gilbert Keith Chesterton: “Masallar ejderhaların varlığını anlattığı için değil, ejderhaları yenmenin mümkün olduğunu anlattığı için ilham vericidir.”
Dede ve Gece, ortak kaleme aldıkları kitaplarında, sınıf içi ortamların masal anlatıcılığı için nasıl tasarlanması gerektiğinden, bir eğitim materyali olarak masal anlatımında hikâyeye uygun şekilde nesnelerin nasıl yerleştirilebileceğine, okul öncesi çocukların yaşları ve hazırbulunuşluklarına göre onların odaklanma sürelerinin nasıl uzatılacağına, nasıl masal çemberleri kurulacağına, tekrarlar ve ritimlere, masalın akışına göre vücut perküsyonu yani el çırpmalar ve parmak şıklatmaların sıklığına, çocukların dikkatini çekmek için melodik bir ses ile şarkı söylenmesine dek tüm ayrıntıları titizlikle işliyor.
Zira masal anlatıcılığı özelinde etkili iletişimde sözcüklerin ağırlığı yüzde 10 iken, vurgu ve ses tonunun yüzde otuz, beden dilinin ise yüzde 60 etkili olduğu vurgulanıyor.
Bu açıdan kızımın ilkokul öğretmenlerinden sevgili Hanife Bayar Ünal’ın geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında farklı düzeylerden çocuklara etüt sınıfları açarak her öğlen bir saatliğine masal yazımı konusunda onları eğitmesi, benim bu konudaki farkındalığımı oldukça besledi.
Çok kıymetli ve geniş vizyonlu bir eğitimci olan Hanife öğretmen, eşine az rastlanır bir girişimde bulunarak bu konuda istekli ilkokul öğrencilerini gruplara bölerek kendi masallarını oluşturmaları için onları eğitti; onlara Türkiye’den ve dünyadan masal örneklerini aktardı; tekerlemeleri öğretti; dijital çağda çocukların hayal güçlerinin kapatıldığı mağaralara ışık huzmeleri sızmasını sağladı.
Bu süreçte çocukların “katılım” hakkını ve “fikrini ifade etme” özgürlüğünü temel aldı. Sesini, mimiklerini ve jestlerini nasıl daha etkin kullanabileceği konusunda kendisini de sürekli eğitti, sürekli araştırmalar yaptı; kültürümüzden öğeleri kattı. Çünkü Dede ve Gece’nin de belirttiği gibi; masal anlatıcılığı hem yaratıcılık içerir, hem interaktiftir, hem de duyguları doğru aktarabilme sanatıdır.
Ve mutlu son: Yılın sonunda her grup kendi masalını baştan yarattı, ayrıca masalları da görselleştirdi. Hanife öğretmen, bu masallara son rötuşlarını vererek bir yayıneviyle anlaştı ve bu masalları kitaplaştırarak dijital çağın çocuklarına unutulmaz bir anı bıraktı. Muhtemelen bu etütlere katılan çocuklar iyi birer masal dinleyicisi ve yazarı olmayı öğrendikçe ileride iyi birer anlatıcı olmayı da hedefleyecekler. Winnie The Pooh masalının yazarı A. A. Milne’nin bu masalı, çocuğunun oyuncakları üzerinden kurgulayarak kendi oğlu için yazdığını biliyor muydunuz?
Böylelikle, ekran bağımlılığının, hızlı tüketimin, uzun süreli odaklanma sorununun ağır bastığı bir çağda, masallar, “dijital çocuklara” ulaştı ve onların güçlü görsel algılarını kullanarak onları birer “masal yazarı” yaptı; sorumluluk verdi; masalla aralarında bağ kurulmasını sağladı; kolektif bilinçlerini, üretkenliklerini ve yaratıcı düşünce biçimlerini bir değere dönüştürdü.
Aritmetik İyi, Kuşlar Pekiyi adlı kitabında “Ünlü Ressam” hikayesinde, “Masal dinlememiş çocuklar, büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizerler” demişti büyük şair Cemal Süreya. Kedi resmini cetvelle değil, dijital ekrana bakarak değil, tam tersine hayal gücüyle, gözlemle, yaşanmışlıkla çizen çocukların sayısının ağır basması ise bizim elimizde.
Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Peki, 21.yüzyıl yetkinliklerinin konuşulduğu bir çağda, eğitimde gide gide bir arpa boyu yol gitmemek için biz kişisel düzeyde neler yaptık? Çevrelerindeki öğrencilere sihirli değnekleriyle dokunan eğitimcilerin bu çırpınışlarını müfredata kalıcı bir şekilde yansıtabildik mi?
Veya çocukların ekran bağımlılığından sürekli şikâyet eden anne, çocuğunun yanında günde kaç saat telefon ekranına baktığı konusunda bir öz eleştiri yapabilir mi? Aynı annenin, sabah kahvaltısında çocuğun tabağında yemediği eciş bücüş yeşil zeytinin aslında sihirli güçlere sahip bir uzay aracı olup çocuğun ağzına girdikten sonra onu Ay’a götüreceğine dair bir masal anlatması istendiğinde tepkisi ne olurdu?
Binbir Gece Masalları’nda Şehrazat’ın her gece anlattığı zincirleme masallarıyla geçen çocukluğumuzu, çocuklarımıza aktarabildik mi? Yoksa ekranın başat gücü karşısında hepimiz erkenden havlu mu attık?
Adile Naşit'in masallar ve hikayeler anlattığı "Uykudan Önce" masal programının tadı damağında kalan kaç kişiyiz?
Öğretmen de olsak, ebeveyn de olsak sorumluluğumuz büyük. Masallarımızı artık saklandıkları tavan arasından çıkarmanın vakti geldi.
Gökten üç elma düşmüş. Biri masal anlatıcılarına, biri masal dinleyicilerine, biri de kadim masal kültürünü eğitim sistemimizde yeniden canlandıracak kişilere… Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Masaldır bu hayatın adı, uygulamakla çıkar tadı...