Kelepçenin gözleri

Melih Bulu, kendisinin hiçbir önemi olmadığını, tırnak içine almadığı cümleleriyle kanıtladı. Sadece kelepçedir, körleştirmeye yönelmiş iki açıklık, iki metal göz. Erdoğan’a sabitlenmiş, onun görüşünün dışına çıkmayacak bir ülke özlemi. İtaat etmeyene bir, itaat edene iki kelepçe.

Dinçer Demirkent dincerdemirkent@gmail.com

Kelepçenin gözleri kördür. Biçimine baktığınızda iki açıklık, demirden iki göz. Fakat bu gözler görmeye yönelmez; var oluşu tutmaya, hareketsiz bırakmaya, özgürlüğünden mahrum bırakmaya kayıtlıdır. Sadece itiraz eden, itaat etmeyen, kabul etmeyen için değil, hatta asıl olarak itaat eden için, kabul eden, itiraz etmeyen için görünmez kılar. Kelepçe yeni Türkiye’nin yeni insanının zindanıdır, bir bütün olarak, herkes için... Zihinleri tutar, duyguları körleştirir, elin ele değmesini, sözün söze karışmasını engeller. İnsan iletişimini mümkün kılan anlamlı, öznesi-eylemi olan cümleleri iptal eder; bağırmalar, anırmalar, kükremeler, yakarmalar ile inşa edilir insan iletişimsizliği. Kelepçe, kullanıldığı yeri zindana çevirmek için vardır. Melih Bulu, kendisinin hiçbir önemi olmadığını, tırnak içine almadığı cümleleriyle kanıtladı. Sadece kelepçedir, körleştirmeye yönelmiş iki açıklık, iki metal göz. Erdoğan’a sabitlenmiş, onun görüşünün dışına çıkmayacak bir ülke özlemi. İtaat etmeyene bir, itaat edene iki kelepçe. İtaat etmeyeni özgürlüğünden mahrum bırakarak alıkoyan, itaat edeni inşa eden kelepçe.

Bundan dört yıl önce Ankara Üniversitesi nasıl herkes için bir zindan haline dönüştüyse bunu yapmaya kayıtlıdır Boğaziçi’ne vurulan kelepçe. Orada durdukça artık bir padişah kapısıdır, Melih Bulu gözcü dikilmiştir. İki metal açıklıktan gördüğü azametli kükremesiyle iletişimsizliği inşa eden, had çizen ve çizdiği bütün hadlerde istihkamlar inşa etmeye girişen rejimin gözleridir. Uzun namlulu silahlar ve takılan kelepçelerle çizilen hadlerin içinde inşa edilen istihkamlarda yeni manevralar için alanlar sağlanır, eğitimler, hazırlıklar yapılır. Bundan dört yıl önce Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü'ne giren silahlı ve kelepçeli adamların kazandığı muharebe sonucu Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan akademisyenler kampüsten fiziken de atıldı. Onlara destek olan akademisyenler, öğrenciler kampüste rehin edildi. Ardından dört dönem AKP milletvekilliği yapmış rejimin bürokratı ya da başka bir terminolojiyle alayın komutanı rektör tayin edildi. Nasıl? Bir OHAL kararnamesine dayanan cumhurbaşkanının atama yetkisiyle. Nasıl? Bir başka kişiyi rektör yapabilmek için iki defa değiştirilen kanunla. Kör kelepçe körleştirmeye yönelir. Boğaziçi’nde rejimin bir kültürel hegemonya hedefi falan yok, bunu yapamayacaklarını çoktan anladılar. Öyle olsa İbrahim Kalın’ı kelepçe yaparlardı, iyi kelepçe olurdu, “Doğu'nun müziğinin derinliğini” hisseden biri olmasının dışında. Onun yerine Metallica dinlediğini söyleyen Bulu’yu kelepçe yaptılar. Bunu hak ettiğinin düşünülmesinin tek nedeni kelepçe olabileceğini göstermesiydi. Mesele kültürel hegemonya değil, zapt etme, fethetme, kuşatma ve istihkam inşa etme meselesi. Rejim savaşıyor ve bu bir kültür savaşı değil. İktisadi ve politik olarak halkın üzerinde tepinen bir rejimin varoluş savaşı. Bu nedenle bütün demokratik alanlara kelepçe vuruluyor, bu nedenle sivil alan ve siyasal alan kelepçecibaşı bakanın emrine terk ediliyor. Bu yüzden belediyelerden üniversitelere, demokratik kitle örgütlerinden meslek örgütlerine ve sendikalara yayılan bir kayyum rejimi kuruluyor. Herkes üzerine vurulan kelepçede tek bir şeyi görsün diye, tek bir bağırma, tek bir kükreme duysun diye.

Ali Şeriati manifester metni İnsanın Dört Zindanı’nda beşer ve insanı ayırır. Bir tür olarak insan ile bir mertebe olarak insan arasındadır ayrım. Aristoteles’in yaşamın farklı formları ayırmasına benzer. Sadece hayatta kalmak ile ilgili olan hayat ile politik ya da felsefi yaşam ayrıdır örneğin. Şeriati de yiyen için yani herhangi bir canlı olarak var olan beşer ile bilen, seçen ve başkaldıran insan arasında ayrım yapar. 'İnsan'a giden yol, Şeriati’nin çok önemsediği ve insanı belirleyen zindanları aşmaktan geçer. Doğalcı, tarihselci, toplumcu ve biyolojik zindanlardır bunlar. İlk üçü bilim ile aşılabilecek dışsal zorunluluklardır, biyolojik olan ise insanın kendine karşı savaşıyla mümkün ve en zoru bu. Örneğin hakikati savunmak için kelepçe takılmasını göze almak, doğrunun yanında durmak pahasına benliğin ihtiyaç duyduğu övgüden mahrum kalmak, gerçeklik uğruna rejimin hedefi olmak, özgürlüğü arzulamak. Evet en zoru bu. Şeriati İslami mitolojiyi de terse çevirecek müthiş bir düşünsel atılıma dayanır. Adem meleklerin cennetinden başkaldırdığı için kovulmuştur, der. İnsanı insan yapan şey, adları bilmek, nesneleri, duyguları tanımak ve özgürlük için sadece yaşamsal zorunluluklardan muaf olarak yaşamakla yetinilen meleklerin cennetine başkaldıran Adem’in eylemine özgülenmiştir. İnsan başkaldırandır. Bir tür olarak insandan farklı anlamı budur.

Kelepçeler üniversiteye değil, insanlığımıza vuruluyor. Bir tür olarak AKP’linin başkaldıran öğrencilere terörist diyebilmesine, hakkını arayan itiraz edeni düşman görmesine sebep kelepçeler. Özgürlüğe vurulan değil, özgürleşme arzusuna vurulan kelepçedir insanlığımızın karşısına konan. Bir hafta SMA hastası çocuklara ilişkin bağırma, anırma ve kükremelerde de gördüğümüz buydu, Boğaziçi’nde de.

Kelepçeyi çıkarmak, kelepçe vurulanı değil, kelepçeden bakanın özgürleşme yolunu açacak!

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine selam olsun!

Tüm yazılarını göster