Kelime düşünceye hükmeder diktatör kelimeye hükmedemez

Haber diline yerleşmesini istenen o sokak süpürgesi deyimi, "çok gezen kadın, evinde oturmayan kadın" şeklindeki alt anlamıyla öne çıkarılınca bütün kadınların eve geri döneceği sanılmasın. Okulda, işte, sivil toplumda, kamuda, akademide, sanat dünyasında kadınlar evinde oturarak değil sokağa çıkarak varlık gösterirken geri dönüşsüz bir şekilde dönüştürdüler toplumu.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

"Kelimeler önemlidir" diyordu, 18 Eylül'de hayatını kaybeden Ruth Bader Ginsburg, yüksek yargıya taşıdığı ve kazandığı ilk davasında cinsiyet eşitliğinin Amerikan hukukunda yer alması için savaşırken. Hayatı Eşitlik Savaşçısı adlı filme de konu olan Ruth, çok haklıydı kelimelerin önemine dikkat çekmekte. Dil ile kuruluyor, düşünce dünyamız. Gerçekten toplumsal algı ve toplumun zihniyet dünyası denilen topyekun bir kavrayış biçimi varsa o, dildeki kelimelerin taşıdığı alt anlamlar içinden öne çıkarılıp, gündelik konuşmada sık kullanılan karşılıklarıyla kurulmaktadır, diyebiliriz. Nitekim “kelime adını verdiğimiz işaret, bir kavram, bir de ses yönü olan, her dilin kaynaşmış bir ses ve düşünce bileşimidir” tanımıyla, kelimenin düşünceyle ilişkisini sarih olarak kurmuş, Prof. Dr. Enise Kantemir, “Sözlü ve Yazılı Anlatım” adlı kitabında.

Türkçe ve edebiyat öğretmenlerinin yetişmesinde, eğitim bilimlerinin Türk dili eğitimi alanında hayli önemli yere sahip Suut Kemal Yetkin ve çağdaşlarının, Enise Hoca gibi öğrencileri aracılığıyla günümüze aktardıkları temel ideolojileri, Türkçe’nin edebil bir dil olarak güçlü anlatıma ulaşmasını sağlamak, şeklinde özetlenebilir. Erken Cumhuriyet döneminde başlayıp günümüze kadar yansıyan bu ideoloji, öğretici metinlerde, gündelik hayata ait sözcük ve söz öbeklerini kullanmayı seçtiler, Arapça ve Farsça kökenli kelimeler yerine. Bütün yurttaşları kapsamadığı için günümüze kadar hakkıyla gerçekleştirildiği söylenemeyecek olan ulus devlet bilinci, dilin sosyo-politiği ile kurulma istenmişti. Aynı devlet bugün aynı mütehakkim tutumuyla ama ideolojisi farklılaşmış olsa bile yine aynı yöntemle toplum algısını yeniden kelimelerle ve geçmişe kıyasla tamamen ters yönde şekillendirmek hevesinde.

.

Basın İlan Kurumu (BİK), tüm haber merkezlerine bir kitapçık dağıttı. Haber merkezlerinin, gazetecilerin Türkçeyi doğru kullanması amacıyla dağıtıldığı iddia edilen bu sözlük, kadını aşağılayan cinsiyetçi diliyle haber olmuştu hatırlanacağı üzere. Medyanın dilini, kadını ikincilleştirecek biçimde yeniden şekillendirme tehlikesi yarattığı yönünde itirazlar yükseldi elbette. Özellikle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Kadın Komisyonu, Toplumsal Cinsiyet Eşitlikçi Haber Kılavuzu yerine ikame edilmek üzere dağıtıldığı anlaşılan kitapçıkla ilgili açıklama yaptı. Fakat sıkça başvurulan yöntemle, karşı ses yükseldiği için iktidar, konuyu “uyutma” taktiğini devreye soktu. BİK, sadece konuyu haberleştiren Birgün Gazetesine yönelik “yalan habercilik” iddialı tekziple yetindi. Tekzip, piyasada var olan bazı sözlüklerden derleme yapılıp, kurumca yeniden basılarak dağıtıldığını, özellikle yerel basından olumlu geri dönüşler alındığı bilgisini de ekleyerek doğruluyordu, haberi. Ancak bazı kelimelerle ilgili mahkeme kararlarına ilişkin kısmın doğruyu yansıtmadığı üzerine kurulmuş ve mahkeme kararlarının detayını içerecek şekilde hazırlanmıştı bu tekzip. Basın İlan Kurumunun bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığınca, medya dilinin, cinsiyet eşsizliğini pekiştirecek şekilde restorasyona tabi tutulduğu, bu içerikteki tekziple kurum tarafından doğrulanmış oldu böylece.

Gazete haberinde, “Ankara 6. İdare Mahkemesi, ‘oynak, taze, müsait, yollu’ gibi kelimelerin ifadelerinin, kadını aşağıladığını belirterek Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğünden çıkarılmasına karar vermişti” bilgisine yer veriyordu. Bu bilgi yalan haber değil sadece gerçeğin bir kısmından ibaret. Zira birkaç yıl önce gündeme sözlükteki kelimelerin gündeme gelişiyle mahkemeye başvurmuştu kadınlar. Başvuru sahibinin iddialarını kısmen kabul eden mahkeme gerçekten de bazı kelimelerin anlamları arasında yer verilen bu ifadelerin çıkarılmasına hükmetmişti, anılan gerekçeyle. Kısmen kabule itiraz eden başvuru sahibi istinaf yoluna gittiğinde ise Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdare Dava Dairesinin istinaf talebini reddettiği hatırlatılıyor. Davanın TDK lehine kazanılması gerekçe gösterilerek, bazı kelimelere yüklenen alt anlamlar, mecazi ya da argo/sokak ağzı olduğu belirtilerek yazılması gerekirken, kelimenin tek anlamıymış gibi sunulduğu sözlükler savunulmuş tekzipte.

.

Türkçe böyle zenginleşecekmiş gibi bir iddiayla kimi kandırabileceklerini sanıyorlar o belli değil ama nepotizmin egemenliğinde kayırmacılığın ve parasal çıkar aktarımının esas alındığı rejimle birileri zengin edilirken toplum algısıyla oynandığı kesin. Kelimeler önemlidir sözüyle hatırlattığım Ruth Bader Ginsburg’dan ilham ile cevaplamak yerinde olacaktır, hem BİK ve İletişim Başkanlığını hem de istinaf talebini ret eden mahkemeyi: Toplum herhangi bir mahkeme kararına ihtiyaç duymaksızın değişiyor. Kelimelere, sokak ağzında yüklenen farklı anlamlarla bir nevi şifre dil olarak kullanılan argoyu, rejimin resmi dili haline getirme girişimleri, geçmişte olduğu gibi bugün de başarısız kalacaktır. Mahkeme kararları ve idari işlemlerle Türkçeyi fakirleştirmeye çalışıyorsunuz. Ancak kelimelere hükmetmeye hiçbir mahkemenin, hiçbir rejimin, hiçbir despot politikacının gücü yetmedi şimdiye kadar. Canlı varlıklar olan dil ve kültür hayatın akışı içerisinde ve insanların düşünce dünyasındaki değişimlerle şekillenirken aynı zamanda toplum genelinin düşüncesini de şekillendirir.

Geçmiş rejim eski dili unutturmaya çalıştığı halde o sistem içinde yetişen nesiller Osmanlıcaya merak sarmıştı. Eskiden Halkevi bünyesinde sürdürülen sosyal mühendislik çalışmaları bugün İletişim Başkanlığına havale edilmiş görünüyor. Ancak geçmişte olduğu gibi ters tepeceğine, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine giderek daha yüksek bir eğilim oluşturacağına hiç şüphem yok. Toplumsal cinsiyet kavramına karşı yürütülen, eşitlik karşıtı belli bir planın parçası olduğuna da şüphe yok tüm bu çabaların. Tüm bu çabalar derken örneğin 11’inci Beş Yıllık Kalkınma Planından toplumsal cinsiyet kavramının çıkarılışını hatırlatayım. Tesadüf değildi, yanlışlık değildi. Partili kadınlar, bürokratlar, danışmalar ve en geniş anlamıyla muhafazakar kitle, kadının ekonomik haklarından vazgeçmeyeceği için planın orasına burasına bir takım iyileştirmeler eklenerek ikna edilmişlerdi. Sonuçta kalkınma planında toplumsal cinsiyet kavramından vazgeçmiş olan aynı kadınlar, İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmediler. Şimdi haber diline yerleşmesini istenen o sokak süpürgesi deyimi, "çok gezen kadın, evinde oturmayan kadın" şeklindeki alt anlamıyla öne çıkarılınca bütün kadınların eve geri döneceği sanılmasın. Okulda, işte, sivil toplumda, kamuda, akademide, sanat dünyasında kadınlar evinde oturarak değil sokağa çıkarak varlık gösterirken geri dönüşsüz bir şekilde dönüştürdüler toplumu.

Yıllar önce özellikle ‘müsait’ kelimesi, sokak ağzında, argoda kendisine yüklenen ‘şifre/gizli’ anlamla kadınları aşağılamak için kullanıldığı halde TDK’yı, bu anlamın argo olduğunu belirtmeden kelimenin edebi alt anlamlarından birisi gibi sunmakla eleştirmiştim. Bir televizyon programında “TDK’nın masa başında kelime uydurduğunu biliyorduk da o masanın mahalle kahvesindeki okey masası olduğunu bilmiyorduk" dediğimi hatırlıyorum. Türk Dil Kurumu hakkındaki kanaatim değişmedi ama yanına yenileri eklendi. İletişim Başkanlığı da aynı okey masasına oturmuş meğer ve bitirim ağzını haber dili yaparak kadınlara had çizeceğini zannetme hadsizliğine soyunmuş. Meğer Fahrettin Altun CİMER listesinde, bir görünüp bir kaybolarak kadınlarla köşe kapmaca oynarken, kelimeler aracılığıyla toplumun düşünce dünyasına hükmedeceğine güvenerek, kadınların haklı taleplerini görmezden gelmeye çalışıyormuş. Aldığı emirle elbette tıpkı haber merkezlerine Mehmet Gedizli’nin kitapçığını iletirken bu emrin ‘yukarıdan geldiği’ izlenimi edinen basın organları gibi tek karar vericinin direktifleri doğrultusunda olmalı kuşkusuz.

Evet, kelimeler önemlidir çünkü kelime dediğimiz işaretler her dilin ses ve düşünce bileşimidir. Ancak kelimelere hükmetmeye hiçbir diktatörün gücü yetmemiştir. Yine de kendilerine bu sözlükle medya dilini dizayn ettiklerinde hatta bırakalım dizayn etmeyi başarmalarına teşebbüs ettikleri şu an bile kadınların hayatını ve şiddetsiz yaşam hakkını tehlikeye attıklarını söylemek gerekir. “Adam: Güvenilir”, “Erkek: Sözüne güvenilir, mert” tanımlamaları da, “Karı Ağızlı”, “Erkek gibi”, “Kaşık Düşmanı” gibi tanımlamalar, biyolojik cinsiyetin toplum yaşamındaki izdüşümü olarak toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine uymak yerine, mahkemelerde yargıçların, hüküm kurarken kadını ve erkeği, toplumun biçtiği rollere sıkıştırmasına yol açacaktır. “Babacan tavır, kapıyı geç açtı, yabancı bir erkeğe saat sordu, renkli telefon kullandı…” gibi sıralamakla bitmeyecek patriarkal zihniyetin inşa ettiği cinsiyet rollerini dayanak alan şiddet faillerinin savunması, mahkeme kararlarında şimdikinden bile daha sık görebiliriz. Adalet, kadınların daha da uzağına düşebilir ama kadınların eşitlik ve adalet arayışını tüketmeye güçleri yetmez. Basın İlan Kurumunun yukarıyı işaret ederek gönderdiği kitapçık kaynak olarak kullanılır, haber diline yansırsa basın organlarının da kadına yönelik şiddetin artışında payı olacaktır. Tıpkı siyasi iradenin payı olacağı gibi…

Tüm yazılarını göster