Kelimeleri arayan iki insan

‘Deli ve Dahi’ filmi gölgede kalmış ama önemli bir olayı, belli bir duyarlıkla, sağlam bir atmosferle, merak uyandıran bir olay örgüsüyle ve çok başarılı oyunculuklarla sunan önemli bir yapım… Yönetmen Safinia, 'Boss' gibi bizce başarılı bir diziden sonra uzun metrajlı bir filmde de yeteneğini kanıtlıyor. Kaçırmamakta yarar var.

Abone ol

Farhad Safinia’nın son filmi ‘Deli ve Dahi’, ilk bakışta, gerçek bir hikayeden uyarlanmış olduğu halde, ele aldığı konunun kelimeleri bulma ve anlamlarını çözme olduğunu göz önüne alırsak, beyaz perdeye uyarlaması riskli ve etkileyicilik açısından eksikler verme ihtimali olan bir yapım izlenimi veriyordu. Ancak yönetmen Safinia bu zor görevin altından, ağır akan ama tutarlı bir senaryoyla, duygusal tuzaklara düşmeden, ‘bağışlama’ gibi çok derin bir temayı her yönüyle inceleyip iki büyük oyuncunun katkılarıyla başarıyla kalkmış gibi duruyor.

1872 yılında, savaş sırasında yüzbaşı olarak görev almış ama aslında bir cerrah olan Doktor Minor, geçmişinde yaşadığı olaylar yüzünden akli dengesini yitirmiştir ve kazara, kendisini izlediğini sandığı bir adamı öldürür. Mahkemece hapishaneye değil ama bir akıl hastanesine gönderilmesine karar verilen Minor, hala peşinde birilerinin olduğunu düşünürken, aynı zamanda da istemeden öldürdüğü adamın ailesi için bir vicdan azabı çeker.

Aynı zamanda Jack Murray adında, yüksek tahsili olmayan, otodidakt ancak yabancı diller ve dil bilgisi konusunda çok birikimli birine, Oxford Üniversitesi tarafından, çok geniş kapsamlı bir sözlük yazma görevi verilir. Bu zor görevi belli bir noktaya kadar layığıyla yerine getiren Murray ve yardımcıları tıkandıkları yerlerde yardım için ülke çapında yardım isterler. Bu çağrıya cevap verenlerden biri ve onlara büyük ölçüde yardımcı olan Minor ve Murray arasında ciddi bir ortaklık ve arkadaşlık başlar.

BOŞLUKLARI DOLDURMAK…

Aynı dönemde yaşamış ve kendilerini iyi yetiştirmiş ama psikolojik durumları ve sosyal tabakaları çok farklı bu iki adamın üstlendikleri görevi bir tür ‘kelime dedektifliği’ gibi görmek bizce filmi özetlemek açısından hem haksızlık hem de yetersizlik olur. Kuşkusuz filmde bu ortaklık ve zihinsel bağ önemli yer tutuyor ancak yönetmen sadece bu durumu işlemiyor.

Çünkü bizi asıl şaşırtan olay, karşılaşması çok uzak bir ihtimal iki karakterin ortaklığından ziyade onları bu ortaklığa iten koşullar oluyor. Murray gibi üniversite mezunu olmayan bir kişiye, Oxford Üniversitesi gibi efsane olmuş bir okuldan bu denli hassas ve önemli bir görev verilmesi zaten ilginç bir durumken, asıl inanılması güç olan etken, ona en büyük yardımı eden kişinin çok ciddi bir paranoya yaşayan ve kendisini dış dünyaya kapatmış biri olması oluyor.

Tekrar bu birlikte çalışmanın kişisel amaçlarına dönecek olursak, aslında ana hedef İngilizce dilinin değerini arttırmak gibi dursa da, bu çalışma Murray için ‘kendini kanıtlama’, Minor için ise ‘kendini affettirme’ fırsatları gibi görünüyor.

YAZMAK, BİR KAÇIŞ MIDIR?

Yönetmenin filminde dokunduğu bir başka konu ise, karakterlerin bu ortak çalışma sürecine nasıl baktıkları ve neden kalkıştıkları oluyor. Murray bu süreçte ailesinin düzenini bozmak, onlara gereken zamanı ayıramamak gibi kişisel fedakarlıklarda bulunurken, bu çalışma Minor için adeta kaldığı hastaneden bir ruhsal kaçış yolu gibi duruyor. Hiçbir zaman genel paranoyasını yenemeyen, üstelik öldürdüğü adamın karısının da onu görmeye gelmesiyle suçluluk duygusu daha da artan Minor, kendini sadece ‘işe yarar’ bir durumda hissetmek istiyor. Amacı kesinlikle ün ve statü kazanmak değil.

Minor, kazara öldürdüğü adamın karısına yani Eliza Merrett’e maddi anlamda ne kadar yardım ederse etsin bunu bir ‘özür’ veya ‘affedilme’ amacıyla değil, adeta bir ‘her şeye rağmen bağışlanamama’ duygusu ile yapıyor. Minor’un bu beklentisiz duruşu ise Eliza’yı etkiliyor ve genç, dul kadın, Minor’a karşı sırasıyla nefret etmek, kayıtsız kalmak, kızgınlığını bastırmak, yakınlaşmak gibi evrelerden geçiyor. Ancak işin asıl ilginç olanı, beklentilerimizin aksine bu yakınlaşma süreci bir noktadan sonra Minor’a yarardan ziyade zarar veriyor, suçluluğunun daha da artmasına yol açıyor.

STATİK AKIŞTAKİ VİRAJLAR…

Filmin konusu her ne kadar ilginç açılımlar yakalasa da ve her ne kadar senaryoyu zenginleştiren yan hikayeler filmin temposuna katkı yapsa da, yine de biraz statik ve ağır bir akış söz konusu… Tabii ki olayların yavaş yavaş şekillendiği ve karakterlerin adım adım kendilerini açığa çıkardığı filmlerde çok hızlı bir olay örgüsü ve akışı bekleyemeyiz ancak filmin bazı bölümlerinde sarkmalar da mevcut… Örneğin Minor’un giderek daha kötüleşerek, psikolojik anlamda iyice gömüldüğü sahneleri bu kadar uzun tutmanın veya Murray’ın çalışma azmine rağmen, sık sık tepesine dikilen Oxford heyetinin eleştiri sekanslarının tekrar etmesinin amacı biraz belirsiz gibi duruyor. Hatta bu belirsizlikten ziyade ufak bir ‘daha acılı bir hale getirme’ kıpırtıları görüyoruz. Ama genel olarak değerlendirdiğimizde bütün bu sahneler filmin başarısının altında gölgede kalıyor, ufak kusurlar gibi görünüyor.

Bu arada filmin çevirisindeki başarıdan da söz etmekte de yarar var. Özellikle sözcüklere dayanan böyle bir filmde, konuya tamamen yabancı kalmamamızı sağlayan sağlam altyazı da belli bir becerinin ürünü… Sorumlu kişileri kutlamamız gerekir.

Oyunculuklara gelecek olursak, baş iki ana karakter gerçekten ciddi performanslar çıkarıyorlar. Filmin yapımcılarından biri olan Mel Gibson, uzun zaman sonra bulduğu en iyi rolde ustalığını konuşturuyor… Yaşayan en büyük oyunculardan biri olarak gördüğümüz Sean Penn ise rolünün karanlık ve karmaşık iç dünyasının bütün katmanlarını seyirciye naklediyor. Ortada gerçekten etkileyici bir oyunculuk gösterisi mevcut…

Sonuç olarak ‘Deli ve Dahi’ filmi (bu arada filmin isminin Türkçe çevirisini biraz basit bulduğumuzu belirtelim) gölgede kalmış ama önemli bir olayı, belli bir duyarlıkla, sağlam bir atmosferle, merak uyandıran bir olay örgüsüyle ve çok başarılı oyunculuklarla sunan önemli bir yapım… Yönetmen Safinia, 'Boss' gibi bizce başarılı bir diziden sonra uzun metrajlı bir filmde de yeteneğini kanıtlıyor. Kaçırmamakta yarar var.

Yönetmen: Farhad Safinia

Oyuncular: Mel Gibson, Sean Penn, Natalie Dormer, Ioan Gruffud, Jennifer Ehle, Jeremy Irvine, Adam Fergus, Aidan McArdie, Kieran O’Reilly…

Ülke: İrlanda