'Kemal Kurkut’un bakışlarının objektifime odaklandığı gün...'
Gazeteci Abdurrahman Gök, 2017 Newroz'nda öldürülen Kemal Kurkut'u yazdı: Objektifim Kemal’in kara gözlerine, Kemal’in gözleri de vizörün arkasındaki gözlerime odaklandığında işte o kareler çıktı ortaya...
DUVAR - 2017 Diyarbakır Newroz'unda üniversite öğrencisi Kemal Kurkut'un polis kurşunuyla öldürüldüğü anları fotoğraflayan Gazeteci Abdurrahman Gök, Kemal Kurt için bir yazı kaleme aldı. Gök, 21 Mart gününü şöyle anlattı; "Akşam karanlığında içimize korku salan o komutanın sözleri, aslında resmi literatürün vazgeçilmez bir parçasıydı. Bunun böyle olduğuna, bir kez daha, 21 Mart gününde tanıklık etmiştim. 22 yaşındaki filinta gibi bedeniyle Kemal Kurkut’un bakışlarının objektifime odaklandığı ve beynimde asılı kaldığı o gün..."
Kemal Kurkut'un polislerce vurulduğu anları fotoğraflayan Abdurrahman Gök’ün evine baskın düzenlenmiş ve bir süre gözaltında tutulmuştu.
Abdurrahman Gök'ün MA'da yayınlanan yazısı şu şekilde:
KEMAL'İN GÖZLERİ
Kemal Kurkut, 21 Mart 2017'de Newroz kutlamasına katılmak için Malatya'dan geldiği Diyarbakır'da Evrim Alataş Caddesi üzerinde polis noktasında herkesin gözleri önünde yarı çıplak bir şekilde vurularak öldürüldü...
Sene 1996 olmalı. Yaşadığım coğrafyada, tıpkı bugün gibi, ölümün kol gezdiği yıllardı. Henüz çocuk olduğum, birçok şeye aklımın ermediği yıllar... Ailem yaz tatillerinde medrese okuyup dini bütün bir “allame” olayım diye Batman’ın Quba Zîlan köyüne bir hocanın yanına verdi. Bir Perşembe günü nehirde yüzmek için iki arkadaşımla Malabadi’nin yolunu tuttuk. Yüzme bilmesek de suda keyifli saatler geçirdik. Akşamı ettik, anlayamadık. Sonra zifiri karanlıkta yaklaşık 40 dakika uzaklıktaki köye doğru yola çıktık. Silvan-Batman Karayolu’nda otostop yapacağımız bir araç nasıl olsa bizi alır saflığıyla...
Ancak el kaldırdığımız hiçbir araç korkunun hakim olduğu o günlerde durmadı. O 40 dakikalık yol, bir ömre dönüştü ve her dakika korkumuza korku kattı. Derken karşıdan tek farlı bir araç belirdi. Motosikletler de bu saatte buradan geçtiğine göre korkmamıza neden yok diye avunurken, birden her iki yanındaki güçlü projektörleri açtı ve gece güne döndü.
Neyse ki durmamıştı.
Ancak, o da ne? Yaklaşık 300 metre sonra durdu. Korkmaya fırsat bulamadan ikinci aracı fark ettik ve yanımızda durdu. Üzerimize ışık tuttu tıpkı tavşana ışık tutar gibi. Bir anda askeri panzerin üzerinden bize doğrultulmuş uzun namlulu silahlarla karşı karşıya kaldık. “Panzerin önüne geçin” komutlarıyla kendimize geldik. Bildiğimiz bütün duaları o birkaç saniyelik zaman diliminde okuduk sanırım ve küçük bedenlerimizle panzerin önünde yan yana dizildik. Sadece başını görebildiğimiz komutan, üzerimize doğrultulmuş birkaç silah eşliğinde başladı küfürlerle ayaküstü sorguya. “Şimdi sizi burada öldürebilirim ve ‘terörist öldürdüm’ derim. Kim bana ne diyebilir ki...”
O cümlenin ne anlama geldiğini o gün kavrayamasam da hiç unutamadım. Ne komutanı ne de korku dolu gözlerindeki öfkeyi.
Yıllar sonra gazeteciliğe başladığımda öldürülen her sivil için yapılan resmi açıklamada o devletliyi hatırladım. Ve her sivil ölüme dair hakikatin, resmi açıklamanın tam tersi olduğuna inandım ve kimi zaman da yaptığım haberlerle bunu belgeledim. Ama yine de “ya yapılan açıklamalar doğruysa” şüphesini de taşımadım değil.
Bir süredir Kemal’i mi yazayım, yoksa BİZ’i mi karar veremedim...
Kemal’i yazınca BİZ’i, BİZ’i yazınca zaten Kemal’i yazmış olmuyor muyum?
“Coğrafya kaderdir” ve “Dur” ihtarına uymadıkları için öldürülenlerle dolu bir geçmişi var coğrafyamın.
“Terörist” denilerek infaz edilenler, “işbirlikçi” denilerek tepelerine bomba yağdırılanlar, yaşından çok kurşuna gark edilenler, kocaman kara gözlü çocuğunun parçalarını peştemalinde taşıyan, küçücük bedeni kokmasın diye derin dondurucuya saklayan anneler...
Sokak ortasında vurulan annesini köpekler yemesin diye günlerce köşe başında nöbet tutan evlatlar...
Ne demeli, ne yazmalı bilemedim...
Düşünürken, neredeyse bu coğrafyadaki her vakitsiz ölüme yazılmış gibi Ahmed Arif’in şu dizeleri damlıyor yüreğime:
“Vurulmuşum
Dağların kuytuluk boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız...”
Her anımız, her günümüz, her yılımız bir 33 Kurşun ve “Vurulmuşuz hiç sorgusuz sualsiz”...
Kemal, Uğur, Ceylan, Cemile, Taybet... Uzuyor ve ekleniyor yeni isimler her gün “etkisiz hale getirilen terörist” listesine...
Yaşım kadar geçmişini bilirim belki ülkemin; ama yeni değilmiş “vakitsiz ve erken” ölüm... Bu coğrafyaya ölüm hep önce gelir imiş; dün de böyleymiş, bugün de. Sonra, ihtiyaç duyulursa şayet, gerekçesi gelirmiş peşi sıra. “Dur ihtarına uymadı”, “teröristti”, “işbirlikçiydi”...
Yani buydu “katlimize sebep suçumuz”...
***
Akşam karanlığında içimize korku salan o komutanın sözleri, aslında resmi literatürün vazgeçilmez bir parçasıydı. Bunun böyle olduğuna, bir kez daha, 21 Mart gününde tanıklık etmiştim. 22 yaşındaki filinta gibi bedeniyle Kemal Kurkut’un bakışlarının objektifime odaklandığı ve beynimde asılı kaldığı o gün...
Evet. Tam da o komutanın dediği gibi; kim ne diyebilir ki, hem kimin ne dediğinin ne önemi vardı ki. Biz 3 çocuk, 21 yıl önce istisnai bir durum yaşamıştık ve vurulmamıştık o zifiri karanlıkta. Belki de yüreğinde biraz vicdan taşıyan bir yetkiliye denk gelmekti şansımız. Muhtemel bir ölüme ve “3 terörist etkisiz hale getirildi” başlıklı 4 satırlık bir habere konu olmaktan kurtulmuştuk.
Ama bu olaydan 21 yıl sonra, 21 Mart günü Diyarbakır Newrozu'nda apaydınlık bir günün sabahında, 22 yaşındaki üniversite öğrencisi Kemal Kurkut, yaklaşık bir buçuk metre mesafeden, yarı çıplak vaziyette, hemen sol memesinin altından tek kurşunla vurulup öldürüldü. Devlet, “Canlı bomba olma ihtimali değerlendirildiğinden müdahale edilmiştir” açıklaması yaptı. Muhtemeldir vuran polis ile gurur duyuldu, ta ki yaşam ile ölüm arasında geçen o ince çizgide, sadece bir dakikaya sığan 26 fotoğraf karesinden 8’ini yayınlayana kadar...
Kemal ölümüyle bize hakikatin her zaman için resmi açıklamanın tersine olduğunu gösterdi.
Objektifim Kemal’in kara gözlerine, Kemal’in gözleri de vizörün arkasındaki gözlerime odaklandığında işte o kareler çıktı ortaya. Bize hakikati çırılçıplak gösteren o beden, o haykırış ve o GÖZLER... (Kaynak: MA)