Kenan Başaran: Metin Kurt, iflah olmaz bir Don Kişot'tu
Kenan Başaran'la 'Metin Kurt-Devrim Atağında Yalnız Bir Futbolcu' kitabını konuştuk. Başaran, "Pandemi süreci Metin Kurt'un mücadelesinin haklılığını bir kez daha teyit etti" dedi.
Erhan Yılmaz
DUVAR - Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü Bilişim Anabilim Dalı’ndan mezun olan Kenan Başaran, meslek yaşamına 1995’te Yaşam Radyo’da muhabir olarak başladı. Eylül 2005’te girdiği Referans gazetesinde editörlük ve futbol ekonomisi üzerine köşe yazarlığının yanı sıra analiz, haber ve söyleşiler yapan Başaran, Ekim 2010’da kadrosuna katıldığı Radikal gazetesinde editör ve spor yazarı olarak kariyerini sürdürdü. Ardından 2013 yılında Hürriyet gazetesinde editörlük ve yazarlık yapan Başaran'ın 2019 yılında işine sendikal faaliyetten ötürü son verildi.
2020’den itibaren Ajansspor’un genel yayın yönetmenliğini üstlenirken, Radyospor’da da programlar yapan gazeteci, yazar Kenan Başaran’ın, 2012’de 'Arkadan Müdahale' isimli ilk kitabını yayımlandı. 2013’te TSYD Serbest Yazı Dalı Üçüncülük Ödülü’nün sahibi olan Başaran, 'Sivas-Kayseri' isimli ikinci kitabıyla da 2017 TSYD Yılın Spor Kitabı Ödülü’nü kazandı.
Kenan Başaran'ın son olarak efsane futbolcu Metin Kurt’un hayat hikâyesini ve mücadelesini anlattığı 'Metin Kurt: Devrim Atağında Yalnız Bir Futbolcu' isimli yeni kitabı Destek Yayınları tarafından yayımlandı. Başaran'la kitabını ve Metin Kurt’un sendikal mücadelesini konuştuk.
Metin Kurt, demek futbolda sendikal mücadele demek. 'Metin Kurt: Devrim Atağında Yalnız Bir Futbolcu' kitabınız da bunu mu anlatıyor?
Metin Kurt'un düşlerini ve gerçeklerini anlatıyorum diyebilirim. Çocukluğundan aramızdan ayrılmasına kadar... Ailesi, okul hayatı, futbola başlaması, oynadığı takımlar, futbol sonrası teknik direktörlük, dergicilik, yazarlık, siyaset ve sendika çalışmaları... Tüm bunları anlatırken de memlekette olup bitenleri de hafiften arka planda vermeye çalıştım.
'METİN KURT DENİLİNCE SADECE SENDİKAL MÜCADELESİ ANLATILDI'
Aile hayatını da anlattığınızı söylediniz. Metin Kurt'un öteki yüzüne de ışık tutuyorsunuz değil mi?
Evet, Metin Kurt denilince sadece sendikal mücadelesi anlatıldı. O da hep bu soruya cevap verdi. Ama bir de bizim gibi günlük yaşam gailesi olan, sevgili yapmış, evlenmiş, barklanmış, para kazanmış veya kaybetmiş bir insan var. Mümkün mertebe özel yaşamından da kesitler sundum. Aile bağları, evlilikleri ve çocuklarını da anlattım...
Biraz bu anlamda tanıtabilir misiniz Metin Kurt'u?
Kalabalık ve birbirine çok bağlı bir aileden geliyor. Babası celepçilik yapan bir tüccar, annesi ev hanımı. 7 kardeşler, 3 kız, 4 erkek... Metin gibi diğer üç ağabeyi de futbolda çok marifetli ama Metin dışında sadece en büyük ağabey İsmail profesyonel oluyor. İsmail Kurt, hem Galatasaray hem Fenerbahçe forması giyen milli de bir oyuncu. Tarihe de Fenerbahçe efsanelerinden biri olarak geçmiştir.
Metin, liseden itibaren ailenin reisliğine soyunur. Futboldan para kazanınca da bu rolü güçlenir. Hayatı boyunca 4 evlilik yapıyor. Üçü de ayrı eşlerden üç erkek çocuğu oluyor. Kitapta, çocuklarıyla ilgili dramatik bir kısım var. Üç çocuğu bir araya gelebilmiş değil. Sadece en büyük oğlu Yiğitle, ikinci oğlu Yağız birbirlerini görüyor ama onlar da yıllar sonra kendileri randevulaşarak birbirine sarılabiliyor. Kitapta detaylıca anlattım.
'METİN KURT, İFLAH OLMAZ BİR DON KİŞOT'
Peki Metin Kurt neden yalnız kalıyor devrim atağında?
Metin Kurt'un futboldaki sol mücadelesi belki de Türkiye'deki birçok öncü devrimcinin de öyküsüdür. Bir kere devrimciler çok iyimserdir. Bu iyimserliğin gerçeklikten kopartma gibi tehlikesi de vardır. Bu noktada insan düşünmeden edemiyor: Gerçekçi olup, bu toplumdan bir şey olmaz demek mi yoksa, hayalperestliğe de savrulsan, toplumun değişebileceğine inanmak ve mücadeleye devam etmek mi? Metin, ikinciyi seçenlerden. Bu manada o da iflah olmaz bir Don Kişot... Don Kişot bir deyim olarak boşunalık anlamına evrilmiştir. Yani pek tavsiye edilmez. Oysa, bugün de fena halde Don Kişot'lara ihtiyacımız var. Hayal etmek ve tutkuyla peşinden gitmek manasında...
Metin Kurt, Galatasaray'dayken yoğunlaştırdığı sendikal faaliyet içerisinde, yol ayrımlarında hep yalnız bırakılıyor. Mesela milli takım kampında bildiri yayınlanıyor, iki saat sonra arkadaşları korkup imzalarını geri çekiyor veya Galatasaray'da idmanı boykot kararı alınıyor ama yine arkadaşları cayıyor. O ise, tek başına da kalsa, her defasında yenilgiye uğrasa da Beckett'in öğüdünü tutuyor ve yine deniyor, yine deniyor...
Teknik direktör olarak da, yayıncı olarak da hep yalnız kalıyor.
Şöhretli bir futbolcuyken Metin Kurt nasıl politik bir figüre dönüşüyor?
Feodal ama haktan yana, haksızlıktan zayıftan yana olmayı öğütleyen bir babanın evladı. Babasının hayata dair tutumu, öğrenilmiş bir bilgi olarak zihnine işliyor. Altay'a gittiğinde bunalıma düşüyor. Ailesinden ilk defa ayrı kalmanın getirdiği bireysel bir sıkıntı. Adapte olamaz ve Altay'da iyi bir dönem de geçiremez. Sonra PTT'ye transfer olur ve Ankara'ya gider. Biraz daha olgunlaşsa da burada da içinde bir boşluk duyumsar. Eksik bir şey vardır ama ne? Önce dine yönelir, birkaç kitap karıştırır ama bir süre sonra bu da içindeki boşluğu doldurmaz. Sonra takımın malzemecisinin telkiniyle romanlar okumaya koyulur. İlk okuduğu, daha doğrusu okumaya çalıştığı kitap 'Sefiller' olur. Ama kopya çeken öğrenci kafasıyla biraz baştan biraz ortadan biraz sondan okuyarak çıkar malzemecinin karşısına... Tabii hilesi ortaya çıkar ve fırça yer. Bunu kendine yediremez ve okumaya koyulur. PTT'de teknik direktör Tamer Güney de etkili olur. Güney, soyunma odasında felsefecilerden alıntı yapan bir aydın hocadır. İlerleyen zamanlarda Veysel Atayman ile tanışınca daha şuurlu bir okuma rayına girer.
Sendikal mücadelesi nasıl seyrediyor Metin Kurt'un?
Şimdi önce bir yanlışı düzeltmek lazım. İnsanlar futbolda sendikal mücadeleyi Metin Kurt ile başlatıyor. Oysa 60'lardan beri bir futbolcular sendikası var. Metin de bu sendikaya üye oluyor. Ama Metin zamanla bu sendikayı beğenmiyor. Bir menajerlik ofisi gibi çalıştığını, tüm sporcuları kapsayan, endüstriyelleşme sürecine giren spora göre tutum almadığını düşünüyor. Metin Kurt için futbol artık bir iş kolu olmuştur. Futbolcular da bu iş kolunda oyun oynayarak bir şov yapıyor. Şovun da izleyicisi taraftar. Bir nevi müşteri. Ve bu müşterinin verdiği ücret de işveren yani kulübün kasasına giriyor. O halde bir işçi olarak futbolcu, hakkını sonuna kadar almalıdır. Mevcut sendikayı yetersiz bulduğu için Amatör Sporcular Derneği adıyla ayrı bir örgütlenmeye giriyorlar. Bunun içinde büyük kulüplerden çok sayıda futbolcu oluyor. Dernek sendikadan daha faal hareket ediyor.
'SENDİKAYI İLAN EDECEKLERİ GÜNDE DARBE OLUR'
Bu dernek sendikalaşıyor mu peki?
Şenol Güneş'ten Eser Özaltındere'sine kadar çok sayıda futbolcunun üye olduğu dernek, sendikalaşma kararı alır. Çalışmaları da tamamlar. Metin Kurt ve sonradan ve yıllar sonra DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinde spor bakanlığı da yapacak Fikret Ünlü, Ankara'da sendikayı ilan etmek üzere açıklama yapacakken 12 Eylül Darbesi olur. Sendikayı ilan edecekleri günde darbe olur yani... Metin Kurt, sonra o sendikasını 2009'da kurar ama kısa süre sonra ayrılır, fikri nedenlerle. Akabinde bir sendika daha kurar ama istediği gibi tabanda istediği örgütlenmeyi gerçekleştiremez.
Neden peki?
Metin Kurt öncelikle sadece futbolcu bazında düşünmüyor. Tüm spor branşlarında sendikal faaliyet yürütmek istiyor. Önceliği de taban. Yani üst düzey futbol yıldızlarıyla örgütlenmek onun önceliği değil. Tabandan tavana... Ancak gerek maddi yetersizlikler gerekse de -ki daha belirleyici olan bu- sporcuların ilgi göstermemesi, bilinçli davranmaması onun sendikal mücadelesini başarısız kılar.
'EMEĞİN SÖMÜRÜSÜ ARTARAK DEVAM EDİYOR'
Günümüzde sendikaya, yeni bir Metin Kurt'a ihtiyaç yok mu?
Kapitalizmin başkenti ABD'de spor bizden çok daha yaygın, çok daha başarılı ve çok daha kazançlı. Ama orada sendika veya eşanlamlı birlik var. ABD'de varsa, bizde bin kere olmak zorunda çünkü burada emeğin sömürüsü artarak devam ediyor. Mesele üst liglerdeki oyuncuların kazancı meselesi değil. Toptan da sadece bir kazanç meselesi değildir. Mesele, ister oyun deyin ister sektör her neyse... Eşit olmak, söz sahibi olmak. Oyunun kurallarının belirlenmesinde taraf olmak.
Pandemi süreci Metin Kurt'un mücadelesinin haklılığını bir kez daha teyit etti. Metin Kurt'un eski takım arkadaşı olan Fatih Terim, pandeminin başında maçlar oynatılınca "Bizim hiçbir söz hakkımız yok, bize soran yok. Bizim canımız can değil mi" diyerek isyan etti. Aslında bu zımnen sendikasızlığın isyanıydı. Evet pandemide artık bir sektör olan spor, ne olursa olsun şov devam etmeli diyerek sporun çarklarını döndürdü. Sporcular da buna itaat etmek zorunda kaldı. Diğer yandan her geçen gün sporcuların iş yükü artıyor. FIFA, 2 yılda Dünya Kupası istiyor. Yani 7 gün 24 saat 365 gün açık bir spor fabrikası isteniyor. Bu yeni düzende sporcuların da örgütlenip, ana aktörü oldukları oyunda söz sahibi olması gerekiyor. Yani yüzlerini Metin Kurt'un mücadelesine dönmeliler.